Jude Stewart’ın Sienna Ngai ve Anna Kornbluh ile gerçekleştirdiği ve 23 Mart’ta Paris Review‘da yayınlanan sohbetin çevirisidir.
Koku üzerine koca bir kitap yazdıktan sonra bile hâlâ “kendi” parfümümü bulmakta gönülsüz davranıyordum. Parfüm denen şey bana ucuz bir numara, ateş pahası ve feminizm karşıtı geliyordu. Fakat kitabım için araştırma yaparken kendimi bu itirazları yeniden düşünürken buldum. Parfümle uzlaşmanın bir yolunu bulmak ama bunu da dürüst bir şekilde yapmak istedim.
Bu isteğimi de parfümü gerçekten seven iki arkadaşıma, Sianne Ngai ve Anna Kornbluh’ya açtım. Sianne Chicago Üniversitesinde İngiliz Edebiyatı profesörü, uzmanlığı Marksist bağlamda estetik ve duygulanım (affect) teorisi. Kıskançlık ve rahatsızlık duyma gibi “çirkin hisler”, çağdaş estetik kategoriler diyebileceğimiz “tatlı”, “budalaca”, “ilginç” gibi yargılar ve yakın bir zamanda da numara (gimmick) teorisi üzerine kitaplar yazdı. Anna ise Chicago Illinois Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı profesörü, formalizm, Marksism, estetik ve psikanaliz konularında uzman.
Sianne, Anna ve ben birbirine hayranlıklarını sıkça dile getiren, hem de bunu yüksek sesle yapan kadınlarız. Anlayışlarımız birbirine benziyor ama ilgi çekici biçimlerde birbirinden ayrılıyor da. Bu konuşma için Eylül’de Sianne’in yüksek bir binanın üst katlarındaki evinde, Chicago’nun South Loop mahallesinde buluştuk. Michigan Gölü’nü ve şehrin Güney Yakası’nı birkaç cepheden gören havadar, boydan camlı bir daire… Hava sıcaklığı mevsim normallerinin üstündeydi, bu nedenle yanımızda mayolarımızı da getirdik ki binanın çatı katındaki havuzda yüzebilelim. Tabii bundan önce minik parfüm şişelerimizi mutfak masasının üzerine yaydık ve bayağı uzun bir süre parfüm sıkıp kokladık.
NGAI
Öncelikle şunu sorayım: Neden tek bir parfüm? Neden birden fazla değil? Bir sürü insanın parfüm dolabı var. “Nasıl kokmak istiyorum?” sorusu parfümle kişisel olmayan bir ilişki kurarak, performatif anlamda da sorulabilir.
Parfümleri severim. Bir ara bayağı düşkündüm ama sonra kendimi durdurmak zorunda kaldım çünkü burnu parfüme aşırı hassas bir köpeğim vardı. Komik olansa, ardından görüşmeye başladığım erkek arkadaşımın da tanıştığımız günde sürdüğüm kokudan başka bir şey kullanırsam üzülecek kadar iflah olmaz bir romantik olması.
Parfüme düşkünlüğümün ilk başladığı dönem bu konuda düşündüğüm her şey tamamıyla yanlıştı. Yaklaşımım son derece kavramsaldı, limon kokularını kesin çok severim diye kendimle iddialaşıyordum mesela. Kendimi belli kişilik özelliklerine sahip biri olarak düşünüp kimlik algıma yatırım yapıyordum. Sonra limon kokularını parfümde hiç sevmediğim ortaya çıktı. Çiçek kokularını da sevmiyorum, özellikle de yasemin ve gülü. Toprak kokularını, odunsu kokuları seviyorum. Bu konuda işimi kolaylaştıran, duyusal olarak bana iyi gelen şeylere yönelmek oldu.
KORNBLUH
Koku algısı estetik anlamda kafa karıştırıcı çünkü ne olursa olsun bir yargı bildiriyor. Burnuma bir koku geliyor, tanımlıyorum ve iyi bir koku mu yoksa kötü mü olduğuna karar veriyorum. Fakat bu yargıyı geçerli kılan ne?
NGAI
Bana ilginç gelen son derece dolayımsız ve spontane bir deneyimi kavramsallaştırarak ifade ettiğin o ara alan. “Beğendim mi, beğenmedim mi?” sorusunu biraz sıyırınca altından “Dili nasıl kullanacağım?” sorusu çıkıyor. Beni şaşırtan bunu becerenin kelime haznelerimiz olması.
Jude, sen kitabında “Koku alma konusunda nasıl daha becerikli birine dönüşebilirim?” sorusunun peşine düşmüştün. İşin erbabı olmakla ilgili sorguları bir kenara bırakmansa çok hoşuma gitmişti. Diğer insanlardan daha güçlü bir estetik algı geliştirmekle ilgilenmiyordun. Yalnızca dünyanın daha büyük bir kısmını deneyimleyebilmek istiyordun. Frederic Jameson, Adorno’nun sözlerini farklı bir şekilde ifade ederken bir Marksist olarak estetik teoriyle ilgilendiğinde sanat eserlerinin lüks ürünler olduğu gerçeğinden kaçmanın mümkün olmadığını söylüyor. Aslında sanat lüks olmamalı ama bazı eleştirmenler sanat eserleri konusunda bir suçluluk hissi içindeler. Herbert Marcuse, La Jolla, Kaliforniya’daki evinde röportaj verirken başından geçen bir anekdot duymuştum. Röportajı yapan kişi, “Herbert Marcuse, siz Marksist bir düşünürsünüz fakat öyle lüks içinde yaşıyorsunuz ki… Şu an yüzme havuzunuzun kenarında oturuyoruz. Bu konuda söylemek istediğiniz bir şey var mı?” gibi insanı zora sokacak bir şeyler soruyor. Marcuse ise, söylentiye göre, şöyle diyor: “İnsanlar için haddinden fazla iyi hiçbir şey yoktur.” Bahsettiğim suçluluk hissine dair harika bir cevap bu.
STEWART
Evet, kitabı tasarlarken aklımdaki bedenimin daha büyük bir kısmını yaşam alanı edinmek ve yalnızca aklımla dünyayı algılamayı bırakmaktı. Şunu düşünmek bana keyifli geliyor: Yeni açılmış kurşun kalem kokusundan bahsedeceksen araştırmaya Vikipedi’den başlayamazsın. Gerçekten bir sürü kalem edinmen —sonradan anladım ki bayağı da çok gerekiyormuş— ve onları açman gerekir. Konu koku olunca her köşeden “şey”lik bahsi çıkıyor insanın karşısına.
KORNBLUH
Aklına gelen fikirleri duyu düzleminde ifade edip onları yeniden düzyazıya çevirmeye çalışıyordun kitapta. Yaşadığın son derece bedensel bir deneyim olduğundan ikircikli bir durum bu. Parfümün senin üzerinde Sianne’in üzerinde olduğundan farklı kokacağını biliyoruz.
NGAI
Üstelik bu kokuyu sevip sevmediğimize de spontane biçimde karar vereceğiz.
KORNBLUH
Doğru. Koku duyuların en hassası olmasına rağmen en az sayıda kültürel aygıtla çevrelenmiş olanı. Görüntüleri ya da sesleri değiş tokuş ettiğimiz ağa dahil değil pek.
NGAI
Kavramların güzelliği öldürdüğünü öne süren bir düşünce ekolü var. Tarih bilmek insana taşı daha “taşsı” bulmakta yardımcı olmuyor. Ama bu felsefenin tamamen hatalı olduğu bir konu. Yasemin kokusunun bir tarihi ve bu tarihle ilişkili bir değerler seti var; bir konuda ne kadar çok şey bilirsen o kadar iyi algılıyorsun. Yani, insanın algısı kavramsallık nedeniyle sekteye uğramaktansa genişliyor.
Bedensellik konusuna gelirsek… Bir şeyi yalnızca kokluyor değiliz, yeni açılmış kalemleri mesela… Kalem aynı zamanda bir gereç de… Dünyada bir üretim şeması var. Kitapta, bu şemanın kalemin kokusuna dahil olmadığını söylemenin yanlış olduğunu öne sürüyorsun. Yaseminle ilgili bölümde söylediğin gibi, yasemin kokusunu aldığımızda aynı zamanda medeniyetin, sağlam bir düzene oturtulmuş güzelliğin, lüksün de kokusunu alıyoruz. Şunu da söylemem gerekir, yasemin kokladığımda cinsiyet kokusu da alıyorum.
KORNBLUH
Bu konunun üzerinde durmakta fayda var. Bence lüks bulunan şeylerin karalanması birçok nedenden kadınların değersizleştirilmesine de çıkıyor. Koku atmosferin bir parçası. İnsanlarda duyuları, hisleri uzlaştırma gücüne sahip. Birçok şeyi tetikleyip yüzeye çıkarıyor. Peki, atmosferi kim kontrol ediyor?
STEWART
Kadınlar değil, genelde.
KORNBLUH
Kokunun gücünün bir kısmı, çevreyi kontrol altına alma bakımından maskülenlikle ilişkilendirilebilir.
Marcuse’nin lüks hakkındaki sözlerini düşünelim; Marksist teoride çekişmeli konuların bir kısmı lükse sahip olup olmayacağımız sorusu çevresinde dönüyor. Kimi Marksist düşünürler zevkin kısıtlanmamasından yana; güzelliğin, hislere hitap eden şeylerin farklı bir üretim biçimi çerçevesinde şekillenebileceğini düşünüyorlar. Diğerleri ise zevkin aşırı tüketim kültürünün yarattığı bir fantezi olduğunu ve küçülmeye gitmemiz gerektiğini savunuyor. Ekolojik tahribatı görmenin çevreye dair realist yaklaşım olduğu günümüzde bu pozisyonlar iyice öne çıkıyor. Fakat kadınların uzun süredir tarihsel, sanatsal ve retorik boyutlarda aşırı tüketim, işe yaramazlık ve süs ile eşleştirildiği düşünülürse bu pozisyonlar son derece kadın düşmanı yerlerden besleniyor.
NGAI
Ki ırk ayrımcılığı da buna dahil.
STEWART
Kokunun mekânları kontrol altına aldığı fikri başka bir açıdan doğru. Parfümlerin yalnızca yüzde yirmisi lüks kategorisine giriyor. Geri kalan yüzde seksen çamaşır deterjanları ve kişisel ürünlerde kullanılan, işlevsel kokular denen grup. Kokuya dair gerçekliğimiz fark ettiğimizden çok daha fazla düzenlemeye maruz kalıyor. İnsanın aklı almıyor. Gerçi siz cinsiyet ve çevreyi kimin kontrol ettiğinden bahsediyordunuz.
NGAI
Bir arkadaşım yoğun koku yayan parfümlerden sıkıp mağazalarda giysi denemeye çıkan bir arkadaşıyla ilgili bir hikâye anlatmıştı. Giysilerde kendi izini bırakmayı seviyormuş. Arkadaşıma korkunç gelmiş bu.
STEWART
Bence de öyle. Kendi alanını işaretlemek için kalkıştığı bir güç iddiası.
KORNBLUH
Bu kokuların duruma bağlı olmasıyla da ilişkili. Uçağa binerken ya da giysi alışverişine çıkarken parfüm sıkılmalı mı?
STEWART
Kokunun ne kadarının haddinden fazla olduğu hem kişiye hem de kültüre bağlı. Örneğin, Orta Doğuluların giysilerine sıktığı süper pahalı koku oud. Uluslararası havaalanlarında gezinirken koku yelpazesinin bayağı geniş olduğunu görüyorsunuz. Parfüm kullanırken insanın seçtiği şeylerden biri de yarattığı hale. Soru ise bu halenin ne kadarının toplumsal ne kadarının kişisel olduğu.
NGAI
Ben parfümlere “kendim için” şiarıyla yaklaşmıştım. Topluluk önünde olacaksam kokuyu bir tür muhafaza halesi gibi kuşanırım.
STEWART
Modanın bir zırh işlevi gördüğünü söyleyen kimdi? Parfümler de görünmez birer kalkan olabilir bu durumda.
KORNBLUH
Parfüm ve hileyi ilişkilendiren diğer bir yaklaşım da parfümün karizmaya giden kestirme bir yol olması. Dünyaya diğer insanların sözcükler kullanmadan karşılık verebileceği bir hale yansıtma yolu… Parfümün daha çok ilişkisi olmayan insanlara uygun olduğu anlamına mı gelir bu?
NGAI
Bazı parfümler bayağı karmaşık ve tam da bu nedenle hiçbir şey için kestirme yol değiller. Aradığım bir tanesi tam da buna örnek, bulamadığıma üzülüyorum. Olivia Giacobetti’den L’Artisan Parfumeur Dzing!. Dzing! artık üretilmiyor. At, deri, talaş, pamuk şeker, patlamış mısır ve kaka kokularının bir karışımı gibiydi kokusu. Dzing!’i çok seviyordum ama herhangi bir şeye giden kullanışlı bir kestirme yol da sayılmazdı.
STEWART
At demişken, Adam Driver’ın oynadığı Burberry Hero reklamını gördünüz mü? İnanılmaz tuhaf bir şey. Parfüm reklamları parfümlerin ucuz bir numara olduğuna dair şikâyetimi neredeyse haklı çıkarıyor. Öyle kötüler ki…
KORNBLUH
Moda fotoğrafları kadar stilize edilmiyorlar ve belirgin bir bakış açıları yok. Tek yaptıkları “fanilik” ya da “mistiklik” gibi bir fikri seyirciye geçirmeye çalışmak.
NGAI
Hikâyeleri hep iki boyutlu oluyor. Ayrıca bayağı da “beyaz”lar…
STEWART
Evet, seyirciye geçirmeye çalıştıkları, her şeyden çok “beyaz” öznelliği. Ama parfüm reklamlarını çözebilmek istiyorum. Tıkış tıkış bir anlatı kuruluyor ama onca şeyden neredeyse hiçbiri parfümün nasıl koktuğunu söylemiyor.
NGAI
Aslında ben parfüm reklamlarının göstergebilimsel anlamda bayağı doğru işlediğini düşünüyorum. Örneğin köpek yavrusunu oynattıkları Clinique Happy reklamı. İnsan kokunun sportif, limonsu ve kadınsı olduğunu anlıyor, tabii bir de içinde oud’a benzer bir şey bulunmadığını…
STEWART
Son kitabında, “numara” derken haddinden fazla işlemesine rağmen pek de işlemeyen şeyleri kastediyorsun. Koku konusunda kendi kitabımdan yola çıkarsam, parfümün haddinden fazla işlemediğini söyleyemem. Parfüm üretimine harcanan emek öyle fazla ki —kazanılan paralar da öyle… Sanırım parfümler bu işin “haddinden fazla işleme” kısmına denk düşüyor. Parfümler neden “basit birer numara” diye geçiştirilemeyecek şeyler sence?
NGAI
Ah, bilmem ki… Parfümlerin ucuz birer numara olabileceği açık. Nicola Barker’ın romanı Clear’ı biliyor musunuz? Temelde, kendi estetik zevklerini tartışıp onları birbirlerinin gözünde geçerli kılmaya çalışan insanların konuşmalarından oluşuyor. Tüm bu sohbetler Londra’da umumi bir mekânda devasa bir “numara” üzerinden hızla birbirine karışıyor—İllüzyonist David Blaine’in 2003’te cam bir prizma içinde toplum önünde kendini aç bıraktığı gösteri. Bu gösteri Britanya toplumunda öyle güçlü hisler uyandırmıştı ki bir toplum olduklarının yeniden farkına vardılar.
Clear’da parfüm üzerine, karakterlerden birinin diğerini kokladıktan sonra “Ah, Comme des Garçons Odeur 53 sıkmışsın” gibi bir şey dediği bir kısım var. Bu ortasında boşluk bulunan bir parfüm; yani kokunun orta notası kasıtlı olarak boş bırakılmış, bu da ortanın yani “kalbin” kasıtlı olarak boş bırakıldığı anlamına geliyor. Kadın karakter, adamı aşağılamak amacıyla “Tutup onu almışsındır tabii,” gibi bir şey diyor ardından, karşısındakinin bu ucuz kavramsal sanat numarasına düştüğünü ima ediyor [alıntının İngilizce orijinalindeki “buy that” hem satın almak hem zokayı yutmak anlamında]. Yani, parfüm işinde “ucuz numara”lar olduğu kesin.
Bu aklıma başka bir kitabı daha getirdi. Teresa Brennan’ın The Transmission of Affect’i. Brennan duygulanım, hisler ve kokular arasında benzerlikler kuruyor. Diğer insanların hislerini karşımızdaki daha onu kavramsallaştırmadan ya da adını koymadan önce hissedebileceğimiz fikriyle ilgileniyor. Bir odadaki gerilimi hissetmek gerilimi koklamaya benziyor.
STEWART
Birbirimizin vücudunda koklayabildiğimiz duygular var sahiden de: Korku, neşe ve iğrenme duyguları. Üstelik bir şeyin “kokusunu almak” akıllı olmakla da ilişkilendirilir. “Kokusu çıkar yakında” ya da “Kokusunu aldı hemen” gibi deyimlerde koku alma ile zekâ arasında ilişki kurulur.
NGAI
Muhtemelen kokular sınırları aştığı için kuruluyor bu ilişki. Duygulanım üzerine çalışan teorisyenler de bu nedenle seviyor kokuları. Koku hem ilişkisel hem de sınırlar konusunda kafa karışıklığı yaratıyor. Koku dışarıda mı, içimde mi? Bir şeyin kokusunu alıyorsan bunların ikisi de doğru denebilir.
STEWART
Bugünkü buluşmamıza hazırlanırken üstüme farklı farklı parfümler sıktım ve bunun üzerlerine düşündüm. Pratikteki sorularım teorik sorulardan farklıydı. “Bir parfümden estetik bir deneyim anlamında ne bekliyorum?” diye düşündüm. Sonra lojistikle ilgili sorunlar geldi aklıma, “Yayılmalarını sağlayacak noktalara mı sürüyorum parfümü?” Yani, parfüm çevresinde kendimle estetik karşılaşmalar yaratmaya çalıştım zamanla.
NGAI
Harika! Parfümler hakkında en sevdiğim şeylerden biri birer anlatı olmaları, zamana tabiler. Arkadaşım Tina Post estetik deneyimle ilgili düşünürken filtre metaforunu kullanıyor, Instagram filtreleri gibi… Filtre kavramı aynı parfümün farklı insanların üstünde nasıl belli belirsiz biçimde farklı şekilde koktuğunu anlatıyor. Koku notalarından birinin silinip diğerinin öne çıkması açısından farklı örüntüler gözlemliyor insan.
KORNBLUH
Bu da bizi kokuları tarif etme sorununa geri getiriyor. Zamanla değişmelerinin anlatıda boşluk yarattığı söylenebilir. Farklı insanlarda farklı sonuç vermeleri “duruma göre değişmeleri”ne örnek gösterilebilir. Bir de estetik kelime haznesi sorunu var. Size ruj kırmızısı bir kanepe aldığımı söylesem ne demek istediğimi muhtemelen anlarsınız ama kokuları tarifleme konusunda gelişmiş bir kültürel algımız yok. İnsanlar sürekli koku ima eden farklı sözcükler kullanıyorlar, bunlar da anlatıya, söz konusu kişiye hatta biyokimyaya dair karmaşa yaratıyor. Yasemin kokusunu sevmiyorum ama bunu söylediğimde ne kastettiğim konusunda en ufak fikriniz bile yok. Yasemin kokusunun en üst notasını mı sevmiyorum? Yasemin kokusunun bedenimle etkileşimini mi sevmiyorum? Ya da sizlerin bedeniyle?
STEWART
Yasemin kokusunun birçok farklı notası var ama alışılmadık şekilde iyi dengelenmiş notalar bunlar, sanki parfüm üreticileri tarafından yaratılmış gibi. Bir de kokusu silinirken verdiği tortulu bir nota var, belki de itirazın bunadır Anna — üstelik kokunun tam da başkasının bayıldığı kısmı olabilir bu. Üstümde denedikten sonra beğenmediğim parfümlerin tamamı tek notalı olanlardı, insanı kafa yormaya yöneltmeyenler… Örneğin, şu favorim sayılmaz ama iyi anlamda aşırı tuhaf bir koku. I Hate Perfume’den, Christopher Brosius’nun ürettiği CB Beast. Kokunun açılış notaları kızarmış et ve maydanoz kokuları, ardından da tuhaf, tütsülenmiş bir kokuya yumuşak geçiş yapıyor. (CB Beast sürüp kokluyoruz.)
Sıcak taş terapisindeki kokular gibi…
KORNBLUH
Çam kokusu bayağı güçlü.
NGAI
Evet, ilaç gibi kokuyor. Mentol, okaliptüs ve kurumuş siyah bir şeylerin kokusunu aldım, hafiften korkunç geldi. Anneannemin Çin tıbbına adanmış ecza dolabı gibi.
KORNBLUH
Yine de şöyle bir problem var. Kokladıktan sonra kokuyu beğenmemiş değilim, denemeden önce ise biftek kokulu parfüm konsepti bana iğrenç geliyordu. Fakat parfümü bu bifteğe benzer koku için almış olsam ve kokunun hiç de bifteğe benzemediğini düşünsem, sorun bende mi olur, üründe mi? Yani… Biftek kokusu nerede?
STEWART
Bu parfümün sana nasıl hizmet etmesini istediğin sorusuna girer.
NGAI
CB Beast gibi bir parfüm kullanacak kadar cesur biri olmak istiyorum. Diğer insanları memnun etmek için değil, “Siktir git” der gibi kokmak için…
STEWART
Evet, “Siktir git” parfümleri benim de çok ilgimi çekiyor. Diğer yandan, insanları yakına gelmeye çağıran, kokusu belli belirsiz alınan parfümleri de sevdim. Mesela şunlar: Cyan Nori ve Green Cedar, ikisi de Abel Odor’un ürünleri.
Green Cedar reçineli bir koku. Ketum ve kendine ait sınırları var… Nori Cyan ise deniz gibi kokuyor ama Jean Naté gibi temiz, fazla basite indirgeyen bir biçimde değil. Daha çok gerçek deniz gibi; biraz küf ve okyanus havasının canlılık veren, insanı acıktıran yanları gibi… Bu kokular iyi tekno müzik şarkıları gibiydi, müzik öyle aralıklara yayılmış ki insana bütünlük hissi vermiyor. Geniş alan açan kokular… Müziği de kokuyu da bedenini hareket ettirerek tamamlıyorsun.
NGAI
Parfüm sürmenin insanın kişisel alanını genişletmesi hoşuma gidiyor. Doğada tehlikeli hayvanlarla karşılaştığında cüsseni büyük göstermek gerekir ya, bu parfümler de bu şekilde genişletip yayıyor insanı.
STEWART
İnsanı bir ruh haline aniden sokuverecek kokuları kullanma fikri de hoşuma gidiyor benim. Örneğin, oyuncular bir sahnede ağlamaları gerekiyorsa belli kokuları yanlarında taşırmış.
KORNBLUH
Bu yine, yoğun hislere ulaşma amacıyla bir kısa devre yaptırma biçimi, çünkü kokuyu diğer duyularımızdan çok daha hızlı algılıyoruz. Kokunun sürati bizlere, kılık değiştirmiş halde, bir güç illüzyonu da verebilir. Ama bilirsiniz, kadınları kimse göremez, değil mi? Leydi kamuflajı…
STEWART
Koku konusunda parfümlerin ötesini düşünürken iki şey beni büyüledi. İlki kokunun insana nasıl havanın varlığını hissettirdiği. Boşlukta oturmuyoruz, gazlarla dolu bir odadayız. Havanın varlığı ve hareketi koku havada yayıldıkça elle tutulur hale geliyor.
Diğeri ise parfümün zamanla etkileşimi. Parfümler zaman geçtikçe katman katman açılıyor, öte yandan koku hafızayı yerle bir ediyor da… Örneğin tarihsel önemi olan bir mekânı, ya da tamamen hayali bir mekânı koku yoluyla ziyaret edebiliriz. Napolyon’un parfümünü koklama, hatta satın alma şansımız da var. Green Cedar bana çocukluğumu geçirdiğim evdeki sedir ağacı hatlı dolabı anımsattı. Ağzına kadar tenis topları ve kazaklarla doluydu. Bu kokunun fizikselliği de buna çok yakın.
NGAI
Yani, parfümlerin ölçekleri de var diyorsun…
STEWART
Hava ona atfettiğimizden çok daha fazla boyuta sahip ve zaman ile mekân da kokulara, parfümlere dâhil boyutlar… Estetik bir deneyimi ifadeye dökmeye çalışmak için parfümleri kullanmış olsam da duyusal bir deneyimle yalnızca oturup baş başa kalmayı tercih etmek de savunmaya değecek kadar keyifli. Konuşmamızdan estetiğe dair tercihlerin ne olduğu konusunun önemsiz olduğu anlaşıldı. İşin keyfi o uyuşmazlık hissini bulmakta.
Kapak görseli: Gustav Almestål