Sevgili 5Harfliler,
“İstanbullu Gelin’i seyret, orada birşeyler oluyor” dediler, seyrettim. Sahiden de şimdiye dek denenmemiş, dokunulmamış, hatta cesaret bile edilememiş işler yapıyorlarmış. Geçen hafta “teyzoş”un kına gecesine üç erkek dansçı çağrıldı. Üstlerini çıkarmadılar, sadece gömleklerinin önünü açtılar, ama olsun. Gerçi bu dans devam ederken kına gecesini adamlar bastı ve kavga da çıktı ama yine olsun. Aile dizisi geleneğimizde bir ilk. Açılan bu çatlaktan başka dansçıların da sızmasını umuyoruz.
Dizi, Bursalı, konaklarda yaşayan, soyu galiba 1. Osman’a kadar geri giden bir ailenin yaşantısını anlatıyor. Ailenin babası çoktan ölmüş, dört oğluyla başbaşa kalan Esma Boran aile şerefini ve oğullarının istikbalini herşeyden üstün tutarak bu yaşa kadar (60) gelmiş. Esma’nın dört oğlu var: Faruk, Fikret, Osman ve Murat. Bu dört oğul galiba dört elementi de temsil ediyor, Faruk toprak, Fikret ateş, Osman su, ve Murat da taşkafa (çünkü sinirlendiğinde duygularını kafayı oraya buraya vurmasıyla ifade edebiliyor).
Dört oğlanın hayatındaki dört kadın da, sırasıyla: Süreyya (İstanbullu Gelin kendisi oluyor), İpek, gelin adayı Burcu ve yeni gelin Bade. Ve sonra Süreyya’nın “teyzoş”u Sanem var, en yakın arkadaşı Dilara, İpek’in annesi, Fikret’in asistanı ve sonra da sevgilisi Esra, Boranların üvey kardeşi Adem’in annesi Reyhan, Faruk Boran’ın ilk sevgilisi Begüm (gerçi o öldü) mutfakta çalışan kadınlar vesaire derken dizi karakterlerinin çoğunun kadınlar olduğunu söyleyebiliriz. Yani dizi hayatın çeşitli dönemlerinde, türlü türlü dertlerle yüzleşen kadınları anlatıyor. Erkekler bu kadınların hayatlarının orasına burasına serpiştirilmiş gibiler. Onlar daha çok kendi aralarında kavga ediyor, birbirlerinin kuyusunu kazıyor, holding falan yönetiyorlar.
Peki denenmemiş, dokunulmamış ne yapıyor dizi?
-Diziyi henüz izlememişlere uyarı: Aşağıda, olaylar, karakterlerle ilgili birçok şeyler anlatıyor, ona göre!-
Aşkın sadece ve sadece gençliğe özgü olmadığını anlatıyor mesela. Esma Boran, ta gençliğinde aşık olduğu Garip Bey ile yeniden bir araya gelmeye çalışıyor, lakin bu hiç de kolay değil. Esma, oğullarına bir sevgilisi olduğunu söylediği anda yer yerinden oynadı. Annelerinin bir adamla herhangi bir tür yakınlaşma yaşamasını asla hazmedemedi oğlanlar. Taşkafa olan gitti evlendi, bir diğeri evi terk etti, bir oğul da boşanmaya kalktı. Sağduyunun sesi gibi görünen Özcan Deniz (Faruk olan) bile bu ilişkiyi veto etti. Fakat İpek Bilgin’in muazzam oyunculuğuyla yeri geldiğinde herkesin üstünden fırtına gibi geçen Esma, asla geri adım atmayacağını belirterek sevdiği adam için mücadeleye girişti. Biraz kazandı, biraz kaybetti, ama önemi yok, çünkü önemli olan mücadele!
Garip ve Esma arasındaki yakınlaşmaya, verdikleri mücadeleye benzer sadece İkinci Bahar’daki Türkan Şoray ve Şener Şen’i anımsıyorum ben, onlar da evlenmek istediklerinde kıyamet kopmuştu, çünkü herkes otursun oturduğu yerde. 40 yaşından sonra aşk kabul görmüyor pek. Malumunuz, “teneşir paklar” diye lafımız bile var. Ah! Şu an fark ediyorum, resmen ölsünler deniyor 40’tan sonra aşık olanlara!
Senaryosunda lohusa depresyonuna yer veren dizi de hatırlamıyorum hiç. Fikret’in karısı İpek, doğumdan sonra bebeğine dönüp bakmadı bile. Bebeğini her gördüğünde içinin kalktığını, onun çok küçük, çok zavallı göründüğünü söyledi. Bağırdı, çağırdı, kendi bedenini, herkesi, herşeyi reddetti, hep uyumak istedi. Kimse de İpek’e, “sen kutsal annesin, ne saçmalıyorsun” demedi. Sabırla beklediler. İpek’in bebeği kabul ettiği, ona ilk defa süt verdiği sahne de çok güzel çekilmişti. (+1)
Öfke kontrol sorunu olan, karısına şiddet gösteren bir adamı alıp her hafta terapiye götürüyor mesela dizi senaristleri. Tilbe Saran’ın oynadığı terapist, Adem’le konuşuyor. Karısının zoruyla terapiye giden Adem, annesiyle, karısıyla, çocukluğuyla, sevmekle, en önemlisi şiddetle yüzleşiyor. Kendi öfkesinden kurtulmanın yollarını arıyor ve bu seanslar uzun uzun işlendiğinden Tilbe Saran tüm izleyiciye de hitap etmiş oluyor. Yani insanın Tilbe Saran gibi terapisti olsa zaten sırtı yere gelmez de, Adem için işler böyle olamadı.
En son bölümde Adem annesinin zamanında kendisini kandırdığını, bambaşka bir hayatı olabileceğini öğrendi. Dünyası başına geçti, terapistine veda etti, gitti anneyle yüzleşti ve sonra da arabasını bilerek bir duvara sürdü. Öldü mü kaldı mı henüz bilmiyoruz, bu akşam öğreneceğiz. Adem’in hayatına giren diğer insanlar, Adem’in yaptığı hatalar, herşey herşey bir anda silindi ve geriye tek bir şey kaldı: Annenin yaptığı tek bir seçim, bir hata. Herşey bir anda açıklanmış oldu!
Anneyi oynayan da Semra Dinçer. Onu Kuzey ve Güney‘in (sevimsiz ikili) annesi olarak da hatırlayabilirsiniz. Orada da oğullarından birine tapan, kocasından zerre sevgi, saygı görmeyen bir kadını oynuyordu. Semra Dinçer her zaman muazzam bir oyunculuk sergilediği için, dizi seti dağılıp el ayak çekildiğinde, onun evine gittiğine, başka bir hayat yaşadığına bir türlü ikna olamıyorum. Sanki o hep orada yaşıyor, çok gerçek, çok karmaşık bir karakter Reyhan. Reyhan’ı anlamak kolay değil, affetmek de zor. Onunla ilgili birkaç yerde yazılar çıkmış, herkes Reyhan’a kızgın, hatta dizinin sosyal medya hesabı bile ona şans diliyor. Fakat Reyhan ne yapmış da bunca tepkiyi üstüne çekmiş?
Reyhan zamanında Esma’nın kocasıyla bir ilişki yaşamış ve oğulları Adem doğmuş. Babası Adem’i nüfusuna almak istediğindeyse Reyhan bunu reddetmiş, karısını terk etmeyen adamı cezalandırmak için. Bunu da bir sır olarak saklamış hayatı boyunca. Başka bir adamla yaptığı evlilikte de hem kendisi, hem oğlu Adem şiddet görmüş. Reyhan oğlundan başka kimsesi olmayan, oğluna tapan bir kadın. Gelini oğlundan şiddet gördüğünde uzaktan seyrediyor, yardıma gitmeye çalışan, şiddeti önlemeye çalışan evin hizmetlisini de kolundan tutarak durduruyor (ve sonra yerde yatan gelinin kolundan tutup, yatağına da Reyhan taşıyacak. Çok garip bir sahneydi bu, çıkmadı bir türlü aklımdan. Şiddet gören bir kadın, başka bir kadının şiddet görmesine seyirci oluyor, gidip yerden yine o kaldırıyordu. Şevkat merhametle mi yapıyordu bunu, tam anlaşılmıyordu, ama yerde yatan gelinin ne yaşadığını çok iyi bildiği çok belliydi halinden).
Reyhan oğlunu kolayca manipüle ediyor, onun zaaflarını kullanıyor. Arada yaşadığı panik atağa bağlı nefes alamama sahnelerinde bile bir bityeniği kokusu var hep, tam da köşeye çok sıkıştığında yaşıyor bu atakları. Bunlar yetmezmiş gibi Reyhan, Esma’yı ve kendini öldürmeye çalışarak herşeyin üzerine tuz biber ekti, hapse de düştü.
Fakat Reyhan gibi bir portrede bir şeyler eksik gibi geliyor bana. En başından yanlış başlayan bir hikayenin, yeni yanlışların önünü aça aça devam edişi gibi onun hayatı. Diğer yandan da Reyhan’ın elinde yüz ayrı saldırı, savunma olanağı mı varmış ve o bunlardan sadece hoşuna gidenleri kullanmış gibi bir durum. Dizinin en göz alıcı oyuncusu, en sıkıntılı karakteri aynı anda. Reyhan’ı anladığımız anda, sanki çok şeyi de anlarmışız gibi bir his, sizde de var mı? Bu kadar düşünmeye zorlayan dizi karakteri de pek olmadıydı, bu da dizinin başarısı sayılır. Satıhta kalan, abes biçimde fedakâr, usandırıcı biçimde iyilik timsali kadın karakterlerin yanında Reyhan biraz parlıyor işin doğrusu.
Diğer kadın karakterleri de tek tek incelemek lazım geliyor aslında. Hepsinin arasında bir tür çekişme, yer yer kapışma, ama en sonunda hep bir tür uzlaşma var. Kadınlar, muhtelif kadınlık hallerini erkeklere bıkmadan, usanmadan sürekli açıklamaya çalışıyorlar. Dizinin yönetmenlerinin, senaryo ekibinin kadın oluşunun etkisi çoktur bunda. Aslında keşke, dizinin tüm erkekleri de hepten gitse bence (yazarın garip fantazi dünyası!). Geriye sadece kadınlar kalsa, onlar hep çok daha iyi işler, diziler yapıyorlar, yani böyle üstüne konuşabiliyoruz kadınların yaptıkları dizilerin. Konuşalım. Sizin yorumlarınız neler?