Uyarı: Aşağıdaki yazı çocuklukta yaşanmış cinsel istismarla ilgilidir. Bu tür yazıları okurken daha önce yaşamış olduğunuz olayı/olayları zihninizde tekrar yaşayabilirsiniz, korku ve kaygılarınız yüzeye çıkabilir. Böyle durumlarda okumayı bırakmak, ihtiyaç duyduğunuzda, gücünüzü topladığınızda tekrar okumaya dönmek isteyebilirsiniz.
Önceki yazılar: İstismar Günlüğü.
Kız ondört yaşında, bütün köy tecavüz etmiş, abisi de dahil. İstismar sekiz yaşında iken başlamış. Bütün köy biliyor. Duyanlar istismarı durdurmak yerine bildiklerini, kızı istismar için kullanıyor. Olay mahkemeye intikal etmeden önce anne, abinin tecavüzünü öğreniyor ve “Tüm suç kızımın!” diyor. Bu haber çok tanıdık değil mi? Buna benzer o kadar çok haber okuduk ki. Köylülerin yaptığı, abinin yaptığı, annenin tavrı…
Ben bu haberleri her okuyuşumda bütün tecavüzleri hissediyorum. Kızın yaşadığı her şeyi hissediyorum. Sonrasında da bu yaşananları durdurabilirmişim gibi, bu yaşananlar benim yüzümdenmiş gibi suçluluk duyuyorum. Sanki ben konuşsam, yaşadıklarımı anlatsam, suçlarını babamın annemin suratına haykırsam bu istismarlar duracak. Konuşup asıl suçlunun kız olmadığını (ben olmadığımı) herkese söylemek istiyorum. En çok da o kıza. En çok onun ihtiyacı var bunu duymaya. En çok o inanıyor suçlu olduğuna.
Amcamlar tecavüzü öğrendikten kısa bir süre sonra babama cinsel istismar davası açmaya karar veriyorum. Artık yüzleşmek istiyorum babamla. Mahkeme kurulsun, suç asıl sahibine verilsin istiyorum. Amcamlara anlatmam da belki bir patlamanın sonucu değil, belki babamla yüzleşmenin bir adımıydı. Dava bir ilk olacak. Üzerinden uzun bir süre geçmiş aile içi cinsel istismar konusunda bir ilk.
Bir ilk olması hem gururlandırıyor hem kaygılandırıyor. “Uzun zaman” deyiminin bir ilk dava olması açısından lehime bir durum olmasını beklerken aleyhime bir durum olabileceğini öğreniyorum. “Uzun zaman” yani “Zaman aşımı”. Savcı zaman aşımı deyip davayı açmayabilir. Komik geliyor, gülemiyorum tabi. Zaman neyi aşıyor?
Hukuki olarak inceleyip davanın zaman aşımı olmayacağına karar veriyor avukatlar. Adli Tıp’a çıkıyorum, rapor için. Babamın bana tecavüz ettiğini ispatlamam gerekiyor… İspatlamak zorunda olmak, hem de Türkiye’de. Olayın üzerinden yirmi üç sene geçmiş, Adli Tıp fiziki muayene yapamıyor –bir de normal doğum var. Adli Tıp “Ruhsal Durum Değerlendirmesi” için randevu veriyor.
Adli Tıptaki insanların her ne kadar hassas olduklarını düşünsem de korkuyorum, “ya doğru söylediğimden şüphe ederlerse…” İlk başladığı zamana takılıyorum, kaç yaşında olduğumdan emin olamıyorum, sekiz miydi dokuz mu? Ben sekiz diye hatırlıyorum, ya dokuzsa? Mahkemede ben sekiz yaşındaydım dediğimde babam çıkıp “hayır yalan söylüyor, dokuz yaşındaydı” diyecek ve benim yalancı olduğum düşünülecek gibi, korkuyorum. Adli Tıpta, mahkemede, bunu anlattığım her yerde sanırım en çok korktuğum suçlu olmamak. Suçlunun ben olduğuna inanmak kolay. Benim yüzümden demek daha kolay. Diğerini anlamak, katlanmak zor. Suçlu ben değilsem, kim? Babam. Babam suçluysa bunu bilerek ve isteyerek yaptı. Peki neden yaptı? Babam beni neden böyle aşağıladı, değersizleştirdi? Babamla annem için bir değerim yoksa benim bu dünyada bir değerim olabilir miydi?
Olamazdı.
Adli Tıp Raporunu alıyorum. Rapora göz atıyorum sadece, okuyamıyorum. Rapor benim ailem ve akrabalarımla çekildiğim korkunç bir fotoğraf. Genç yaşta intihar eden bir amca, dışkısını yiyen deli bir babaanne, çocukluğunda cinsel istismara uğrayan bir anne, intihar düşünceleri, boşanma süreci, cezaevi, iki aylık bir çocukla tek başına kalmak… Adli Tıp görüşmesinden çok rapor beni şok ediyor.
Tımarhane diye düşündüğüm evimiz sülaleyi de içine alarak genişliyor raporla.
Mahkeme nasıl olacaktı? Ne soracaklardı? Annem çağrılacak mıydı? Annem bilmediğini söyleyecekti? Ben ne söyleyecektim annemle ilgili? Annem tutuklanabilir miydi? Bunu istiyor muydum? Hayır istemiyordum. Annem her ne kadar bilmediğini iddia etse de, benden af dilemese de, bildiklerinin ağırlığını taşıyordu. Onun daha fazla cezalandırılmasını istemiyordum.
Şahit olacak mıydı? Üstünden bunca yıl geçmiş bir tecavüzü ispatlamak için şahit önemliydi. Kız kardeşim biliyordu, acaba şahitliği kabul eder miydi? Evet biliyordu. Onun bildiğini öğrenmem de ayrı bir acı yüzleşmeydi. Yirmi üç yaşlarındayım. Kız kardeşim doğum günümde hediye almış. Bir kitap. Açıyorum, “Babam Öldüğünde Ağlamadım”. Anlamıyorum, kitabın arkasındaki özeti okuyunca… Ağlıyorum, kafamı kaldırıp yüzüne bakamıyorum. “Biliyor muydun?”… “Evet… “ “Bir gün biz uyurken, seni benim yanımdan zorla alıp kendi yatağına götürdüğünde…” Kız kardeşim yıllardır biliyormuş.
Mahkemede şahitlik yapacağını söylüyor. “Cezasını çeksin!”
Davanın gizli tutulmasına karar veriyorum. Basına yansımasın. Nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum. Bu ülke mağdurlarına çok iyi davranmıyor. Kız kardeşimin muhafazakar eşini ve ailesini düşünüyorum. Meclis yüzleşmesinde kuzenin söyledikleri aklıma geliyor “Bu olay duyulursa… Kız kardeşinin ailesini düşünmen lazım”. “Duysunlar. Bizim ne suçumuz var?… Sen böyle bir durumda ne yapardın?” “Ben kabullenmezdim” Yani boşanırdım.
Sonra kızım. Kızıma bu hikayeyi birilerinden duyarsa ben ne yapardım? Yetişkin bir kadın olduğunda konuşabilirdim onunla ve konuştuğum zaman hayatta kaldığım -evet artık mağdur değil hayatta kalan kelimesini kullanmak istiyorum- için benimle gurur duyacaktı. Ama ya zamanından önce öğrenirse ben bunu ona nasıl açıklayacaktım?
***
Bu yazı dizisiyle ilgili yazara ulaşmak isterseniz dilarasert40@gmail.com adresine yazabilirsiniz.
Görsel: Aleksandr Semenovich Kosolapov, İlk Slogan