2019 yılında Trump hükümetinin Adalet Bakanlığı, 16 yıldır askıya alınmış olan federal idam cezası uygulamalarını geri getirdi ve ABD’de şimdiye kadar covid-19 nedeniyle kaybedilen 500 bin canın üstüne 13 tane de idam cezası ölümü ekledi. ABD federal idam cezasının tekrar gündeme gelmesi ile Twitter’da sık sık Helen Prejean adlı bir rahibenin yorumlarını görmeye başladım. Rahibe Prejean idam karşıtı bir aktivist. Onu aslında 2019 yılından çok daha önce, Susan Sarandon aracılığıyla tanıyor olduğumu farketmem biraz zaman aldı. Rahibe Prejean 1980’lerin başında Louisiana Eyalet Hapishanesi’nde ölüm mahkumları ile mektuplaşmaya ve onlara ruhani rehberlik yapmaya başlıyor. Bu deneyimlerinden ikisini topladığı kitabı Dead Man Walking (Ölü Adam Yürüyor) 1993 yılında basıldıktan hemen sonra çok başarılı bir Hollywood filmine dönüştürülüyor. Susan Sarandon Rahibe Helen Prejean rolü ile en iyi oyuncu Oscar’ı kazanırken Sean Penn ölüm mahkumu rolü ile Oscar adayı oluyor.
Şubat ayında ABD’nin Virginia eyaleti ölüm cezasını kaldırarak bunu yapan ilk Güney eyaleti oldu. (Virginia, Texas’tan sonra ABD’de idamın en çok olduğu eyalet.) Trump başkanlık koltuğundan inmeden sadece bir hafta önce, 12 Ocak’ta, ABD federal hükümeti Lisa Montgomery’yi idam etti. Montgomery’nin son anlarında ruhani rehberi ile dua etmesine izin verilmedi. Montgomery, ABD’de 1953’ten bu yana federal hükümet tarafından idam edilen tek kadın.
Dead Man Walking filminde sizi film boyunca takip eden bir soru var: İdam mahkumu Matthew Poncelet – gerçek hayatta Elmo Patrick Sonnier – gerçekten o suçu işledi mi? Zira 1973’ten bu yana idam gününü beklerken suçsuzluğu ispat edilip yaşama hakları geri verilen yaklaşık 200 kişi var. Ama belki Poncelet/Sonnier’in çok kötü bir suç işlediğine inanırsak idamı hakettiğine de inanacağız. Sonnier’in idamı sonrası gazete başlıkları “Adalet yerini buldu!” diye çınlıyor. Trump’ın adalet bakanı da devlet eliyle yapılan idamlara karşı gelen eleştirilere, “Bu insanlar çok ağır suçlar işledi, mahkeme de idam cezasını uygun buldu” karşılığını verdi. Hukuk, suça uygun ceza, hapis ve insan hakları… Bunlar üzerine tartışmaya girecek kadar hazırlıklı değilim. Daha çok okumam gerek. Ama idam cezası, toplum olarak bir devlet sistemi altında yaşamanın bir parçası olan yasaların ötesinde bir ceza. Doğası gereği geri dönüşü yok. Böylesi bir adalete kim, nasıl karar veriyor?
ABD’de bir suç için idam cezası istenip istenmeyeceği savcılara bırakılıyor. İdam cezası istenebilecek durumlar sadece “çok ağır suçlar” olarak tanımlanıyor. “Çok ağır” yoruma açık bir kavram. Kaç kişi öldürünce çok ağır oluyor mesela? Çocuk öldürmek yaşlı öldürmekten daha mı ağır? Eğer savcının çocuğu varsa bu onun “çok ağır” yorumunu değiştirir mi? ABD’de tahmin edilebilecek bir şekilde işin içine ırkçılık da giriyor. Kurbanların beyaz olması idam cezası istemini arttırıyor. Suçlu Siyah, kurban beyaz ve jüri de beyazsa, idam cezası kararı çıkması olasılığı yükseliyor. Bunun üzerine bir de idam cezası karşıtlarının bu jürilerden çıkarılabileceğini eklersek, adaletin tanımı bayağı gevşiyor. Bir de tabii maddi sebeplerden özel avukat tutamayanlar var. Bu tarz sebepler suç-ceza sisteminin diğer örneklerinde de adalet terazisinin dengesini bozuyor, ama idam cezası diğer bütün cezalardan farklı. Hapse girmekle, ölmek arasında dağlar kadar fark var.
Bu adalet konusunda bakış açımızı değiştiren bir taktik de idam anının bize nasıl sunulduğu. Dead Man Walking filmindeki idam sahnesini hatırlamıyorum. Ama hatırladığım başka bir idam sahnesi Yeşil Yol’daki elektrikli sandalye sahnesi. Anladığım kadarıyla orda resmedilen, beklenildiği gibi gitmeyip işkenceye varan idam ölümleri gerçek hayatta da az değil. Zira elektrikli sandalye, asılma ve silahla idam, ABD’de 1990’larda bırakılmış ve ölüm iğnesi (lethal injection) yöntemine geçilmiş. İlaçla idam steril, adeta bir tıbbi operasyon gibi sunuluyor. Bu yöntem genelde üç iğneden oluşuyor: 1- Barbitürat denen anestezik bir ilaç, 2- Felç edici paralitik ilaç ve 3- Kalp krizi tetikleyen bir potasyum solüsyonu. 2010 yılında ABD ilaç denetleme bürosu FDA, böyle bir barbitürat üreten bir şirketi kapatıyor. Sonrasında bu ilacı bulmak için Londra’dan Hindistan’a uzanan ağlar kuran adalet sistemleri, yasal olmayan bir ilaç depolama ve paylaşma sistemine geçiyorlar. Bu arada birçok ilaç şirketi, hayat kurtarmak için geliştirdikleri ilaçların hayat almak için kullanılmasını istemiyor. İlaç bulamadıkları için ABD’de idamlar bir süre duruyor. Bazı eyaletler barbitürat yerine, idam için denenmemiş başka anestezikler kullanmaya başlıyor. 2014 yılında Oklahoma’da bir idam cezası böyle bir deneysel anestezik ile gerçekleştiriliyor. Yolunda gitmeyen birçok sebepten idam mahkumu Clayton Lockett felç edici ilacı aldığında henüz tam anestezi altında değil; yani uyanık bir şekilde felç ediliyor. Kalp krizi ilacı da beklendiği hızda çalışmayınca izleyiciler yaklaşık bir saat süren bir kalp krizine tanık oluyorlar.
Rahibe Prejean şimdiye kadar altı idama tanık olmuş. 35 yıl önce onu bu yolda, idam cezasına karşı savaşmaya başlatan Sonnier idamından sonra rahibe arkadaşları onu hapishane kapısında karşılamışlar. Gördükleri karşısında sözün tam anlamıyla donakalan Rahibe Prejean eğilip kusmaya başlamış. O andan bahsettiği bir röportajında şunları söylüyor: “Sonnier’i bir kahraman yapmak istemiyorum – ağza alınmayacak kadar kötü bir suç işledi ve o suç beni dehşete düşürdü – ama o bir insandı. İnsanlık haysiyeti sadece masumlar için mi? Her bir insan hayatında yaptığı en kötü şeyden daha değerlidir; bu İsa’nın bizlere verdiği mesajı değil mi?”
Ana görsel: Rahibe Helen Prejean, idam cezasına çarptırılan Robert Lee Willie’nin Kasım 1984’teki af değerlendirmesinde. Willie 28 Aralık 1984’te elektrikli sandalye yöntemiyle idam edildi. Fotoğraf DePaul Üniversitesi Rahibe Helen Prejean arşivinden.