Denise Scott Brown, bugüne kadar bahsettiğimiz kadın mimarlardan farklı olarak mimarlık camiasında tasarladığı yapılardan çok teorisyenliğiyle tanınmış bir isim. Kariyeri boyunca hem akademisyenliği hem de ortaklarından olduğu mimarlık ofisindeki çalışmaları sürdürmüş ve her iki alanda da verimli çalışmaları olmuş. Ancak bugün onun en yaygın olarak bilinen çalışması, Robert Venturi ve Steven Izenour ile birlikte yazdıkları “Las Vegas’tan Öğrenmek” kitabıdır diyebiliriz.
1931 yılında doğan Denise, mimarlık eğitimini Güney Afrika’da alıyor. Altmış beş kişilik sınıftaki beş kadın öğrenciden biri olan Denise, mezuniyet sonrası stajyerlik için Londra’da bir mimarlık ofisine başvuranlar arasındaki tek kadınmış. Ofis sahibi Egon Riss tüm adaylarla görüşmesi bittikten sonra Denise’e dönüp, “Çok üzgünüm ama sana erkeklere ödediğim kadar ödeyemem, aksi takdirde ofisteki sekreterler bana zorluk çıkarırlar” demiş. Denise’in bu yaşadığı öylesine çarpıcı ki inanması güç gelebilir ancak zaten hayatı bu gibi anektodlarla dolu ve bunları açıkça paylaşmaktan asla çekinmemiş. Afrika’da doğan ve üniversite sonrası Avrupa’ya giden Denise, 27 yaşında ABD’ye gidiyor ve şehir planlaması üzerine yüksek lisans yapıyor, 1960’ta da akademisyenliğe başlıyor. Aynı üniversitede ders verirken tanıştıkları ve daha sonra evleneceği Robert Venturi’yle beraber yürüttükleri ortak stüdyo çalışmasını “Las Vegas’tan Öğrenmek” adıyla 1972’de kitaplaştırıyorlar.
Bu kitap yayınlandığı günden beri mimarlık okullarında bolca referans gösterilen ve neredeyse tüm okuma listelerinde yerini almış bir çalışma. Bunun sebebi kitabın Las Vegas örneği üzerinden o günlerde parlak devrini yaşayan modernizmin “vazgeçilmesi bile düşünülemez” olarak ortaya koyduğu prensipleri (simgelerden uzak bir mimari dil, tarihi referansların kullanılmaması, biçimlerin tamamen fonksiyonlar tarafından belirlenmesi, vb. gibi prensipler) tartışmaya açıyor olması. Bazı kitaplar mimarlık okuma listelerinde yerini her daim korurlar, örneğin Le Corbusier’nin “Bir Mimarlığa Doğru”su, Vitrivius’un “Mimarlık Üzerine On Kitap”ı veya Koolhaas’ın “Delirious New York”u gibi. “Las Vegas’tan Öğrenmek” de kısa süre içerisinde bu kitaplar arasında yer alıyor. Kitabı özel yapan sadece modernizme yönelttiği eleştiriler değil aynı zamanda bunu gerçekleştirme biçimi. Kitap öğrencilerle birlikte Las Vegas’a düzenlenmiş geziler sonucunda ortaya çıkmış çalışmaların bir çıktısı, yani kolektif bir ürün, bu da mimarlık kitapları için o dönemde ender görülen bir şey. Bunun yanısıra, mevcut bir kenti inceleyerek mevcut durumlar ve yapılar üzerinden değerlendirmelerin yapıldığı ve kavramların oluşturulduğu bir ürün, yani bir “case study” ve teoriyi pratikle bir araya getirmenin farklı bir biçimi, halihazırda var olan bir sistemin referansıyla bir teori altyapısının oluşturulmasının örneği.
Kitap aynı zamanda ortak bir çalışma olmasıyla da istisnai bir örnek teşkil ediyor. Denise ve Robert neredeyse tanıştıkları andan itibaren ortak ürünler vermeye başlamışlar. Las Vegas’tan Öğrenmek kitabının öncülü olan stüdyo çalışmaları 1966’da Denise’in Robert’ı davet etmesiyle başlıyor. 1967’de Denise halihazırda kurulu olan Robert’ın ofisinde çalışmaya başlıyor ve 1969’da da ofisin ortağı oluyor, ilgilendiği projeler çoğunlukla şehir planlama projeleri oluyor. Beraber çalışma ortamını Robert’ın kendini yaşlılık sebebiyle emekli ettiği 2012 yılına dek sürdürüyorlar.
Ortak çalışmalar yapmanın sonuçlarından birisi yapılan işlerden alınan övgülerin, başarıların ve ödüllerin paylaşılması olarak düşünülebilir ancak Denise ve Robert örneğinde bu maalesef çoğunlukla işlemiyor. Denise 1975 yılında yazdığı ancak kariyerini olumsuz etkileyeceğini düşündüğü için 1989’a dek yayınlamadığı “Room at the Top: Sexism and the Star System in Architecture” isimli makalesinde o güne dek kadın olması sebebiyle yaşamış olduğu ayrımcılıklardan örnekler veriyor ve “yıldız mimar” sistemini eleştiriyor. İlginç olan kimi zaman Robert’ın da özellikle Denise’in katkısını belirtmesine rağmen editörlerin veya eleştirmenlerin bunu önemsememiş olması, ofislerinin ortak çalışmalarınden bahsedilirken işlerin esas sahibi Robert Venturi’ymiş gibi bahsedilmesi, kitapların başına Robert’la birlikte Denise’in isminin yazılmasının editörler tarafından reddedilmesi, Denise’in bizzat kendisinin ürettiği işlerin Robert’ınmış gibi ele alınması… Öyle ki Robert’ın mimar olarak davetli olduğu resepsiyonlara “mimar” olmasının yanı sıra “kadın ve eş” kontenjanına dahil olduğu için Denise’in çağırılmadığı olmuş.
Denise bir süre sonra bu insanların hepsine gerekli cevapları vermekten sıkıldığını ve sergilemek zorunda kaldığı bu agresif tavrın kendisini yorduğunu söylüyor. Bu noktada kendisinden şüphe duymaya başlıyor, güveni sarsılıyor. Kendisini “Belki de zannettiğim kadar iyi fikirlerim yoktur,” diye düşünürken buluyor. Bu ruh halinden sıyrılması ise çok kolay olmamış, insanlarla bire bir çalışmalarında fikirlerine değer verilediğini fark etmesiyle ancak bu düşünceleri silkebilmiş. Gene de bahsetmeden duramıyor, makalesinin yayınlanmasının akabinde bir süre boyunca etkinliklerine ve jüri üyeliklerine bu sefer de “kadın” kontenjanından çağrılır olmuş. Beraber verdikleri röportajlarda Robert’a mesleki sorular sorulurken Denise’e “kadın olmanın zorlukları”na dair sorular geliyormuş. Her zaman yaptığı işlerle ön planda olmak isterken vermek zorunda kaldığı mücadeleyle de ön planda olmak zorunda kalmış.
Denise mimarlık camiasında bu yaşadıklarını “yıldız sistemi”yle açıklıyor. Mimarlık ölçülmesi ve değer biçilmesi neredeyse imkansız ürünler veren bir disiplin olduğu için insanların bir “yıldız”a ihtiyaç duyduğu ve bu yıldızın da her zaman bir erkek olduğunu söylüyor. Bunun mimarlıktaki “güzel sanatlar” ve “usta-çırak” geleneğinden geldiğini de belirtiyor. Sadece kendisinin değil aynı zamanda ortak çalışmalarda emeği geçen ofisin diğer çalışanlarının da görmezden gelindiğinden bahsediyor. Denise ayrımcılığın bu “yıldız sistemi”nden vazgeçilmeden yok olmayacağını dile getiriyor ve fakat “yıldız sistemi”nin de mimarlık disiplininin yukarıda bahsi geçen ölçülemez karakteri sebebiyle tamamen yok olmayacağı görüşünde, prestij sahibi olmanın iş yapmak için olmazsa olmazlardan olduğunu düşünüyor. Kendi pozisyonu için ise kocasıyla ofislerini ayırmadıkça ve ortak çalışmaktan vazgeçmedikçe yaşadığı sorunların devam edeceği fikrinde, zira zaman onu haksız çıkarmıyor.
Denise kariyeri boyunca pek çok söyleşi vermiş ve bunlardan pek çoğunda da karşılaştığı zorluklardan bahsediyor, verdiği mücadeleyi mümkün olduğu sürece her ortamda sürdürmüş. 2013 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide 1991 yılında Robert Venturi’ye verilen ve en prestijli mimarlık ödüllerinden kabul edilen Pritzker ödülüne kendisinin dahil edilmemesine ilişkin olarak Denise şöyle diyor: “Bana bir ödül değil, ödül seremonisi borçlular; ortak çalışmalar da hak ettiği değeri almalı .” Pritzker ödülünü kazandığı kendisine bildirildiği zaman Robert, Denise’in de ödülü paylaşması gerektiğini jüri komitesine iletmiş ancak bu talebi “ödülün ortaklıklara değil kişilere verildiği” gerekçesiyle reddedilmiş. Bunun üzerine Denise ve Robert ödülü reddetmek seçeneği üzerinde durmuşlar ancak maddi sebeplerden ötürü (ödül beraberinde 100.000$lık bir çeki de getiriyor) sonunda Robert’ın ödülü kabul etmesi gerektiğine karar vermişler.
2013’te Denise’in Pritzker komitesinin kendisine seremoni borçlu olduğu dile getirmesinden sonra bir imza kampanyası başlatıldı ve geçmişe dönük düzeltme yapılarak ödülde Robert Venturi’nin isminin Denise Scott Brown’la birlikte geçmesi gerektiği talep edildi. Kampanyayla Rem Koolhaas ve Zaha Hadid gibi ünlü mimarlarınki de dahil olmak üzere on bine yakın imza toplandı. Ancak Pritzker jürisi, üyelerinin yıllar içinde değiştiğini ve bir başka jürinin aldığı kararı değiştirmek şanslarının olmadığını söylerek bu talebi reddetti. Doğal olarak tüm bu olan bitenler pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi; ortak çalışmaların tanınırlığı ve kadınların sektördeki yerine ilişkin pek çok yazı yazıldı. Sonuç olarak gelinen noktada Pritzker ödülü açısından bir değişiklik olmadı ancak sektörde süregiden durumlara ilişkin verimli tartışmalar yapılabildi. Denise Scott Brown’ın hayat boyu verdiği mücadelenin yapıcı karakterini bu kadar uzun bir sürede görebiliyor olmamız acıklı; ancak Denise ve Robert 2016’da mimarlık camiasının başka bir prestijli ödülü olan AIA Gold Medal’a beraber yaptıkları çalışmalardan dolayı layık görüldüler. Bunun yanı sıra Denise, kadın mimarlara verilen Jane Drew Ödülünün bu seneki kazananı oldu ve ödüle ilişkin şunları söyledi: “Ödüllere ilişkin geçmişim düşünüldüğü zaman biraz sersemlemiş durumdayım ama bu geç yaşımda beni halen mutlu edebilecek şeyler de oluyor; bunlardan birisi Jane Drew ödülü bir diğeri de Pritzker ödülü için adıma açılmış imza kampanyası oldu.”
Bugün ABD’de mimarlık okullarındaki kadın öğrenci sayısının erkek öğrenci sayısına neredeyse eşit olmasına rağmen aktif olarak çalışanların yalnızca çeyreği kadın. Ofis sahibi, ofis ortağı veya üst düzey yönetici olan kadınların oranı ise yüzde 20’yi geçmiyor. Türkiye’de de durumun çok farklı olmadığını söyleyebiliriz. Denise Scott Brown gençliğinden yaşlılığına dek kadın mimar olmanın ve mimarlığın en prestijli makamlarında bile görmezden gelinmenin ne demek olduğunu deneyimlemek zorunda kalmış. Bir söyleşisinde kadın mimarlara şöyle sesleniyor: “En iyi zamanlarınız öğrencilik zamanlarınız olacak. Sektörde yıllarınız geçtikte cam tavanla karşılaşma ihtimaliniz artıyor ve bu başınıza geldiğinizde suçlunun kendiniz olduğunu düşünme hatasına düşebilirsiniz ve eğer biraz olsun feminizmle ilgilenmezseniz bunun sizi yıkmasına izin vermiş olursunuz.”
Yarım asırı aşkın bir süredir mimarlıkla uğraşan Denise’in Robert’la birlikte tasarladığı ve uygulanmış pek çok proje var. Web sitelerinden projelerine ulaşılabilir.
Kaynaklar: