Yazar Flannery O'Connor, keskin nişancılık ve resimlere uzaktan bakmak üzerine...

YAZI

İyi Portre Bulmak Zor

Hayata lupus hastalığı yüzünden erken veda eden, yazarlık bavuluna 31 kısa hikaye ve iki roman sığdıran Flannery O’Connor, hikayelerinde memleketi Georgia düzlüklerinin zalim, korkunç, gizemli, hazin ve sonuna kadar garip gerçeğini akıl almaz bir ustalıkla işler. (Zaten başlığı da “İyi İnsan Bulmak Zor” isimli inanılmaz hikayesinden yürüttüm) Flannery O’Connor: Bütün Eserleri‘nin önsözünde Robert Giroux, O’Connor’ın sakin mizacıyla birleşen beklenmedik dehasını anlatırken Iowa Yazarlık Atölyesi’ne başvuru tarihini kaçırdığı halde bomba gibi girişini, sınıftaki sessizliğini, ve bir yayıncıyla ilk karşılaşmasını anlatır:

 

“Senenin sonunda, para meselesi bir sorun haline gelmeye başladığı zaman temsilcisi O’Connor’a daha büyük bir avans koparabilmek için romanı Wise Blood’ın yeni bölümlerini bir yayıncıya göndermesini tavsiye eder.  20 Ocak 1949’da O’Connor temsilcisine cevap verir: “Ekte yayıncıya gösterilmek üzere romanın ilk dokuz bölümü var, lütfen yayıncılara göster ve para meselesini de konuşmaya başlayalım. Bu bölümler tabii ki bitmiş değiller, ama birine gösterilecek kadar bitmiş sayılırlar. Ne diyeceklerini sabırsızlıkla bekliyorum.”

 

O’Connor yayıncının ne dediğini 16 Şubat’ta öğrenir ama aldığı cevap hiç hoşuna gitmez. Yazım sürecinin bu erken aşamasında yayıncının endişeleri de anlaşılmaz değildi aslında. Wise Blood garip bir kitaptı, bunu Flannery de her zaman kabul etmiştir. Flannery’nin kabul edemediği, yayıncının mektubunun tonuydu. Yayıncı Flannery’nin epey keskin bir nişancı olduğunu, kendisinin hayranlık uyandırıcı bir yeteneğe sahip olduğunu, fakat kitabın bazı bölümlerinin devamlı yeniden yazılması sebebiyle anlaşılmaz hale geldiğini söyler. Dürüst konuşması gerekirse kitapta belki de Flannery’nin kendi hayat tecrübelerinden gelen büyük bir yalnızlığın sezildiğini, bunun okuma tecrübesini büyük ölçüde sınırladığını belirtir ve üstüne şunu ekler: “Keşke oturup bana kitapta neyin ne olduğunu açıkça anlatsan.” Yayıncı mektubunu dürüstlüğünün kusuruna bakmadığını umduğunu söyleyerek de, bitirir.

 

Bunun üzerine Flannery hemen Bayan McKee’ye bir mektup yazar: “Lütfen bana bu tüccar, keskin nişancı yaklaşmın ne olduğunu açıklayın. Anladığım kadarıyla yayıncı bu romanı benim beceriksiz ellerime bırakıldığı haliyle satın almayacak, ya da bu noktada romanı kurtarıp geleneksel bir şeye çevirmeye çalışacak. Mektup kafası pek çalışmayan kampçı bir genç kıza yazılmış gibi. Bunun gibi mektupları bir ömür boyu okuyup durmayı dört gözle bekliyorum diyemem.”

 

Ama gene de,  işine bağlılığını kanıtlamak için ertesi gün yayıncının mektubuna cevap verir: “Bitmiş haliyle romanın varmak istediği yerin daha açık olacağını umuyorum. Fakat romanımı kıymetli kılan herhangi bir şey varsa, bu bahsettiğiniz sınırlanma hissine göbekten bağlıdır diye düşünüyorum. Ben geleneksel bir roman yazmıyorum ve kendisini özel kılacak şeyin tam da bu gariplik, benim hissettiğimi düşündüğünüz yalnızlık hissinden doğacağına inanıyorum. Özetle eleştirilere açığım ama ancak yapmaya çalıştığım şeyin çerçevesinde; size başka türlüymüş gibi davranamayacağım. Kitabın bitmiş hali umarım daha az köşeli olacak, ama size güvenle söyleyebilirim ki elinizde tuttuğunuz dokuz bölümden daha az garip olmayacak, hatta tam tersi.”

 

Yaa. “Karamürsel sepeti mi sandın?” diye yapıştırmış cevabı. O’Connor bunlardan sonra başarıya doymuyor tabii ki, yazarlığı ile ilgili kendisine bir daha “Bir derdin mi var, anlat küçük kız” çeken olmuş mudur merak ederim. Ama bu gariplik ve yalnızlık hususu, ömrünün sonuna kadar annesiyle yaşamış, epey çekingen bir kadın olan O’Connor’ın nasıl karşılandığı meselesi daha sonra da karşısına çıkmış. Büyük bir doğa ve tavuskuşu düşkünü (evet) olan O’Connor, boş zamanında resim de yaparmış.

 

flannery2

 

Yukardaki otoportresi hakkında çeşitli mektuplarında mükemmel şeyler söylüyor:

 

20 Ekim, 1955: “Ekteki işinizi görür umuyorum. Geri göndermenize gerek yok. Soldaki benim, sağdaki ise ilham perim. Bu üç sene önce yaptığım bir portrem. Yaptığım resimleri benden başkası beğeniyor diyemem. Tam olarak bu resimdeki gibi görünmüyorum ama kendimi böyle hissediyorum. Resme uzaktan baksanız daha iyi galiba.”

 

30 Ekim, 1955: “Harper’s Bazaar’a kendi portremin bir kopyasını gönderdim ve iinanır mısın, şöyle dediler: “Tam olarak istediğimiz bu değildi, biraz gergin görünüyorsunuz, bunun yerine bir fotoğraf gönderebilir misiniz?” Aynı resmi Harpercourt Brace’e de yolladım, kitabın arka kapağında kullanılması için. Onlar da “Açıkçası biraz garip görünüyor, kitabın satışını arttıracağını pek düşünmüyoruz,” dediler.

 

19 Haziran, 1963: “Bu arada o portredeki tavuskuşu değil, sülün. Eskiden sülün yetiştiriyordum ama başa çıkamadım, hem çok iyi bakılmaları hem de kafeste tutulmaları gerekiyor. Tavuskuşları kendi kendilerine bakıyorlar. Ama sülünün görünüşüne de bayılıyorum. Boynuzları ve şeytan gibi bir suratı var. Bu portreyi on sene kadar önce yaptım, epey şiddetli bir lupus atağından hemen sonra. İnsana ayyüz dedikleri bir görünüm kazandıran kortizon ilacını kullanıyordum ve saçlarım da yüksek ateşten dökülmüştü, yani aşağı yukarı aynen portredeki gibi görünüyordum. Çizerken ne aynaya, ne de kuşa bakmadım. İkimizin de neye benzediğini gayet iyi biliyordum.”

 

flannery3

 

Ne zaman biraz içim şişse bu fotoğrafı açıp Flannery O’Connor’ın kendini  çirkinleştirme cesaretini gösterdiği otoportresinin önündeki sakin oturuşuna bakıyorum. Hem Harper’s Bazaar’ı, hem yayıncısını bayağı bayağı trollemesine, kendi onayladığı temsilini ısrar ve inatla göndermesini düşünüyorum, sonsuz hoşuma gidiyor. İyi portre buldun mu bırakmayacaksın, inatla ve gülerek, devamlı göndereceksin birilerine.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBu Resim Gitmeli Mi?
Bu Resim Gitmeli Mi?

Sanatçı Hannah Black'in siyah bir çocuk cesedini tasvir eden sanat eserinin var oluşunu ve sergilenmesini eleştirdiği açık mektubundan hareketle: "onurlandırmak" ve "lafı ağzına tıkmak" arasındaki ince çizgi nerede durur?

KÜLTÜR

YMary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar
Mary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar

Cambridge Üniversitesi Klasikler Profesörü Mary Beard'ın konuşması: Kadınlar Antik Yunan'dan bugüne güçle nasıl ilişkilendi?

SANAT

YÖlüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann
Ölüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann

Renate Bertlmann, 1970’lerde bir çok çağdaşı gibi 1968’in devrimci atmosferi ve ikinci dalga feminizmin gücüyle kadın bedenini bir kutlama ve devrim aracı olarak yeniden kurgulayan eserler üretmiş.

SANAT

YGüncel Kızlar (1977)
Güncel Kızlar (1977)

Vintage sarısı, yalnızca çözülmüş meselelere, başarıyla alınmış haklara mı değer?

Bir de bunlar var

Marx da Olsa, Kız Babası!
Mağdurun Failliği
Ne Yersen Osun, Bu Playlist Kulağımıza Küpe Olsun

Pin It on Pinterest