Hak savunuculuğu yapan sivil toplum alanında, sektörde çalışanların da özlük haklarının ön planda olmasını bekliyor olabilirsiniz. 10 yıldır sivil toplumda çalışan biri olarak bunun çoğu durumda, yanlış kurumsallaşma, dar bütçeler, liyakatsizlik ve mobbing gibi meseleler dolayısıyla böyle olmadığını söyleyebilirim. Pek çok kurumda hala sivil toplum çalışanlarının yol yemek masrafları gibi en temel özlük hakları yok.

MEYDAN

KA-DER Vakası: Sendikal Haklar ve Çalışma Koşullarına Feminist Bir Müdahale

Hak savunuculuğu yapan sivil toplum alanında, sektörde çalışanların da özlük haklarının ön planda olmasını bekliyor olabilirsiniz. 10 yıldır sivil toplumda çalışan biri olarak bunun çoğu durumda, yanlış kurumsallaşma, dar bütçeler, liyakatsizlik ve mobbing gibi meseleler dolayısıyla böyle olmadığını söyleyebilirim. Pek çok kurumda hala sivil toplum çalışanlarının yol yemek masrafları gibi en temel özlük hakları yok.

 

Bu hakların olmadığı, aynı zamanda çok yoğun bir mobbing ortamında işlerini sürdüren KA-DER (Kadın Adayları Destekleme Derneği) çalışanları Mart ayı başında bir eylem çağrısı yaptılar. Yayınladıkları çağrı metninde fazla mesai yaptıklarını, ek mesai ücretinin hiçbir koşulda ödenmediğini, çalışanların ofisteki mola yerlerinde kameralarla izlendiğini ve mola sürelerinin sürekli kontrol edildiğini açıkladılar. Bu eylemden sonra 7 Mart’ta Roza Kahya 4 aydır çalıştığı KA-DER’deki basın ve sosyal medya koordinatörü pozisyonundan çıkarıldı[1]. Mart başında gerçekleşen eyleme giden süreci Roza Kahya’nın tanıklığıyla anlamaya çalışalım.

 

Aslında sivil topluma yabancı olmayan, daha önce proje asistanlığı yapmış ve yayınevlerinde çalışmış olan Roza’nın, KA-DER’deki pozisyonu ilk sigortalı işi olmuş. Burada çalışmaya başladığında sendikalı olması gerektiğini düşünmüş ama ilk başta çevresindeki insanlar buna dair destekleyici davranmamış. Bunun 1980’lerden bu yana süregelen ve solculuğun, örgütlenmenin başa illa ki bir bela getireceği fikriyle de ilgisi var muhtemelen. Roza sendikalı olmanın öcüleştirilmesinin iktidarla da ilgisi olduğunu düşünüyor: “Genel olarak iktidarın getirdiği sendika politikaları, yeni yargı paketleri derken, çalışanlarda sendikalı olma çekincesi başladı. Çünkü sendikalı olmak çekinilecek bir şey, sendikalı olursan işten atılırsın. Malesef bizde de böyle bi durum vardı.”

 

Ek mesaiye kalma, bunların ücretlendirmede bir karşılığı olmaması gibi durumlar, çalışanların sorunlarının bir türlü gündem olmayışı ve bunların yönetimle konuşulamayışı üzerine çalışanlar sendika süreçlerini hızlandırmışlar ve Ocak’ta sendikalı olmuşlar.

 

Peki şöyle bir özetlemek gerekirse KA-DER’de çalışanların talepleri nelerdi?

Fazla mesainin bir norm haline gelmesi ve bunun ücretlendirme veya denkleştirmeye yansıtılmaması, performans değerlendirmesi uygulaması, çalışanların molalarının kamerayla sürekli izlenmesi (kaç kere tuvalete gidildiği, kaç kez sigara ve kahve molasına çıkıldığı, çalışanların aynı anda molaya çıkamaması), regl izinlerinin Pazartesi ve Cuma günleri olamaması (3 günlük tatil yapılmaması için), 8 Mart’ın izinli olmaması, kanunda belirtildiği üzere yeni yılda yüzde 50 oranında zam yapılmamış olması.

 

Süreçte Yönetim Kurulu Başkanı ve aslında genel koordinatör gibi çalışan, iş dağılımını, takibini yapan Nuray Karaoğlu ile pek çok kez konuşmaya çalışmışlar.  Görmezden gelinme, erteleme, ciddiye alınmama ile diyalog yollarının kapandığını görmüşler. Bu diyalog çabası ortalama 2 ay sürdükten sonra kadın örgütlerine de çağrı yaparak eylem kararı almışlar.

 

Aslında kurumdaki pek çok çalışanı etkileyen baskıcı ve çalışanların temel haklarını görmezden gelen uygulamalar kurumun var olan yapısına mal edilmeye çalışılmış. Fazla mesaiye kalmanın normal olmadığını açıklamaya çalıştıklarında “benimle tartışacağına işini yapsaydın mesaiye kalmazdın” cevabını almışlar. “Zaten mesaiye kalışımız bizim beceriksizliğimizden, yavaşlığımızdan. Bunun onlarla ya da yanlış kurumsallaşmayla hiç ilgisi yok gibi davrandılar,” diyor Roza.

 

Sivil toplumdaki en önemli meselelerden biri de ücretli ve sigortalı olarak çalışılan işlerin, birçok durumda “gönül verilerek” yapılan, dolayısıyla tüm esnekliklerin meşru olduğu bir alan/sektör olarak görülmesi. Fazla mesai mi? Dünyayı daha iyi bir yer yapmak için çalışanların ödemesi gereken “minicik” bir bedel sadece.

 

Özellikle KA-DER gibi feminist ilkelerle örgütlendiğini iddia eden bir kurumun çalışan kadınların haklarını görmezden gelmesi çalışanları çok şaşırtmış. Ek mesainin ücretlendirilmemesi, zam oranlarının çok düşük olması, insanca/mobbingsiz çalışma koşullarına ek olarak performans değerlendirmesi uygulaması da çalışanları epey zorlamış. Çalışanların yaptıkları işleri saatlere dökmelerini ve raporlamalarını talep eden bu sistemin de sivil topluma uygun olmadığını belirtiyor Roza. Çünkü örneğin, kendi durumunda yazdığı okuduğu şeylerin hepsi için saat tutması mümkün değil, beyin fırtınası gerektiren bir iş yapıyor: “Burası kar amacı gütmeyen bir yer sonuçta fabrika değil. Yaptığımız üretimle somut mal ortaya çıkartmıyoruz. Bu mal satışa çıkarılıp kar edilmiyor. Bunun üzerinden ölçemezsin beni. Molalarda imza atıyoruz, günde kaç sigara içtiğimizin peşine düşülüyor… Bunlar bir sivil toplum kuruluşunda olacak şeyler değil.”

 

Performans değerlendirmesi meselesinin üzerine, kurumla iletişim kurulamayınca, Sosyal-İş sendikası devreye girip üyelerinin çalışma koşullarıyla ilgili görüşme talep etmiş. Buna ilk etapta olumlu bakılmış, sonra biz size döneceğiz deyip sendikayı oyalamaya ve telefonlara/maillere geri dönmemeye başlamışlar. En nihayetinde tarih olarak 31 Mart seçimlerinden sonrayı göstermişler. Bu arada uygulanan mobbing’in dozu gitgide artmış ve bir personel toplantısı yapılmış. Toplantıda da çalışanlar kurumu sendikaya şikayet etmekle suçlanmışlar. “Taleplerimizin hiçbiri dinlenmediği için bu yola girdiğimizi açıklamaya çalıştık,” diyor Roza. Bu toplantıdan sonra sadece 8 Mart ve regl izni günleriyle ilgili sınırlamanın kalkmasına olumlu baktıklarını, bunu Yönetim Kurulu’na taşıyacaklarını söylemiş kurum yönetimi. Çalışanlar da sendikayla konuşup, yeni uygulamaları kabul etmediklerini, taleplerinin hala geçerli olduğunu belirten bir metin hazırlayacaklarını iletmişler. Roza bu süreçteki en önemli taleplerinin resmi zam oranı olan “yüzde 50 zam” olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Maaşlarımız yatınca yüzde 13,5 zam yapıldığını öğrendik. Elimizden gelen bu, bütçemiz bu kadar dendi.” Bu durum sivil toplumda çalışan pek çok insan tarafından benzeri şekilde tecrübe edilmiştir diye tahmin ediyorum. Sivil toplum bazen öyle bir alan ki en çok kendimize yapılan haksızlığı idare etmemiz, en çok bizim çalıştığımız kuruma ve onun imkansızlıklarına anlayış göstermemiz bekleniyor.

 

Çalışanlar 1,5 ay süren iletişim kurma çabalarının sonuç vermemesi üzerine eylem kararı almışlar. Roza bu eylemin sadece bir çalışan veya sendika eylemi olmadığının altını çiziyor anlatırken: “Burada yaşanan sorun tüm kadın hareketinin de sorunu. ‘KA-DER kendine feminist diyorsa bunu hep birlikte tartışabilmeli, dönüştürebilmeliyiz. Eylem bunun öncüsü olsun istedik. Keza güzel de bir eylem oldu. Eylemi yapacağımız tarihle duyurduğumuz tarih arasında günler vardı. O arada da sendikayı arayıp ‘tamam görüşelim, bu duruma düşmeyelim’ diyebilirlerdi. Ama yapmadılar.”

 

Roza tüm bu süreçte, kurumun “iş veren pozisyonundaki kişilerin çalışanlarla aynı durumda ve eşit olduğunu, yönetim kurulundaki insanların gönüllü olarak KA-DER’e emek verdiğini,” iddia ettiğini de ekliyor: “Doğal olarak şunu diyorsun, madem bütün bunlar böyle, neden ben 187 liraya yemek yiyorum da sen 400 liraya yiyorsun? Sen istediğin saatte çalışabiliyorsun, bana bu alanı yaratmıyorsun. Beni anlamamak, dinlememek üzerine bir sistem kuruyorsun. Madem bu iş gönüllülüğe dayalı, bugün herhangi biri KA-DER’de gönüllü olmak istese, uzun zamandır gönüllü çalışan yönetim kuruluyla eşit koşullarda mı olacak? Olmayacak biliyoruz. Siz işverensiniz, gönüllü değilsiniz. Beni işe alan, işten çıkarma gücüne sahip insan değil mi işveren?” Roza’nın bahsettiği mesele sivil toplum alanındaki mobbingi görünmezleştiren belki de en önemli argümanlardan biri. Hak savunuculuğu alanında herkesin eşit bir şekilde çalıştığı yanılsaması insanların en temel haklarını bile talep etmekten geri durmasına sebep oluyor. Çünkü “hepimiz çok zor koşullarda çalışıyoruz.”

 

Sosyal-İş Sendikası 10. İş Kolu üzerinden örgütlenen DİSK’e bağlı bir sendika. Türkiye’deki işçilerin önemli bir kısmı 10. İş Kolu’nda çalışıyor. 10. İş Kolu’nun kapsamı şu şekilde: Ofis çalışanları, eczacılar, avukatlar, özel sektör öğretmenleri, ücretli öğretmenler, muhasebe alanında çalışanlar, market-mağaza işçileri, bilişim sektörleri ve sivil toplum çalışanları. Sosyal-İş’e bu iş kollarında çalışan herkesin e-devlet üzerinden üye olması mümkün. Herhangi bir aidat ödenmesi gerekmiyor. Roza, KA-DER’in Sosyal-İş’le görüşmeyişinin sendikayı yetkili sendika olarak görmemelerinden kaynaklandığını, savunmalarını bunun üzerinden yaptıklarını belirtiyor[2].

 

“Toplu iş sözleşmesi yapılabilmesi için sendikanın genel üye sayısının tutması (yüzde 40) gerekiyor[3]. Sendikanın üyeleri var tabii ki, işe iade durumlarında vs. davaları sendika kazanabiliyor. Türkiye’deki yasal açıklar ise bir yetki tartışmasına sebep oluyor. Kurumlar tarafından sendikaya verilen cevaplarda yetki tartışması kullanılıyor. Burada devreye devletin belirlediği sınırlar giriyor. Halbuki özellikle toplumsal cinsiyet üzerine çalışan sivil toplum kuruluşları, zaten kadınların sendikal olarak örgütlenmesini önceliyor olmalı. Feminist hareket yıllardır kadınlar sendikalara üye olsun ve o sendikalarda söz, yetki sahibi olsun diye de mücadele veriyor. Bu yüzden bu yetki tartışmasını kabul edilemez buluyoruz.”

 

Fisek.org’da yayınlanan “2023 Temmuz İşçi Sendika İstatistiklerinin Dili” araştırması Türkiye’de sendikal örgütlenmenin epey sınırlı olduğunu gösteriyor[4]. 16 milyonun üzerinde olduğu tahmin edilen çalışan nüfusun yüzde 85’i sendika üyesi değil, sendika üyesi olanların çok büyük bir kısmı ise toplu sözleşme yapma hakkına sahip olmak için gerekli çoğunluğa ulaşamamış. Ayrıca özel sektörde sendikal örgütlenme, kamu çalışanlarının sendikal örgütlenmesinden çok daha az. Yani Sosyal-İş Sendikası bağlamında tartışmaya açılan bu yetki meselesi pek çok sendikanın da sorunu ve aslen yasalardaki sendikal örgütlenmenin önünü tıkayan düzenlemelerden kaynaklanıyor.

 

KA-DER çalışanların koşullarıyla ilgili Sosyal-İş’le görüşmemesini meşrulaştırmak için bütçenin sınırlılığını ve daha fazla zam yapamayacaklarını da öne sürmüş. Roza bunun koşulları değiştirmemek için bahane olarak kullanıldığını düşünüyor ve ekliyor: “Sınırların olmasını anlıyorum ama yapılacak çok şey var. ILO’yu[5] (International Labour Organization) [Uluslararası Çalışma Örgütü] imzalarsın, üzerimizdeki baskıyı azaltırsın, ona göre yapısal değişiklik yaparsın. Sendikayla oturmamayı tercih etmekle sendikanın yetkisini tartışmakla aynı şey değil bunlar.”

 

Sivil toplum, fonlarla, dar alanda ve spesifik projelerle çalışan bir mekanizma. Bu yüzden, her ne kadar çeşitli alanlarda hak savunuculuğu yapılsa da, esnek çalışma, bütçe sınırı dolayısıyla zam yapılamaması gibi durumlarla karşılaşılabiliyor. Roza da bu meselelere aşina olduklarını ancak bu kadar baskı görmeyi beklemediklerini belirtiyor. “Sivil toplumun en büyük iddiası hak temelli çalışmak. Devletin belirlediği yasaların yanlış ve yetersiz olduğunu söyleyen, bunların değişmesi için çabalayan bir mekanizma bu. Dolayısıyla kendi içinde de bu talep paralelinde en uygun dönüşümü sağlaması gereken yer sivil toplum. Mesele bunu yapmaması. Sonuçta fabrika patronu karının derdine düşer, işçinin nasıl çalıştığının derdine düşmez. Ama bir sivil toplum kuruluşunun ‘bizim amacımız hak savunuculuğu’ deyip kendi çalışanlarına bunu yapması bambaşka bir mesele.”

 

Sendikanın, çalışanların eylemlerini destekleyip desteklemediğini merak ediyorum, Roza bu süreçte Sosyal-İş ve feminist hareketin kendilerini çok desteklediğini, bu konuda şanslı hissettiğini söylüyor: ”Net olarak ‘bütün süreci birlikte götüreceğiz, işçinin talebi neyse o’ dediler. Eylemse eylem, teşhirse teşhir…’ Geçmiş deneyimlerden fikrimizi sunarız ama meseleşi yaşayan sizsiniz’ dediler. Gerçekten de bu şekilde ilerledik birlikte. Kadın hareketini de yok saymayan bir şekilde çalıştılar. Sürecin başından beri yanımızdalar.”

 

Roza ile sürecin nasıl devam edeceğini tam olarak kestiremediğimiz bir günde 18 Mart’ta konuşmuştuk. Biz konuştuktan birkaç gün sonra feminist hareket KA-DER’e kamuoyu baskısı uygulamak için Kadın Adayları Destekleme Derneği’nde (KA.DER) çalışan kadınlara yönelik hak ihlalleri ve işten çıkarmaya dair çağrımızdır başlıklı imza metnini yayınladı[6]. 3 Nisan’da KA-DER sendika ile görüşmeyi kabul etti. Sendika tarafından Roza’nın işine geri dönmesi ve çalışan herkes için koşulların iyileştirilmesi için talepler yeniden iletildi. Bir arabuluculuk süreci önerildi. KA-DER bu talepleri yönetimle konuşmaya karar verdi ve Nisan sonunda tekrar görüşülmesi kararı alındı.

 

Bu röportajı Ayşe Düzkan’ın Kadın İşçi’de yazdığı “bu hal kader mi?” metninden bir alıntıyla kapatmak istiyorum. “kader, kabul edilemez ilişkilerin yaşandığı tek yer değil belki ama ayyuka çıktığı yer oldu.” Bu yüzden sivil toplum sektöründe örgütlenmeye, olası hak ihlallerine karşı bir arada hareket etmeye ihtiyacımız var. Çünkü sonuç olarak sivil toplum da emek-ücret, emek-haklar dengesinin gözetilmesi gereken bir iş alanı. Özellikle şubat’tan beri sivil toplum alanındaki çalışmalarını artıran Sosyal-İş bu alandaki çalışanların örgütlenebileceği önemli alanlardan biri. Ayda bir düzenlenen Sivil Toplum Çalışanları ve Katılımcı Sendikacılık forumlarının örgütlü mücadeleyi güçlendirmesi dileğiyle.

 

 

[1] https://www.sosyal-is.org.tr/8_martta_kaderde_kadin_isci_isten_atildi.html

[2] https://www.sosyal-is.org.tr/kamuoyunu_bilgilendirme.html

[3] Kurulu bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde birinin üyesi bulunması şartıyla işçi sendikası, toplu iş sözleşmesinin kapsamına girecek işyerinde başvuru tarihinde çalışan işçilerin yarıdan fazlasının, işletmede ise yüzde kırkının kendi üyesi bulunması hâlinde bu işyeri veya işletme için toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkilidir.

[4] Kaynak: “2023 Temmuz İşçi Sendika İstatistiklerinin Dili”

[5] Birleşmiş Milletler kuruluşları içinde hükümet, işveren ve işçiden oluşan üçlü yapıya sahip tek kuruluş olan ILO, sosyal adaletin temel unsurları olan insan haklarına saygıyı, saygın yaşam standartlarını, insanca çalışma koşullarını, istihdam olanaklarını ve ekonomik güvenceleri geliştirmeye ve tüm çalışanlara ulaştırmaya çaba göstermektedir. Kaynak: https://www.ilo.org/ankara/about-us/WCMS_372880/lang–tr/index.htm

[6] İmza metnine buradan ulaşabilirsiniz.

 

 

Ana görsel: KA-DER çalışanlarının düzenlediği eylemden bir kare.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YKenarda Köşede Kalmış Bir Kadınlar Arası Dostluk Dizisi: Hacks
Kenarda Köşede Kalmış Bir Kadınlar Arası Dostluk Dizisi: Hacks

3 sezon boyunca aşk ve nefretle sarmalanmış bu anlatı, iki kadın karakterin birbiriyle etkileşime girdiği, iletişim kurduğu her an dönüşüyor ve değişiyor. Dostluğun ve yakınlığın gücü de buradan gelmiyor mu?

KÜLTÜR

YAşk, Yalanlar ve Kan: Kristen Stwewart’ın Hollywood’a Açılma Filmi
Aşk, Yalanlar ve Kan: Kristen Stwewart’ın Hollywood’a Açılma Filmi

Kristen Stewart ve yapımcı partneri Dylan Meyer’ın lezbiyen film camiasını yerinden oynattıkları Love, Lies, Bleeding (2024) filmi sonunda vizyona girdi! Tabii ki, ülkemiz hariç pek çok yerde… Tanıtım turundan, verilen röportajlara kadar “ıslak ve kışkırtıcı” bir lezbiyen yapımı olduğundan emin olduğumuz filmin basit bir anlatısı ve kara komik detaylarla bezenmiş bir tarzı var.

KÜLTÜR

YGeçişin, Yolda Olmanın, Öğrenmenin ve Dayanışmalar Kurmanın Filmi: Crossing (2023)
Geçişin, Yolda Olmanın, Öğrenmenin ve Dayanışmalar Kurmanın Filmi: Crossing (2023)

Film kapanırken Lia, Tekla ile sokakta karşılaştığını ve onun sevgilisiyle yaşadığı bol çiçekli, bitkili evine gittiğini hayal ediyor. Yeğeniyle trans bir kadın olarak açıldığı için kurmadığı, toplumsal baskıya yenik düşen ilişkilerini toparladığını hayal ediyor ve aramaya devam ediyor. Yolda olmanın, denemenin, öğrenmenin asıl mesele olduğunun altı çizilmiş oluyor böylece. İstanbul, o yakadan bu yakaya geçilen, beş benzemez insanın karşılaşıp bir araya geldiği, kaosun hüküm sürdüğü böyle bir şehir ne de olsa...

KÜLTÜR

YAtarlı Rap’in Mitik Prensesi: Harpya*
Atarlı Rap’in Mitik Prensesi: Harpya*

İtiraf ediyorum, Mayıs 2023’teki yoğun seçim gündemini atlatabilmemi iki rapçiye borçluyum. Bunlardan biri Gazapizm, diğeri Harpya’ydı. O kadar yorucu, sinir bozucu ve öfkeli zamanlardı ki sadece rap dinleyip sokakta hızlı hızlı yürüyordum. Harpya epeydir tanıdığım ve tanımadan önce de müziğini çok sevdiğim biriydi. Öfkesi, öfkesini ifade ediş biçimini dinlemek bana epeydir çok keyfi veriyor.

Bir de bunlar var

Ölüler için alternatif bir hafıza oluşturmak: Fiziksel ölümde öl(e)meyen nedir?
Geçen Hafta ve Türk Medyası
Bir Cinayet, Bir Park

Pin It on Pinterest