Yalnızlığın başörtülü ve başörtüsüz halleri...

MEYDAN

İslamcı Camia (Müslüman) Kadınları ve Dertlerini Hiç Tanıyamadı

Aslında başörtüsünü çıkarınca birçok açıdan hiç değişmemiştim. Her duygum, her düşüncem, her eylemim olduğu yerde duruyor ve tekrarlanıyordu. İnsanları değişmediğime ikna etmek kolay olmadı çünkü değişmiş olmalıydım, çok akıllı olmalıydım. Başörtüsünden bu kadar önemsiz bahsetmem, açılmasam da farketmezdi demem bazı zamanlar ortamı bozan bir enerji yaratırdı. Sanırım başörtülü halimle aynı kişi olmamın bazıları için kabul edilmez ve sarsıcı tarafları vardı. Fakat bazen, başörtüsünü çıkardığım için sekülerler arasında ekstra bir ilgi ve iştah görmenin ekmeğini mi yiyorum acaba diyorum, ki yedim muhtemelen. Sonra endemik bir bitki türü gibi davranılmasının can sıkıntısını hatırlıyorum.

 

Ve aslında açılınca biraz değişmiştim. Eskiden dindar mahallenin öfkeli kızı iken artık nereye ait olduğum konusunda kafam biraz karışıktı. Belirsizliğin hayatımın her alanında artmasının verdiği kaygıyla özsaygım azalmış, şüpheciliğim artmıştı. Çevremde beni başörtüsünü çıkarmam konusunda destekleyen, yanımda duran Müslüman veya değil insanlar vardı ama yalnızlığım parmak ucumdan başlayarak her yanımı sardı. Küçükken okumayı çok sevdiğim 80’ler İslamcı romanlarındaki güçlü duruşlu, mücadeleci, politik ve cinsiyetsiz ümmetin annelerinden bazılarının 90’lar romanlarında değişmesi gibi değişmiştim. Onların “peki ya şimdi” demeye başladıkları, kadınlıklarını ürkek de olsa tanımaya giriştikleri ve kendi grupları ile aralarını bozan şüpheciliğe düştükleri yeri sonunda görebildim.

 

İslamcı camia Müslüman kadınları ve dertlerini hiç tanıyamadılar ya da tanımak istemediler gibi geliyor bana. Bilemiyorum belki İslamcı camianın anti batıcı, anti modern, dolayısıyla anti feminist bilinçaltı; kadınların dertlerinden İslamcıları, özellikle erkekleri, uzaklaştırdı. Belki de İslamcı erkeklerin dini hassasiyetleri gereği kadınlardan ayrı sosyalleşmesi, kadınların dertlerine yabancılaşmalarını arttırdı ve belki bu yüzden Müslüman erkeklerin kahir ekseriyeti kadınları ve dertlerini tanımadan büyüdüler. Bu dertlerin küçük işaretleriyle hasbelkader karşılaştıklarında, İslamcı görüşe karşıt değilse, bunu o kadar dikkate almadılar çünkü daha önemli gündemleri vardı. Eğer karşıtsa bunun süreçlerinin, baskının ve haksızlıkların farkında olmadıkları için modernizmi veya başka grupları suçladılar. Öyle ya da böyle, bu daha önemli gündemlerin öznesi olamayan veya olmak istemeyenler daha eksik ve aidiyetsiz hissettiler. Bu eksiklik hissi kötü mü oldu emin değilim. Lacanyen bir açıdan bu insanların gerçeklikle bağlarını güçlendirip onları depresif bir meraka sürüklemiş olabilir. Bu küstah merakları zaman zaman her şeyi bilme nobranlığı ile ahkam kesen ama bunları “akil inceden ve büyüklükle” yapan İslamcı erkekler tarafından sekteye uğramış olsa da.

 

Açıldıktan sonra farklı farklı gruplar tanıdım. Bu ülkede herkesin yan yana bu kadar farklı olması karşısında hem şaşırıp hem de küçük büyük benzerliklerini yakalamanın gizli hazzını duydum. Daha önce çoğuyla aynı bölümden olsak da hiç temasım olmayan seküler bir grubu tanıma fırsatı buldum mesela. Bu grup üniversitede daha önce içinde bulunduğum gruplardan farklıydı. Beyaz bir kültürünün olması tek olmasa da en önemli farkıydı. İkinci farkı da özne olma hissinin güçlü olmasıydı. Okulda politik olarak aktif bir gruptu. Hocalarla aralarının iyi olup birlikte hareket etmelerine olanak tanıyacak durumların olması ve benzer bir dili konuşmaları, özne ve “en” olma hislerini güçlendirmişti. Bu en olma hissini bazı muhalif gruplardan tanıyabilirsiniz. En doğru yerde, en ahlaklı tutumla, en doğru insanlarla durduğuna duyulan inanç ve bunu koruma içgüdüsü ile gelen muhafazakarlaşma ve tektipleşme. Gruplar bazen bireylerin ayrı ayrı anlattığı hikayelerden çok farklı şeyler anlatabiliyor. Özne olma hissi de, küçük gruplarında, İslamcı erkeklerde var gibi geliyor bana.

 

Başörtüsünü çıkaran veya çıkarmayan muhalif kadınlara sekülerlerin verdiği tepkiler yekpare değil sanırım. Fakat İslamı AKP ile tanımış iyiler ve kötülerin savaşında romantik bir iyilikten taraf olduğunu düşünmenin kayıtsızlığı ile bizim onların mücadelesinde yanlarında durduğumuz için bazen memnun bazen de yeterince aşamamış olduğumuz düşüncesinde kalabalık bir grup insan var. Konforlu alanlarından aslında hiç çıkmamış, kendi gruplarının sesinden başka ses duymamış, kendileriyle ve gruplarıyla ilgili derin şüphelere hiç düşmemiş, marjinalize olmamış bu insanlar; senelerin kemikleşmiş öğretilerini yalnız kalma, baskı görme, parasız kalma ve depresyona girme pahasına yıkan insanların “tam aşamamış” ve “tam muhalif olamamış” olduğuna bir şekilde inanmış.

 

Eskiden öfkeliydim, artık o kadar değilim. Hayatım boyunca içinde bulunduğum aile dahil bütün grupların birey olmama tehdit olmaları bir yanda, grup mefhumunu görmezden geldiğimde kişilerin tek tek hikayelerinin bende uyandırdığı şefkat öte yanda duruyor. Günün sonunda, bireyin bizatihi kendisini değil olayları ve çevreyi sorumlu tutma eğiliminden kendimi alamıyorum ve herkesi haklı bulmanın postmodern mide bulantısını yaşıyorum.

 

 

 

Ana görsel: Ayşe Halid, “Benim ve Ben Değilim” 2017. Berlin Zilbermann Gallery

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Zekeriya’ya Ne Oldu?
Pulitzer Ödüllü Fotoğrafçı Anja Niedringhaus’un Mirası
İnternet Politikalarımızın Ekonomi Politikalarımızla İlişkisi Sıfır

Pin It on Pinterest