ATV’de yeni yayınlanmaya başlanan bir dizi var: Kara Para Aşk. İlk bölümü gördükten sonra kurgusu itibariyle izlenebileceğini düşündüm. Kendi halinde asıl görev yeri Van olan bir polis, İstanbul’da yine kendi halinde ilkokul öğretmeni sözlüsüyle birlikte. Nişanlanmaları yakın. Polis sanıyorum İstanbul’a ödül almaya gelmiş. Çocuk tacirlerini yakalamış. O kadar tertemiz, iyi niyetli ve işine aşık bir polis ki ödül töreni dolayısıyla nişanını dahi ertelemiş. Neyse efendim, nişanlanacağı kadını sinema dönüşü evine teslim edip, anne-babaya hayırlı damat tadında iyi geceler dedikten sonra evden ayrılıyor kahramanımız. Ve o gece hayatının şokuyla karşılaşıyor. Anasının dizinin dibine bıraktığı sözlüsü, o gecenin ilerleyen saatlerinde ünlü bir iş adamının arabasında onunla birlikte başından aldığı tek kurşunla öldürülmüş bulunuyor. Dizinin bundan sonrası belli ki bu çok ünlü işadamının kızı ve kahramanımız arasında bir işbirliği yapılarak cinayetin çözülmeye çalışılması üzerine geçecek. Seyirci de bu ikilinin cinayeti çözüp kayıp halkaları birleştirirken birbirlerine aşık olmalarını izleyecek.
Ama benim burada takıldığım, üzerinde durmak istediğim konu insanların bu genç kız ve işadamı arasındaki ilişkinin ne olduğuna odaklanması. Adli tıp raporu gelir gelmez kızın sözlüsü ilk neye bakıyor dersiniz? Yaraları? Ölüm şekli? Ne sebepten ölmüş olduğu? Hayır canım. Tabii ki kızın bakire olup olmadığına bakıyor ilk. Kızın bakire olduğunu görünce de içi rahatlıyor. Çünkü bu durum öldürülen iş adamı ve genç kız arasında herkesin iddia ettiği ya da düşündüğü türden bir ilişki olmadığını gösteriyor. Kız bakire olmasaydı eğer metres damgasını yiyecekti hemen. Adamın karısı da aynı zihniyette, elbet. Gazeteciler çağırılıyor. Aile nüfuzunu kullanarak bu bilgiyi sızdırıyor ki adamın da ahlaksız olduğunu düşünmesin kimseler. Adamın ahlakı da yanında öldürülen kızın el değmemiş, lekelenmemiş olmasıyla ölçülüyor. Buradan aldığım mesaj şu: Kız bakire olmasaydı eğer hakkında yapılacak bütün suçlamaları hak edecekti. Zaten evlilik dışı cinsel ilişkiye girmiş bir kadının ahlaksız olarak yaftalanması kadar doğal bir durum olamaz. Eğer bakire değilse kesin metrestir. Çünkü ancak yollu, ahlaksız bir kadın evlenmeden önce cinsel ilişkiye girebilir. Kadının bakire olması onun ahlak anlayışını daha fazla sorgulamamızı da gerektirmiyor bu durumda. İş adamıyla nasıl bir dümenin içinde olursa olsun muhtemel metresliği kadar kara çalmıyor ne müstakbel nişanlısına, ne de kendisinin ya da işadamının ailesine. Kızımızın bekareti aklıyor onu bir nevi.
Bu kadar yoğun gündemin içinde – AKP bir seçim zaferine daha imza atmış, bir balkon konuşması daha yapılmış, başkentin belediye başkanlığı için türlü taklalar atılmış, birçok il-ilçe belediye başkanlıkları habire el değiştirmiş, ve Twitter iki hafta kapalı kaldıktan sonra açılmış iken- bu diziye bu kadar yoğunlaşmak da nereden çıktı diye sorabilirsiniz. Benim kafamda dizi ahlak tanımı açısından bağlanıyor gündeme. Türkiye’de şu andaki ahlak anlayışıyla bu dizideki cinsellik üzerinden yürütülen ahlaksız/temiz anlayışı tamamen birbiriyle örtüşüyor. Cinsellik üzerinden yapılan ahlaklı/ahlaksız tartışması hep alışık olduğumuz bir durumdu zaten. Ama son dönemde Foucault’yu defalarca rahmetle anmama sebep olan bir söyleme tutunmuş gidiyoruz ülkece. Foucault Cinselliğin Tarihi (1978) adlı kitabında cinselliğin tarihsel olarak söylemleştirilmesini konu edinir. Antik Yunan’da haz ve arzuyla tanımlanan cinsellik, Hristiyan öğretisi ve sonrasında medeni kanun ile daha çok üremeye indirgenmiş, haz ve arzudan soyutlanmıştır bir nevi. Viktoryen dönemde de tamamen özel alana hapsedilmiştir. Ancak Foucault cinselliğin özel alana hapsedilmesinin onun üzerindeki baskıyı daha da arttırdığından böylece cinsellik ve iktidar arasındaki bağların bu dönemde daha da kuvvetlendiğinden bahseder. Cinselliğin konuşulmuyor olması onun söylemleşmesine neden olur ve cinsellik hastanelerle, eğitim kurumlarıyla, hapishanelerle söylenmeyen üzerinden tanımlanmaya, sınırlandırılmaya başlanır. Bu da Foucault’nun daha sonra bahsettiği bio-iktidara (devletin kitleler üzerinde tahakküm kurmasına) yardım eder.
Biz de cinselliği çok rahat konuşan, üzerinde çok rahat yazıp çizebilen hatta araştırma yapabilen bir ülkede yaşamıyoruz. Bu durumun sadece son dönemlere ait bir durum olduğunu da düşünmüyorum. Bunun da altını çizmek isterim. Cinsellik çoğunlukla hastalık-sağlık ya da üreme üzerinden konu edilir zaten memleketimde. Dahası, yukarıda dizideki gibi, namus ya da namussuzluk ahlaklı ya da ahlaksız olma durumu bir kadının bedeni üzerinden onun cinsel geçmişine ya da bir cinsel geçmişinin olmamasına atıfta bulunularak tanımlanır. Son dönemde belki de benim dikkatimi çeken ya da beni çok rahatsız eden durum artık tabanda yaşadığımız bu tür tartışmaların yani cinsellik ile ahlak arasında kurulan bu paralelliğin (eyvah! Paralel dedim) neredeyse bir devlet politikasına dönüşmüş olması. Artık devletin en yetkin ağzından yapılıyor ahlaksızın ve ahlakın tanımı. O da tamamıyla cinsellik üzerine bina ediliyor. Birkaç örnekle açıklayayım ne demek istediğimi:
Yukarıda bahsettiğim dizideki gibi cinsellik ve cinselliğin kiminle nasıl nerede yaşandığı ahlak kavramını tanımlayan tek unsur oldu neredeyse. Meşru olmayan her tür cinsellik (ki meşruiyet elbette ki evlilik kurumuyla tanımlanıp sınırlandırılıyor) Erdoğan ve kurmayları tarafından ayıplanıyor, aşağılanıyor, dillere pelesenk edilip ahlaksızlıkla damgalanıyor. Son dönemde dört gözle beklediğimiz seks kasetlerinden çok önce başladık aslında ahlak anlayışını sadece beden ve cinsellik üzerinden tanımlamaya. Önce ‘genel ahlaksızlık’ diye bir terim kazındı dimağlara. Ahlaksızlığın genelini eşinden bir başkasıyla birlikteyken görüntülenen Baykal üzerinden tanımladı Erdoğan. O kasetin nasıl çekildiği, nasıl sızdırıldığı, hangi amaçla ortaya çıkarıldığı sorunsallaştırılmadı hiç. Baykal’ın istifasına giden süreç ve sonrasında, Erdoğan ahlaksız olanı ve ahlaksızlığı tanımlarken aslında kendisinin ne kadar ahlaklı olduğunu işledi tüm benliğimize. Ahlaklı olma durumunun da tamamen ailenin dışında cinsel birliktelik yaşanmayarak tanımlanabileceğini öğrendik o dönemde olanlardan. Yani iktidar, bu skandal üzerinden, ailenin dışında yaşanan cinsel ilişkiyi kamuya mal ederek aslında özel ve kutsal olan, korunması gereken cinselliğin ailenin içinde eşle yaşanan cinsel ilişki olduğu söylemini yeniden yeniden üretti. Sadece bununla kalmadı Deniz Baykal’ın bütün siyasi kimliği onun bu cinsel ‘ahlaksızlığı’ üzerinden sorgulandı. Başbakan özelde ahlaksız diye tanımladığını genele yaydı, ve Baykal, genel ahlaksız damgasını yedi.
Bu skandal ile hızını alan iktidar burada kalmadı, elbet. Gezi Parkı eylemleri de hükümet tarafından yapılan ahlak ve ahlaksızlık tanımlarının sadece cinselliğe indirgendiği bir başka mecra bana göre. Gezi Parkı’ndaki gençlerin kızlı erkekli kucak kucağa oturuyor olmasını şikayet etti başbakan anne babalara. Amacı, Gezi’de protesto edenlerin ahlakını sorgulayıp bütün direnişi ahlaksızlaştırmaktı. Bazı çevreler için bunu başardığını da söyleyebilirim. Polisin dağıtmasından sonra çadırlarda bulunduğu iddia edilen kullanılmış prezervatifler aslında Gezi’deki gençlerin seviştiğini değil, onların gayrimeşru ahlaksız sevişmelerinin savundukları her şeyi değersizleştirdiğini, küçülttüğünü ve meşruiyetini kaybettirdiğini gösterdi kamuoyuna. Tıpkı Hopa’da termik santralin kurulmasına karşı çıkan genç kadının ‘kız’ olup olmamasını savunduğu değerlerle ilişkilendirdiği gibi, Gezi’de gençlerin kızlı erkekli oturmalarından, uyumalarından da Gezi’nin ahlakını dolayısıyla meşruiyetini sorguladı Başbakan meydanlarda günlerce, durmaksızın.
Örnekler çoğaltılabilir. Her gün aynı mesajları veren söylemlerle karşı karşıya kalıyoruz ülkecek. Hükümet, bütün ahlaksızlıkları cinsel ahlaksızlığın gerisinde görüyor. Hatta cinsel alanda tanımlanmış olan ahlaksızlığın genel bir ahlaksızlık olarak algılanabileceğini bıkmadan usanmadan yorulmadan yineliyor. Foucault’nun iddia ettiği gibi iktidar cinselliği söylemleştirip ahlak kavramı üzerinden tahakküm kuruyor üzerimizde. Böylece normal olan, meşru ve doğru olanın tanımı yapılıyor.
Peki ama seçim öncesi ortalık her gün bir yenisini dinlediğimiz tapelerle sallanmış, her sabah güne taptaze bir skandalla başlarken, savaş çığırtkanlığı ayyuka çıkmış haldeyken, faiz lobisiyle başlayıp robot lobisine kadar giden komplo teorilerini dinlerken, bütün bunlara rağmen bizlerin 25 Mart’ta ortaya çıkacağını düşündüğümüz seks kasetlerinden medet ummamız neye delalet idi? Roboski, Reyhanlı, kürtaj, Gezi’de hayatını kaybedenler, yaralananlar, 17 Aralık, Suriye sınırında durdurulan kamyon, HSYK, İnternet kanunun geçirilmesi, Ergenekon tutuklularının salıverilmesi, akademinin üzerindeki baskı, medyaya uygulanan sansür, kutuplaştırıcı söylemler ve kim bilir daha unuttuğum nice olaydan sarf edilen onca sözden sonra bile ahlaksızlığın kanıtı olarak bir seks skandalının patlak vermesini Twitter başında sabahlara kadar beklemek, cinsellik ve ahlak anlayışı arasındaki paralelliğin toplumun hemen her kesiminde içselleştirildiğinin en büyük kanıtı. Baskıladığımız, konuşamadığımız cinselliği nasıl kiminle nerede yaşadığımız üzerinden iyi, doğru, temiz ya da yalancı, düzenbaz, işe yaramaz sıfatlarını takıveriyoruz insanlara. Ahlaklı ve ahlaksız olanı tamamen meşru ya da gayrimeşru bir cinsel hayat üzerinden tanımlayıveriyoruz. Yani aslında yukarıda bahsettiğim cinsellik üzerinde devlet politikası haline gelmiş söylemleri bozmak yerine aynen alıp yeniden üretiyor ve devamını sağlıyoruz. İktidarı kendi söylemiyle vurmaya çalışırken iktidar söylemini hiç eleştirmeden/ tersyüz etmeden/ anlamını sarsmadan /sorgulamadan / yapıbozuma uğratmadan kullanıyor ve bu söylemin hep güncelliğini korumasına katkıda bulunuyoruz.
Kara Para Aşk’ın ilerleyen bölümlerinde sanıyorum kendi halinde ilkokul öğretmeni olan kadının bir kara para aklama şebekesiyle bağlantılı olduğu ortaya çıkacak. Ama bakire ölmüş olduğundan bu durumun sözlüsünü çok da sarsacağını düşünmüyorum. Ailenin fakirliği, babasının yatalak oluşu, kızkardeşin üniversite parası falan birçok bahane bulunur o işlere bulaşmasına. Bakire ya, akladı o kendini. İşte bizim için de büyük bir seks skandalı patlak vermeden aklanacak herkes bir bir. Erdoğan’ın seçim sonrası balkon konuşmasında göğsünü gere gere ahlaklı olmaktan, ahlaklı siyasetten gözlerimizin içine baka baka bahsetmesinin en önemli nedeni de bunu çok iyi bilmesidir. Erdoğan’ın beklenildiği gibi bir seks kaseti çıkmamıştır ortaya. Bu nedenle bundan önce olanların hepsi unutulacak ama Burak Erdoğan’ın telefon görüşmesi sapasağlam kalacak zihnimizde.
(Görsel: Tom Wood – Son Dans)