Uyarı: Aşağıdaki yazı çocuklukta yaşanmış cinsel istismarla ilgilidir. Bu tür yazıları okurken daha önce yaşamış olduğunuz olayı/olayları zihninizde tekrar yaşayabilirsiniz, korku ve kaygılarınız yüzeye çıkabilir. Böyle durumlarda okumayı bırakmak, ihtiyaç duyduğunuzda, gücünüzü topladığınızda tekrar okumaya dönmek isteyebilirsiniz.
Neden bir filmle konuşuyorum?… Hikâyemi bir başkasının (Sevgi’nin) hikâyesi üzerinden anlatmak belki daha kolay. Belki yaşadıklarımı ben değil Sevgi yaşamış oluyor. Çünkü bu hikâyenin benim olduğuna bir türlü inanmak istemiyorum. İnanamıyorum. Babamın beni bu kadar değersizleştirmiş olabileceğini kabul etmek istemiyorum. Babam için değerimin belki de köyünde tecavüz ettiği bir eşekten farkı olmadığını kabul etmek istemiyorum. Babam için mesele bu kadar basit belki. Annem için de. Bir eşeğin tecavüzünü ne kadar önemsiyorlarsa o kadar önemsediler belki beni. Bu değersizleştirmeyi kabul edemiyorum. Bu dünyada seni ilk kez kucağına almış olan insanların sana bunu yapmış olmalarını kabul edemiyorum. Seni korumakla görevli olan sana tecavüz ediyor. Babamın ilk tecavüzü de sanki bunu teyit eder gibi.
Rüyamda yılan gördüm. Çok korktum, uyandığımda hala korkuyordum. Oda zifiri karanlık. Lambanın düğmesi yakın ama yataktan çıkmaya korkuyorum. Odada bir ben varım bir de babam. Sesleniyorum. “Baba… Baba… Baba… ”Cevap veriyor. “Rüyamda yılan gördüm.” Işığı yakıyor, beni yatağımdan alıp kendi yatağına götürüyor. Babam bana sarılıyor uyuyorum korkum geçiyor. Bacak aramda bir acıyla uyanıyorum. Sert bir şey bacak aramda gidip geliyor. Ne oluyor anlamıyorum.
Şu an empati kurmak için birkaç saniye hayal etmeye tahammül edemediğiniz –edemediğim- bu hikâye nasıl bana ait olabilir?… Bu tür hikâyeleri şimdiye kadar sahiplenen kimseyi görmedim. Arkadaşlarımdan cinsel istismar hikâyelerini anlatanlar oldu. İlkolkulda ezberledikleri şiirleri okur gidiydiler. Dayım yaptı, amcam yaptı, kuzenimdi, bakıcı kadındı… 7-8 yaşlarındaydım, 2,5 yaşındaydım galiba, 5 yaşındaydım… Kimseye söylemedim, sonradan anneme söyledim, sonradan anneme söyledim… Yok, söyledikten sonra hiçbir şey yapmadılar…
Kimisi de “Bir arkadaşımın” başından böyle bir şey geçmişti diye başlar hikâyeye. Bir arkadaşım diyerek anlatmaya başlayanların hep kendi hikâyeleri olduğunu düşünmüşümdür. Belki ben de anlatmaya cesaret edemediğim zamanlar hikâyeme “bir arkadaşım” diyerek başladığım için.
Sevginin tecavüze uğradığını banyo kapısının aralığından görülen bir duş perdesinin kıpırdamasından anlıyorsun. Başka hiçbir işaret yok, ne bir ses, bir çığlık, bir itiraz. Tecavüz denince insanın aklına ilk direnme, çığlık gibi şeyler gelir değil mi? Ama baban tecavüz ettiğinde bunların hiçbiri olmaz. Bağıramazsın çünkü ne olduğunu anlamazsın, bağıramazsın çünkü seni koruması gereken kişidir sana tecavüz eden, bağıramazsın annen üzülür, bağıramazsın çevredekiler sana babana kötü gözle bakar. En fazla yapabildiğin ağlamaktır. Sabah kalkarsın hiçbir şey olmamış gibi. Önlüğünü giyersin okula gidersin, dersini dinlersin. Teneffüs zili çalar diğer çocuklar gibi oyun oynarsın. Paydos zili çalar tekrar o eve dönersin. Tecavüze uğradığın, tekrar uğrayacağın o eve…
Günlük hayatında hiçbir şey değişmemiş gibi rol yapmaya çalışırken iç dünyanda çok şey değişmektedir. İç dünyanda hayat, hikâyeni intiharla nasıl sonlandıracağını beklemeye doğru gitmektedir. Çocukluğumun geçtiği kasaba çok muhafazakârdı. Kızlar okulu bitirir bitirmez (ilkokulda dahil) evlendirilirdi. Okulu bitirince ben de evlenmek zorundaydım. Evlenmezsem “Neden evlenmiyor, bakire değil mi?” diyeceklerdi. Zaten kimse sormayacaktı evlenmek ister misin diye. Evlenecektim. Gerdek gecesi bakire olmadığım anlaşılıp baba evine geri getirilecektim. Bakire olmayıp baba evine geri getirilmiş olmanın utancıyla yaşayamayıp kendimi asacaktım. Hep gözümün önündeydi gelinlikle ipin ucunda sallanan kız.
***
Bu yazı dizisiyle ilgili yazara ulaşmak isterseniz dilarasert40@gmail.com adresine yazabilirsiniz.
Görüntü: Emilio Pettoruti.