"Görüntü yönetmenliği okuyamazsın, yaparak öğrenirsin. Ve neden bilinmez, kadınlara kıyasla çok daha fazla genç erkek kendini beğenmiş şekilde 'ben yapabilirim, kamerayı ben tutabilirim' diyebiliyorlar. Ben de böyle yapmaya karar verdim. 'Evet, yaparım' dedim ve çalışırken öğrendim."

SANAT

Kadın Görüntü Yönetmenleri Anlatıyor

Geçtiğimiz günlerde New York’ta beşinci kez düzenlenen Athena Film Festivali, kamera arkasındaki önemli isimleri ve yarattıkları güçlü/derinlikli kadın karakterleri buluşturan, konuşturan ve uzun bir geçmişe sahip olmasa da kısa sürede kendisini kabul ettirmiş bir festival.

 

Festival kapsamında kadın görüntü yönetmenleriyle bir panel düzenlenmiş, katılımcılar: Kirsten Johnson (Derrida, Pray The Devil Back To Hell, Citizenfour), Reed Morano (Frozen River, Kill Your Darlings) ve Nadia Hallgren (Citizen Koch, Searching for Sugar Man). Hollywood’a ve aslında tüm dünyadaki sinema sektörüne baktığımızda, kamera departmanı, kadın ve erkek sayılarının en farklı olduğu departmanlardan biri. Örneğin şu an Türkiye’deki sinema sektöründe düzenli olarak çalışan kadın görüntü yönetmeni sayısı bildiğim kadarıyla sadece iki. Festivaldeki panelde bu mesleğe dair pek çok konu konuşulmuş. Panel deşifrasyonunun orijinaline isterseniz bu linkten gidebilirsiniz, çevirisi de ilgilenenler için aşağıda:

 

Soldan sağa: Kirsten Johnson, Nadia Hallgren, Reed Morano

Soldan sağa: Kirsten Johnson, Nadia Hallgren, Reed Morano

 

Caryn James: Sektördeki kadın görüntü yönetmenlerine dair dehşet verici rakamlar var. Geçen yıl, 2013 yılındaki en çok kazandıran 250 film için Celluloid Ceiling’in yaptığı araştırmada görülüyor ki sadece yüzde üçünde kadın görüntü yönetmenler yer almış. Bu 250 filmin yüzde altısının yönetmeni kadın, yüzde on yedisini kadınlar yazmış, yüzde yirmi beşinin yapımcısı kadın. Fikir vermesi açısından bunu da ekleyeyim. Peki neden kadın görüntü yönetmenleri bu kadar az? Tarihsel bir sebebi var mı sizce?

 

Kirsten Johnson: Bu araştırmayı görünce çok heyecanlanmıştım. Ama “bu beni yansıtmıyor” diye düşündüm. Çünkü en iyi 250 gişe filmini zaten biliyoruz, onlarda kadınlara pek yer yok. Ama Sundance’ten yeni dönmüştüm, belgesel yarışma jürisindeydim. Belgesel kategorisindeki filmlere bakınca gördüm ki 19 film var ve sadece birinin görüntü yönetmeni kadın. Filmlerin iki tanesinde filmi hem yöneten hem de çeken kadınlar kendilerini görüntü yönetmeni olarak yazmaktan kaçınmışlar. Bu rolün değerden düşmesini göstermesi açısından ilginç aslında. “Param yok, bu filmi kendim çekmeliyim ama bu işte çok iyi değilim. Bir gün param olursa bu işi başkasına vereceğim” diyorlar. Kendi filmlerini çeken kadın belgeselcilerin çoğunda bu düşünce var bence; işin bu kısmını meslek olarak düşünmüyorlar.

 

Beni en çok üzen sayı ise filmlerin özneleriyle ilgiliydi. 16 filmden sadece üçünde önemli kadın karakterler vardı. Birinde Jordan Davis’in annesi Lucia Bath, filmde görülen bir grup insanın arasında yer alıyordu. Diğeri, otizmli bir grup çocuğun ergenliğe geçiş hikayesini anlatan How to Dance in Ohio adlı filmdi; gruptakilerin bir kısmı da kız çocuklarıydı. Üçüncü film ise amatör porno üzerine bir araştırma olan Hot Girls Wanted adlı belgeseldi; amatör porno endüstrisi içinde sömürüye uğradıklarını anlatan 18 yaşındaki kadınları izledik. Geriye kalan filmlerin tamamı, kadınların yaptıkları da dahil, erkekler hakkındaydı.

 

Caryn James: Bunu nasıl açıklıyorsunuz? En azından Sundance’te bir şeylerin daha eşit olmasını beklersiniz. Kadınların bu alana girmekte yaşadığı zorlukların tarihsel sebepleri var mı?

 

Reed Morano: Bilmiyorum. Bence sektörün beklentileri çoktan belirlenmiş. Ya da bilinçaltında bir şeyler düşünüyor da olabilirsiniz. Başkarakteri kadın olan kendi uzun metrajımdan biliyorum: Para bulmak çok zor oldu ama ikincil rolde oynayacak erkek oyuncuyu bulmak daha zordu. Belki şu korku vardır: Filmin çıksın istiyorsun ve merkezde bir kadın karakter oldukça çıkması daha zor.

 

Kirsten Johnson: Bence durumu ayrı kategorilerde ele alabiliriz. Reed’in dünyası daha ziyade kurmaca; Nadia ve bense belgeseldeniz.

 

Caryn James: Peki, nasıl görüntü yönetmeni oldunuz? Nadia, senin arzunun sebebi neydi? Hep yapmak istediğin bir şey miydi? Yoksa hepimizin kariyerlerinde olduğu gibi bir şekilde kendini bu noktada mı buldun?

 

Nadia Hallgren: Obje fotoğraflarıyla başladım; çocukken siyah beyaz fotoğraflar çekiyordum. Biri bana kamera verdi ve o günden sonra kendi filmlerimi yapmaya başladım. İnsanlardan reaksiyon geliyor gibiydi. Büyüdüğüm yer olan Bronx’ta bir yerel film festivalinde kısa filmim gösterildi. Ardından Michael Moore’un uzun dönem çalıştığı ortak yapımcısıyla tanıştım ve filmimi sevdi. Konuştuk, film çekmek istediğimi söyledim. Beni işe aldı ve böyle bir fırsat olursa işi bana vereceğine söz verdi. Ve sözünde durdu. Kirsten’le de Fahrenheit 9/11 ekibinde tanıştım. Çekimler bitmeden bir gün ona görüntü yönetmeni olmak istediğimi söyledim. Bana bir şeyler öğretmesini rica ettim ve yaptı. Bana şans tanıyan kadınlarla karşılaşmam sayesinde oldu yani. Erkekler kulübüne girdiğini fark ediyorsun. Futbol hakkında konuşan 10 erkekle kamyonette durup da sohbete katılamadığım çok zaman oldu. Destekleyici kadınlarla buluşabilmek işin anahtarı: görüntü yönetmenleri, yönetmenler, sana iş veren yapımcılar…

 

Caryn James: Madem bu alanda çok kadın yok, işler nasıl yürüyor? Size yardımcı olan insanlar kimler? Size yol gösteren görüntü yönetmenleri kimler?

 

Kirsten Johnson: Fransa’da film okudum. Kamera bölümüne yöneldim çünkü bir Amerikalı olarak yönetmenliğe yönelme imkanım yoktu. Görüntü yönetmenliğini keşfettim. Kamerayı sevdiğimi anladım. New York’a taşındım ve kimseyi tanımıyordum. Shoah Vakfı için çalışıyordum ve Holocaust’tan hayatta kalanlarla görüşmeler yapıyordum. Tüm görüntü yönetmenleri erkekti. Bu alanda olan şeylerden biri şu: Onlarla vakit geçirirken keyif almak zorundasın çünkü beraber uzun yolculuklara çıkıyorsun ve uzun saatler geçiriyorsun. İşin en önemli kısmı bu. İnsanlar seninle takılmak istiyorlarsa seni işe alıyorlar.

 

New York’a taşındığımda beş tane kadın görüntü yönetmeni vardı, isimlerini tek tek sayabilirim.Hepsi çok yoğun çalışıyordu, benimle konuşmak için zamanları yoktu. Barbara Kopple gibi, kadınlarla çalışmak isteyen kadın yönetmenlerle tanıştım. Benimle de çalışmak istedi. Ama benim henüz hiç deneyimim yoktu. Hiçbir şey bilmez halde Senegal’e gitmek bana çabalamayı öğretti. Görüntü yönetmenliği okuyamazsın, yaparak öğrenirsin. Ve neden bilinmez, kadınlara kıyasla çok daha fazla genç erkek kendini beğenmiş şekilde “ben yapabilirim, kamerayı ben tutabilirim” diyebiliyorlar. Ben de böyle yapmaya karar verdim. “Evet, yaparım” dedim ve çalışırken öğrendim.

 

Caryn James: Bu söylediğin şeyi, kadınların genel özgüveniyle birlikte düşünmek gerek. Kamerada çalışmanın ayrı bir yönü mü var? Tarihsel olarak yerleşmiş bir algı var: Zavallı, küçük kadınlar bu büyük ve ağır ekipmanları taşıyamazlar bu yüzden de bu işi yapmamalılar. Ama artık bu algı eskisi kadar güçlü değil. Diğeriyse teknik kısmı. Bilimden anlaman gerekiyor ve lensler falan pek “kız işi” değil. Kadınların bu alandan her alanda olduğundan da fazla dışlanmasında bu bir etmen midir?

 

Kirsten Johnson: Tabii şu da var: Film çekerken bir ekip yönetmen gerek ve bu ekibin çoğunluğu erkek. Yani sen erkeklerin patronusun. Ama belgeselde her şeyi kendin yapıyorsun. Aktüel kameraya bir derece hakim olman gerek. Ama bunu deneyimleyerek de öğrenebilirsin. Ama iş kurmacaya geldi mi…

 

Reed Morano: Erkeklerden oluşan bir ekibi yönetiyorsun ve yaptığın işi çok iyi bilmiyorsan hemen anlıyorlar. Bir ekibi başarıyla yönetmenin tek yolu sana saygı ve güven duymalarını sağlaman, ne yaptığını bildiğini göstermen. Kendini kanıtlamak için aşırı çaba göstermene gerek yok ama talep ettiğin şeyler mantıklı olmalı. Ne yaptığını bilmelisin. Şu an HBO için bir programa başlamak üzereyiz. Hep çalıştığım bir key grip (grip şefi) ve ışık şefi (gaffer) var; benden 20-30 yaş büyükler, çok uzun süredir dernekteler ve muhtemelen benden de önce film çekiyorlardı. Ve muhteşemler. Bana çok saygı duyuyorlar ve çok heyecanlılar.

 

Caryn James: Nasıl bu noktaya geldiniz peki?

 

Reed Morano: Derneğe girmeden önce yapmam gereken tüm filmler kadın ya da erkek arkadaşlarımla, eş dostlaydı. Bu sayede erkeklerle çalışmayı öğreniyorsun. Grip şefi oldum, o da oldukça erkek egemen bir iş kolu. Çünkü temelde ağırlık kaldırmaya dayanıyor. O işi yaparken bir gün kamyonun üzerindeydim, birinden devasa bir kontrplağı almam gerekti. “Bunu yapabileceğimden emin değilim. Tamam, yapıyorum” diyordum içimden. Öğrenme eğrisi gibiydi, zorunda kaldıkça daha hızlı öğrendim. Ve dediğin gibi, insanlara kendini sevdirmen gerekiyor.

 

Caryn James: Kariyerinizin dönüm noktası ne oldu? Çok önemli bir yardım aldığınız ve başarılı olabileceğinizi hissettiren bir an oldu mu?

 

Nadia Hallgren: Bence o anlar hep gelir. Sürekli bir evrim gibi. Görüntü yönetmeni olarak yaşadığım her yeni deneyim bana bu hissi veriyor. Bu meslek sayesinde neler öğrendiğimi ve bana kendim hakkında neler öğrettiğini gördükçe şaşırıyorum.

 

Caryn James: Film okuluna gittin mi?

 

Nadia Hallgren: Hayır.

 

Caryn James: Peki ne yapacağını nereden bildin?

 

Nadia Hallgren: Dergilere bakardım. Ve kompozisyona ilgiliydim. Nedenini ve ne yaptığımı bilmiyorum. Bana çok ilgi çekici geliyordu. Sonra Bronx’ta bir fotoğraf kursuna kaydoldum. Ne yaptığımı hala anlamıyordum ama çok fazla film izliyordum, insanlarla filmler hakkında konuşuyordum, gördüğüm şeyin ne olduğunu ve nasıl yapıldığını anlamaya çalışıyordum.

 

Caryn James: Reed, sen film okuluna gittin mi?

 

Reed Morano: Evet, NYU’ya gittim, yazı ve yönetmenlik niyetleriyle gitmiştim. Ama oraya gittiğimde, yapım asistanı olarak katıldığım ilk çekimde, görüntü yönetmeninden gözümü alamadım. “Dünyadaki en harika iş olmalı bu” diye düşünüyordum çünkü sen ne görüyorsan izleyici de onu görecek. Bunu kontrol ediyorsun. Herkese görüntü yönetmeni olmak için ne yapmak gerektiğini sordum. Ve aldığım tek öneri, “teknik ders al” oldu. NYU’daki herkes yönetmen olmak istiyor bu yüzden teknik dersleri kimse istemiyor. Sonra da insanlara gidip “senin filmini çekmek istiyorum” diyordum. Kimse dert etmiyordu çünkü yönetmen olmak istiyorlardı. Böylece birkaç film çektim. Film okulunda olduğum dönemde çoğu film 16 mm ya da 33 mm formatında çekiliyordu. Büyük ve korkunç anlardı ama herkes birlikteydi ve birbirine yardımcıydı. Bu sayede işin sonunda öyle ya da böyle bir film makarası çıkıyordu. Diğer öğrencilerle beraber hata yapıyorduk. “Eyleme” kısmı benim için en önemli kısımdı. Film okulu bittikten birkaç yıl sonra bile ışık yapmayı doğru dürüst bilmiyordum bence.

 

tumblr_mhr3m7N5Xi1r54l6ro1_1280

 

Yazının sonuna gelmişken panelden bağımsız bir not eklemek istiyorum: Festivalin bu yılki programına göz atarken Obvious Child’ı görünce kendisine buradan selam göndermek istedim. Hakkında uzun uzun yazasım da var ama belki başka bir yazıda… Keşke ben yapsaydım, keşke bütün filmler böyle olsa gibi nitelikli yorumlarımı kendime saklayıp şimdilik sadece tavsiye ediyorum. İzleyin, izletin.

 
 

Ana görsel: Fotoğrafçı Alad Lassry

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YQueer Olympix 2021 Yaşandı!
Queer Olympix 2021 Yaşandı!

Türkiye’nin birçok farklı şehrinde spor aktivizmi yapan lubunyaları bir araya getiren Queer Olympix, geçtiğimiz hafta sonu tüm baskı ve yasaklamalara rağmen gerçekleşti.

MEYDAN

YBoğaziçi “Kayyuma Nakka” Diyor
Boğaziçi “Kayyuma Nakka” Diyor

Üniversiteler kayyumların değildir, onlar gidecek ve bizler kalacağız. LGBTİ+’lar da bu mücadelenin en görünür öznelerinden biri olarak var oldular ve var olacaklar.

MEYDAN

YLezbidüş ile Röportaj: “Düşlerden Tarih Yazmak”
Lezbidüş ile Röportaj: “Düşlerden Tarih Yazmak”

Hayal kurmak eylemini hayal edemeyeceğimiz bir şeyi hayal etmek diye mi anlıyoruz acaba? Peki sizce hayal kurmak nedir?

MEYDAN

YDEMOS ile Pandemiye Toplumsal Cinsiyet Lensinden Baktık: Tedbirler, Hak İhlalleri ve Dayanışma
DEMOS ile Pandemiye Toplumsal Cinsiyet Lensinden Baktık: Tedbirler, Hak İhlalleri ve Dayanışma

DEMOS Araştırma Merkezi'nden Güley Bor, Güneş Daşlı ve Nisan Alıcı ile salgın ve savaş gibi kriz dönemlerinde toplumsal cinsiyet lensinin bize neler kazandırdığını konuştuk.

Bir de bunlar var

Empati Sanatı: Rus Çizer Victoria Lomasko ile Röportaj
Kendini Hesaba Katmak: Tanıklık ve Meçhul Olan
Kadınların Şarkıları: Almanya Dönüşü

Pin It on Pinterest