Güney Afrika’da Wits Üniversitesi bünyesinde bulunan Southern Centre for Inequality Studies’de misafir araştırmacı olarak çalıştığım dönemde, kadın hareketi ve feminist mücadeleden kadınlarla tanışmaya çalışıyordum ve bir meslektaşım hem öğrenci hareketinde hem de feminist mücadele içinde yer alan Mbali Mazibuko ile tanışmama vesile oldu. Mazibuko Western Cape Üniversitesi Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları bölümünde doktora öğrencisi. O dönemde öğrenci protestoları yine ülke çapına yayılmıştı. Kendisiyle Johannesburg’ta 2021’in Mayıs ayında hem feminist mücadele hem de öğrenci hareketi ve sömürgesizleştirme talebi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Güney Afrika’daki kadın hareketini ve feminizmi nasıl tanımlarsınız?
Oldukça tartışmalı ve karmaşık. Öncelikle, kadınlara dair anlayışın hâlâ tarihsel eğilimlerle iç içe olduğunu düşünüyorum. Bu meselenin karmaşık olmasının nedenlerinden biri, kadınlar kategorisini nasıl anladığımızla ilgili. Ben bunun heteronormatif eğilimlere kökten bağlı olduğunu düşünüyorum. Meseleyi daha da karmaşık yapan bir diğer şey, Güney Afrika’da ulus tanımının oldukça geleneksel ve kültürel bir eksende biçimlenmiş olması. Güney Afrika ulusu nedir dediğimizde, konuştuğumuz şey aslında gelenek ve patriyarka. Konu kadın hareketine geldiğinde de, kaçınılmaz olarak Güney Afrika’da gelenek ve kültür şemsiyesi altında kadınları nasıl gördüğümüzü konuşuyoruz.
Bununla birlikte hâlâ üzerine kafa yorduğum, anlamaya çalıştığım ve benim için önemli bir mesele var. O da Güney Afrika’da bir feminist hareketin yanı sıra kadın hareketinden ne anladığımız. Burası benim ikilemde kaldığım bir alan. Açıkçası bunun bir feminist hareket olduğunu söyleyemeyeceğim. İkisi birbiriyle bağlantılı olabilir, ama bence birbirinden farklı ve ayırt edici. Tam da bu nedenle bunun üzerine yeniden düşünmek ve kadın hareketi ile feminist hareket arasındaki bağlantı noktasının ne olduğunu tartışmak gerekiyor. Bizim için Güney Afrika’da feminist harekete geçmeyi zorlaştıran nedenler nelerdir?
Aslında bu geçişin şimdilerde yaşanmaya başladığını düşünüyorum. Biraz farklı bir şekilde gerçekleşiyor, Güney Afrika üniversitelerindeki siyah genç öğrencilerin çoğu, kadın hareketinden ziyade bir feminist hareket tahayyül ediyor ve şunu söylüyorlar: Biz kadınların sorunlarını ortaya koymak istiyoruz, ama kadınları genital organları üzerinden düşünmüyoruz. Yani burada mevzu bedenin kendisi değil. Biz daha çok yanlış temsil edilmiş, silinmiş cinsiyetlendirilmiş kimliklerden bahsediyoruz. Bu da kadınların sadece biyolojik bir cinsiyet olmasından daha fazlası demek. Bana göre bu, kadın hareketinden feminist harekete doğru ilk adım. Yani burada bir tür kırılma var.
İkincisi, Güney Afrika üniversitelerinde feminist akademiye yönelen çok fazla siyah genç kadın var. Burada akademi derken, kadınları sadece bir analiz kategorisi olarak gören akademisyenlerden değil, bir feminist olarak akademisyen olmaktan bahsediyorum. Burada, özellikle Güney Afrika bağlamında, feminizmin ne anlama geldiğine dair oluşmuş şemayı yeniden şekillendirme söz konusu.
O halde, Güney Afrika’da bir feminist gündemin, hatta hareketin oluştuğunu görüyoruz. Ancak bunu zorlaştıran bazı dinamiklerin olduğundan da söz ediyorsunuz. Bunlardan bahsedebilir misiniz?
Güney Afrika bağlamında kuşaklar arası bir gerilim var ve bu yine kadın hareketi ve feminist hareket arasındaki farkın ne olduğu ve neden bir feminist gündeme doğru yol alamadığımız sorularını önümüze getiriyor. Çünkü ben gerçekten kadın hareketini sonraki düzeye taşıyacak belli bir feminist tahayyüle sahip olduğumuzu düşünüyorum. Bu aynı zamanda kuşaklararası diyaloglarda ihtilaf yaratıyor. Mesela bu çok saygı duyduğum ve benden yaşça büyük bir siyah kadınla konuştuğumda oluyor. Değerli katkıları için ona çok saygı duyuyorum. Ama bazen bir alana girdiğimizde ve bu alanda genç siyah feministler olarak feminist fikirlerimizi ifade ettiğimizde zorluk yaşayabiliyoruz. Biz genç feminist akademisyenler olarak elbette onlardan öğrenmeliyiz ama aynı zamanda onlara öğretmeliyiz de. Öğrenebilirim, öğretebilirim, dinleyebilirim, sessiz kalabilirim. Ama bu süreç bir alana sadece konuşmak için girmekle olmaz, aynı zamanda o alanı bizzat oluşturan insanlarla olur. Yani biz ne kadar önceki kuşaktan öğreniyorsak onların da bir öğrenme sürecine girme sorumluluğu var.
Bence bir kavşaktayız,ama her zaman daha geniş bir ulusal kurtuluş mücadelesi içinde varlığını sürdüregelmiş kadın hareketinin aksine, radikal ve feminist bir harekete doğru yol alıyoruz. Söz konusu kurtuluş mücadelesi, daha önce de belirttiğim gibi, Güney Afrika’daki ulus inşası sürecini gelenek ve kültüre dayalı fikirlerle oluşturmuş bir mücadele. Daha en başında kadınları dışarıda bırakan bir ulus inşası süreci bu. Çünkü kökü kültür, gelenek ve patriyarkada yatıyor. Tüm bunlardan bağımızı koparmak için bir feminist gündeme ihtiyacımız var. Aynı zamanda kuşaklararası bir feminist gündeme ihtiyacımız var.
Güney Afrika’da kadın hareketine dair soru sorduğumda, genellikle kadın örgütlenmesinin ulusal kurtuluş mücadelesinin sınırları içerisinde kaldığı için özerkleşemediği cevabını alıyorum. Siz de bu geleneği eleştiriyorsunuz. Şu anda bahsettiğiniz yeni bir eğilim mi? Yani bahsettiğiniz yükselen feminist mobilizasyon ya da feminist hareket yeni bir eğilimi mi temsil ediyor?
Evet, bence bu yeni bir eğilim. Kuşkusuz bu konuda karşıt argümanlar var ve ben de kendi durduğum yerden konuşuyorum. Bu, kendi yolumu feminist söylem ve feminist kimlik aracılığıyla bulmamla ilgili. Dolayısıyla ben de belli bir konumsallıktan, feminist hareket inşa sürecindeki deneyimimden konuşuyorum. Apartheid rejimi altında ve demokrasimizin oluşma yıllarında ortaya çıkan bir kadın hareketinden bahsediyoruz ve demokrasimiz hâlâ oldukça genç. Bu kadın hareketini her zaman ulusal kurtuluş mücadelesine ve geniş ölçekli ulusal gündeme sıkışmış olması nedeniyle eleştirebiliriz. Yani kadın hareketi yoktu gibi bir şey diyemeyiz. Ve bence bu gerekliydi, yani ulusal kurtuluşla ittifak yapması. Ancak, feminist bir yönelime dayanan entelektüel birikimimiz ve bir tür politik özgürlüğümüz olmadı. Mesele bunu nasıl şimdi kurup ileriye götüreceğimiz. Aslında burada bir tür devretme durumu var ve bunun için hepimizin bulunduğumuz farklı noktalarda ayrı ayrı sorumluluklarımız var.
Kadın hareketinden feminist harekete doğru bir gelişmeden kaçınmamak gerekiyor. Kaldı ki, feminist hareketin kendisi de somut ya da kristalize bir şey değil. Değişir ve değişmesi de gerekir. Çünkü ihtiyaçlarımız, bakış açılarımız değişiyor. Toplum değişiyor. Çünkü üretkeniz. Ben ayrıca feminist hareketin kadın hareketinin yerine geçeceğini düşünmüyorum. Çünkü böyle dersem kadınlar olarak mücadele etmenin bir tek yolu varmış gibi bir anlam çıkar. Demek istediğim bu değil. Farklı feminizmlerimiz var. Belki de kadın hareketi feminizmin bir biçimidir. Evet, belki kökü feminist söylemden gelmiyor, ama nihai hedef benzer, hepimiz kadınların görünürlüğünün artmasına ve bunun LGBTİ+’ları içermesine odaklanıyoruz. Ama hem apartheid dönemine hem de demokrasinin oluşma yıllarına bakıldığında bir farklılık var. Kadın hareketi kendisini LGBTİ+ aktivizminden ayrı tutuyordu. Ama şimdi, biz feminist hareket olarak şunda ısrar ediyoruz: Heteroseksüel kadınların sorunu da, trans kadınların sorunu da, lezbiyen kadınların sorunu da, gey erkeklerin sorunu da feminist gündemin bir parçasıdır.
Bizi sadece bir kadın hareketi olmaktan öteye taşıyacak şey feminizmdir. Benim hayal ettiğim feminizm ise, LGBTİ+ gündemini dışlamayacak ve kendisini bundan yalıtmayacak bir feminizm, sınıf gündemini dışlamayacak ve kendisini bundan yalıtmayacak bir feminizm. Bu kaçınılmaz olarak kesişimsel bir feminizm. Burada kesişimselliği metodolojik bir mesele olarak görüyorum. Feministler olarak nerede harekete geçiyorsak; üniversitede, bir STK’da ya da gruplarımızda.
Türkiye’de feministlerin ve kadın hareketinin sokaktaki varlığı güçlü. Sokak eylemlerini kolaylıkla örgütleyebiliyoruz. Güney Afrika’da kadınları yaşadıklarına bakınca sorunlar çok farklı değil. Örneğin günde ortalama sekiz kadın, çoğunlukla birlikte oldukları erkekler tarafından öldürülüyor. Güney Afrika’daki sokak protestoları için ne söyleyebilirsiniz? Güçlü mü, belli sonuçlar getiriyor mu?
Kesinlikle. Her tür protestonun üretken olduğunu düşünüyorum. Benim feminist anlayışıma göre protestolar arasında bir önem sıralaması yok ve bu nedenle bazı protesto biçimleri diğerlerinden daha üretkendir diyemem. Bu tam da kesişimsel metodoloji konusunda hep söylediğim bir şey. Her yerde insanlara ihtiyacımız var. Bunun mutlaka sokaklarda olması da gerekmiyor. Birileri okul sıralarında o üretkenliği devam ettiriyordur. Güney Afrika zaten tarihsel olarak protestoların, sokak eylemlerinin üretken olduğu bir ülke.
2019’da Cape Town Üniversitesi öğrencisi bir kadın, Uyinene Mrwetyana, Cape Town’da bir postanede tecavüze uğradı ve öldürüldü. Cinayetten sonra birkaç gün içinde tüm ülkede hayatı durdurduk. Johannesburg’ta binlerce feminist aktivist bir araya gelerek Sandton’da protestolar düzenledik. Bu protestolar ve tam kapanmadan bir yıl sonra, Cumhurbaşkanı toplumsal cinsiyet temelli şiddet ve kadın cinayetleri (GBV and femicide/GBVF) ile mücadele fonu oluşturduklarını duyurdu. Bu girişim, özel sektörden buna karşı mücadele etmek ve fona katkıda bulunmak isteyen aktörleri de bir araya getirdi. Bunlar çok önemliydi çünkü oldukça önleyiciydi. Örneğin fonun bir kısmı sığınaklara aktarıldı ve sağlık sektörünün polis merkezlerinde ve hastanelerde tecavüz kiti bulundurması sağlandı. Buna ek olarak cinsel suç davalarında lobicilik yapacak bir toplumsal cinsiyet komisyonu da kurulmak üzere. Tüm bunlar sokağın, alanda yapılan aktivizmin doğrudan sonuçları.
Özellikle Covid-19 sürecinde görünür olan bir diğer katman da hashtag aktivizmi oldu. Bu tür bir aktivizm aynı zamanda eleştiriliyor çünkü insanların sonuçsuz tartışmalara girmesi nedeniyle çok fazla ters tepme durumu da var. Ama bana göre neyin üretken olduğunu yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. Üretkenlik her zaman politika oluşturma ya da politika uygulama demek değildir. Üretkenlik her zaman bir yasanın geçmesi demek değildir. Bu nedenle online iletişim kurmak ve hashtag kullanmak da üretken bir şey olabilir. Mesela şu an üniversitedeki öğrenciler, kampüste erkekler tarafından cinsel tacize uğrayan kadınların yaptıkları, faillerin isimlerinin olduğu listeleri biliyorlar. Bu listeler de üretken çünkü toplum desteğine ihtiyacınız var. Birbirimize; sana inanıyorum, ben de tecavüze uğradım, ben de cinsel tacize maruz kaldım, fiziksel olarak istismar edildim, psikolojik olarak istismar edildim diyebilmeye ihtiyacımız var. Çünkü bunu yaşadığınızda, başınıza gelenleri ailenize anlatmanın ya da polis merkezinde kendinizi inandırmanın önünde yapısal engeller var. Özellikle genç kadınların sosyal medyada birbirlerine inandıklarını söylemeleri çok önemli. Şunu vurgulamak önemli, farklı yöntemler içeren tüm protesto repertuvarları üretkendir. Farklı ama birbiriyle bağlantılı yollar yararlı ve gereklidir.
Kamu politikasını etkilemek bir şey, ki bu genellikle çoğu kişi tarafından başarı ölçütü olarak görülür. Ama şu an, tüm dünyada kadınların farklı mücadele yöntemlerini görüyoruz, özellikle de yeni nesil feministlerin.
Güney Afrika’da bir süredir devam eden, sizin de dahil olduğunuz öğrenci hareketlerine gelmek istiyorum. Fees Must Fall (Harçlar Düşmeli) üniversitelerde harçların artmasına bir tepki olarak ortaya çıktı. Ama zamanla kapsamı genişledi ve şu anki talepler sömürgesizleştirmeyi de içeriyor. Anlayabildiğim ve görebildiğim kadarıyla, yeni öğrenci jenerasyonu hâlâsömürgecilik ve apartheid dönemlerinden gelen bazı şeylerin değişmediğini düşünüyor. Bu konu hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Sömürgesizleştirme gündeminin feministlere nasıl bir yansıması var?
Nerede durduğunuza ve nasıl tahayyül ettiğinize bağlı olarak sömürgesizleştirme farklı insanlara farklı şeyler ifade ediyor. Üniversite bağlamında konuşacağım ama bu genel olarak Güney Afrika toplumu için de geçerli. Genel olarak siyahlar, ama özel olarak siyah öğrenciler ve siyah kadınlar zamanında siyahların açıkça insan sayılmadığı üniversitelerde okuyorlar şu an. Her şeyden önce, üniversiteye erişimde çok fazla zorluk yaşıyoruz, ki bu üniversite zaten siyah kadınlara ne yapabileceklerini ve ne yapamayacaklarını dikte eden bir gelenek ve kültürden geldiği için daha en başta sınırlamalar var, açık bir şekilde bize insan olmadığımızı söyleyen bir yapıdan bahsediyoruz.
Üniversiteye erişimi zorlaştıran diğer şey fon meselesi ve üniversitenin şirketleştirilmesi. Yani üniversiteyi siyahlar için öğrenme, topluluk oluşturma ve kapasite geliştirme alanı yerine işletmeye çeviren bir neoliberal gündem var. Bu nedenle, hak ve etik temelli bir dönüşüm çağrısı yapıyoruz. Aynı zamanda üniversitede kullanılan pedagoji konusu var. Bu zaten uzun zamandır daha geniş ölçekli bir eğitim meselesi. Siyah öğrenciler için tasarlanan birçok okulun ve okul sisteminin dağıldığını biliyoruz. Ortaöğretim okul sistemine baktığımızda ise eğitimin kalitesinde ve belli hizmetlerin sağlanmasında çok fazla eksiklik olduğunu görüyoruz. Hatta, Güney Afrika’da ders kitabı eksikliğiyle birlikte binası bile olmayan çok fazla okul var. Bir sınıfta en az iki ya da üç öğrencinin bir ders kitabını paylaştığı oluyor ve bu ihtiyaç duyulan bilgiye ulaşmada ve öğrenmede zorluk yaratıyor. Çünkü kitabı alıp evinize bile götüremiyorsunuz.
Üniversiteye girdiğinizde ise pedagoji ve öğrenim tarzı zaten beyaz akranlarınızla aynı kalitede eğitim alabileceğiniz gerçeği üzerine kurulu. Ama geldiğiniz yer ve altyapınız açısından bu da sizin yine erişmekte zorlanacağınız bir şey haline geliyor. Bu nedenle, tüm bu pratiklerin dönüşmesini istiyoruz.
Aynı zamanda dil politikasında da bir sorun var. Stellenbosch Üniversitesi ve Pretoria Üniversitesi gibi bazı üniversitelerimiz, Afrikancanın (Afrikaans) eğitim dili olmasında ısrar ediyor. Ancak Afrikanca, sömürgeciler tarafından ana eğitim dili olarak sunulduğu için Güney Afrika toplumu açısından sömürgecilik anlamı taşıyor ve bu hâlâ tartışmalı bir mesele olmaya devam ediyor. Siyahlar Afrikanca konuşmaz, bunu biliyorlar. Şimdi siz, Afrikancanın sadece Afrikanlar ve ve Afrikan milliyetçileri tarafından kullanıldığını bile bile siyahlara bu dili öğretiyorsunuz. Sömürgesizleştirme gündeminin bir parçası olarak, birbirinden ayrıştırılmış, farklı topluluklardan gelen dezavantajlı öğrencileri kapsayacak hibrit bir model, kesişimsel bir öğretme ve öğrenme biçimi oluşturulmalı.
Bizim feministler olarak sömürgesizleştirme gündemindeki rolümüz ise, sömürgesizleştirme gündeminin bir feminist gündeme sahip olmasını sağlamak. Kampüslerdeki cinsel tacizin ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi için nelerin yapıldığı en önemli mesele. Toplantılarda sömürgesizleştirme konusunu konuştuğumuzda, kadınların kampüslerde akranları, hatta öğretim üyeleri tarafından nelere maruz bırakıldığını anlatıyorum. Bu alandaki bir dönüşüm için neler yapıldı? Hangi adımlar atıldı? Sömürgesizleştirme hakkında konuştuğumuzda, üniversitede siyah kadınların statüsü hakkında konuşuyoruz; pede erişimi nasıl sağlayacağımızdan, üniversitede ayrıcalıklı pozisyonda olan bir öğretim üyesi ya da sınıfındaki biri tarafından şiddette ve cinsel tacize uğrama durumunda gidebileceğimiz bir toplumsal cinsiyet ofisine erişime kadar. Bizim için bu da sömürgesizleştirme gündeminin bir parçasıdır.
Güney Afrika, ulusal kurtuluşun kadın kurtuluşunu garantilemediğinin sadece bir örneği. Apartheid rejiminin sona ermesinin ve demokrasiye geçişin üzerinden geçen 27 yıl içinde neoliberal politikalar hızla uygulandı, işsizlik ve yoksulluğun artmasıyla, eşitsizliğin en derin yaşandığı ülkelerin başını çekmeye başladı. Cinsiyet kimliği, cinsel yönelim, ırk ve etnisite temelli ayrımcılığın yasaklandığı demokratik bir anayasaya sahip olmakla birlikte bugün kadın ve LGBTİ+ cinayetlerinin ve hem özel hem kamusal alanda erkek şiddetinin oldukça can yakıcı bir düzeyde yaşandığı yerlerden biri. Öte yandan iktidar partisi ANC (African National Congress) içinde sistematik hale gelen yolsuzluklar, istenen toplumsal ve ekonomik dönüşümü gerçekleştirmedeki başarısızlığı ülkede genel olarak en çok eleştirilen konular. 2015’ten beri süren öğrenci hareketi (the Fallist Movement) esasında dönüşmek bir yana, giderek derinleşen bu eşitsizliklere bir tepki olarak ortaya çıktı. Bu hareketin önemi, feministlerin mobilizasyonunu da hızlandırıyor olması. Siyah kadın öğrenciler bu alan içinde bir feminist söylem ve gündem yaratmaya çalışıyorlar. Daha ayrıntılı bir okuma için Mazibuko’nun öğrenci hareketinde feminist olmak üzerine yazdığı makaleye bakabilirsiniz.
Ana Görsel: Güney Afrika’daki kadın cinayetlerine karşı düzenlenen protestodan.