Dil terk edip gidebileceğin bir yer mi? Aşabileceğin bir duvar mı? Duvarın öte tarafında ne var? 

MEYDAN

Ilya Kaminsky’den Ukrayna, Rusya ve Savaşın Dili Üzerine

Ilya Kaminsky’nin 2017 yılında yayımlanan Words for War: New Poems from Ukraine  [Savaş İçin Sözler: Ukrayna’dan Yeni Şiirler] kitabında yer alan bu denemesi, 28 Şubat günü Lit Hub‘da yayınlandığı halinden çevrilmiştir.

 

 

 1. 

Ailem sabahın dördünde kapıya doluşmuş, en az beş dakikadır kapıyı yumruklamakta olan ve tüm apartmanı ayağa kaldıran, üzerindekilerse yalnızca bir pijama altından ibaret olan yabancıya kapıyı açıp açmamayı tartışıyordu. Yabancı ışığın yandığını görünce kapıya doğru bağırmaya başlamıştı. 

 

“Beni hatırladınız mı? Buzdolabınızı Pridnestrovie’den taşımanıza yardım etmiştim. Hatırladınız mı? Yol boyunca Pasternak’tan konuşmuştuk. Tam iki saat! Bu gece hastaneyi bombaladılar. Kız kardeşim orada hemşire. Birinin kamyonunu çalarak sınırı geçtim. Tanıdığım başka kimse yok. Bir telefon açmam mümkün mü?”  

 

Savaş yirmi yıl önce böylece yalınayak girmişti çocukluğuma, Sovyet sonrası dönemin ilk yıllarındaki “insani yardım” kampanyasının kurbanı, telefonda boğazı düğümlenen yarı çıplak bir adam kılığında. 

 

 2.

Ukrayna’ya yakın zamanda yaptığım bir ziyaret sırasında arkadaşım, şair Boris Khersonsky’le sabahtan mahalledeki bir kafede buluşup Pasternak üzerine konuşmak üzere sözleşmiştik (sanki dünyanın bize ait olan kısmında herkesin konuştuğu bir Pasternak’mış gibi). Fakat saat dokuzda kafeye yaklaştığımda kaldırımdaki masalar devrilmiş, binanın bombalandığı yerden caddeye molozlar yığılmıştı. 

 

Yerel medyanın da aralarında bulunduğu bir kalabalık bombaların ve Putin’in başının altından çıkan bir başka sahte insani yardım kampanyasının aleyhinde konuşan Boris’in etrafına toplanmıştı. Bazıları alkışladı, diğerleriyse kınayarak başlarını salladı. Birkaç ay sonraysa Boris’in dairesinin kapıları, zemini ve pencereleri havaya uçtu. 

 

Bunun gibi hikâyeler hayli fazla. Ekseriyetle de kısa ve acele cümlelerle paylaşılıyorlar, konu ansızın değişiveriyor sonra. 

 

“Hakiki savaş kitapları,” diye yazmıştı Orwell, “siviller arasında asla kabul görmez.” 

 

Amerikalılar Ukrayna’da son zamanlarda olup bitenleri sorduklarında Boris’in şiirinden şu satırları düşünüyorum: 

 

İnsanlar şehrin etrafında patlayıcılarla dolaşıyor 

plastik poşetler ve ufak valizlerde 

 

3. 

Son yirmi yıldır Ukrayna hem Rusça konuşan Doğu hem de Ukraynaca konuşan Batı tarafından yönetiliyor. Hükümet çatışma ve şiddeti tahrik etmek için düzenli aralıklarla “dil meselesi”ni kullanıyor. Son ihtilafsa o zamandan beri Rusya’ya kaçan cumhurbaşkanı Yanukoviç’in yetersiz politikalarına karşılık kendini gösterdi. Yanukoviç herkes tarafından ülkenin gelmiş geçmiş en yozlaşmış başbakanı kabul ediliyor (Sovyet yıllarından beri taciz ve tecavüz gibi pek çok şeyle suçlanıyor). Ne var ki, bugünlerde Ukrayna’daki yeni hükümet açıkgöz şecerelerden gelen ve şüpheli motivasyonlara sahip oligark ve profesyonel politikacıları bünyesinde barındırmayı sürdürüyor. 

 

2013’te Yanukoviç hükümeti ve protestocu kalabalıklar arasında anlaşmazlık ilk kez baş gösterdiğinde ve etrafı kuşatılmış cumhurbaşkanı da kısa süre sonra ülkeyi terk ettiğinde, Putin Rusça konuşan nüfusu canla başla koruduğu bahanesiyle taburlarını Ukrayna’ya ait bir bölge olan Kırım’a göndermişti. Kısa süre sonra bölge ilhak edildi. Birkaç ay içindeyse insani yardım bahanesiyle daha fazla sayıda Rus askeri gücü bir başka Ukrayna bölgesine, temsili bir savaşın başladığı Donbas’a gönderildi.  

 

Tüm bu süreç boyunca, Rus dilinin korunması devamlı surette ilhak ve düşmanlığın biricik sebebi olarak gösterildi. 

 

Rus dili Ukrayna’da korunmaya muhtaç mı? Rusça konuşan pek çok Ukraynalı Putin’in işgaline karşılık Ukraynaca konuşan komşularının karşısında cephe almak yerine onların yanında durmayı seçti. Çatışma tırmanmaya başladığında şu email’i aldım: 

 

Ben Boris Khersonsky, 1996’dan beri Klinik Psikoloji bölümünün başında olduğum Odessa Ulusal Üniversitesi’nde çalışıyorum. Bunca zamandır derslerimi Rusça öğretiyorum ve kimse bir kere bile beni devletin resmi dilini “görmezden gelmek”ten dolayı paylamadı. Ukraynacayı da neredeyse ustalıkla konuşabiliyorum ama öğrencilerimin çoğu derslerin Rusça olmasını tercih ediyor, bu nedenle ben de Rusça ders veriyorum. 

 

Rus dilinde yazan bir şairim, kitaplarım çoğunlukla Moskova ve St. Petersburg’da yayımlandı. Akademik çalışmalarım da öyle. 

 

Hiçkimse, asla (anlıyor musunuz –ASLA!), Ukrayna‘da Rusça yazan bir şair olduğum ve Rusça ders verdiğim için peşime düşmedi. Şiirlerimi her yerde Rusça okuyorum ve bir kere bile herhangi bir engelle karşılaşmadım.

 

Bununla birlikte, yarın derslerimi devletin resmi dilinde, Ukraynaca vereceğim. Bu yalnızca bir ders değil, Ukrayna devletiyle dayanışma içinde olduğumu gösteren bir protesto olacak. Meslektaşlarımı da bu dayanışmaya katılmaya davet ediyorum. 

 

Rusça konuşan bir şair işgal altındaki Ukrayna’ya destek için Rusça ders anlatmayı reddediyor. Zaman geçtikçe benzer mailler başka arkadaşlarım ve şairlerden de gelmeye başladı. Odessa’daki kuzenim Peter şöyle yazmıştı: 

 

Yüreklerimiz kaygı içinde ve korkuyoruz ama şehir güvende. Arada bazı ahmaklar çıkıp Rusya’nın yanında olduklarını ilan ediyor. Fakat bizler Odessa’da asla Rusya’nın karşısında olduğumuzu söylemedik. Bırakalım Ruslar Moskovalarında dilediklerini yapsınlar ve Odessamızı istedikleri kadar sevsinler- ama bu askerler ve tanklardan mülhem sirkle değil! 

 

Başka bir arkadaşım, Rusça konuşan bir başka şair Anastasia Afanasieva, Putin’in kendi dilini korumak için yürüttüğü “insani yardım” kampanyası hakkında Khirkev’den şöyle yazıyordu: 

 

Son beş yılda Ukraynaca konuşan Batı Ukrayna’yı altı kez ziyaret ettim. Rusça konuştuğum için ayrımcılığa maruz kaldığımı hissetmedim asla. Hepsi söylence. Batı Ukrayna’da ziyaret ettiğim tüm şehirlerde insanlarla Rusça konuştum; dükkânlarda, trende, kafelerde. Yeni arkadaşlar edindim. İnsanlar bana saldırganlık hissiyle değil aksine saygıyla yaklaştı. Yalvarırım propogandalara kulak asma. Tüm amaç bizleri ayırmak. Zaten birbirimizden çok farklıyız, birbirimizin zıttı olmamıza lüzum yok, hepimizin bir arada yaşadığı bölgede bir savaş yaratmayalım. Şu an gerçekleşmekte olan istila hepimiz için bir facia. Aklımızı yitirip var olmayan tehditlerden korkmayalım, hele de  ortada gerçek bir tehdit, Rus ordusunun istilası varken. 

 

Mektupları birbiri ardına okurken Boris’in askeri işgale karşı bir protesto olarak kendi dilini konuşmayı reddetmesini aklımdan çıkaramıyordum. Bir şair için kendi dilini konuşmayı reddetmesi ne anlama gelir? 

 

Dil terk edip gidebileceğin bir yer mi? Aşabileceğin bir duvar mı? Duvarın öte tarafında ne var? 

 

4.

Her şair dilin şiddetli hücumunu reddeder. Bu red kendini poetik sözcüğün anlamlarıyla aydınlanan sessizlikte gösterir -kelimenin söylediği değil sakladığı anlamlardır bunlar. Maurice Blanchot’nun yazdığı gibi “Yazmak kendini tamamıyla ona bırakırken yazıya karşı mutlak surette şüpheci olmak demektir.” 

 

Bugün Ukrayna bu gibi ifadelerin teste tabi tutulduğu bir yer. Bir başka yazar, John Berger de bir kimsenin kendi diliyle olan ilişkisine dair şunu söylüyor; “Dil için muhtemelen tek insan yuvası olduğu söylenebilir.” Berger dilin ”insana düşman kesilmeyecek tek mesken” olduğunda ısrarcıydı. “dile her şey söylenebilir. Bu nedenle bize herhangi bir sessizlik ya da tanrıdan çok daha yakın olan bir dinleyicidir o”. Fakat bir şair protesto biçimi olarak kendi dilini konuşmayı reddettiğinde ne olur? 

 

Ya da bu soruyu daha geniş bir manada soralım: Savaş zamanı dile ne olur? Soyutlamalar hızla fiziksel niteliklere bürünürler. Ukraynalı şair Lyudmyla Khersonska etrafındaki savaşı izleyen bedenini yazar: İnsan boynuna gömülü, bir göze benziyor mermi, oraya dikilmiş. Şair Kateryna Kalytko’nun savaşı da bir beden olarak vücut bulur yine: “Sıklıkla gelip aranıza uzanan bir çocuk gibi savaş / yalnız kalmaktan korkan. 

 

Şiirin dili bizi değiştirse de değiştirmese de bizdeki değişimleri gösterir: Şair Anastasia Afanasieva “biz” kipinde yazarak bir ülkenin işgalinin tüm yurtdaşları etkilediğini gösterir, hangi dili konuşuyor olurlarsa olsunlar: 

 

Bir dört teker havan topuyla 

Caddeyi geçtiğinde boylu boyunca 

Kimsin diye sormadık 

Kimin tarafındasın 

Yüzükoyun yere kapandık ve öylece kaldık orada 

 

 

5.

Ukrayna’ya başka bir ziyaretimde savaşta sakat kalmış eski bir komşumu sokakta elini açarken gördüm. Ayağında ayakkabıları yoktu. Beni tanımayacağını umarak acele ederken uzattığı boş el karşısında birdenbire donup kaldım.  Kendi savaşını bana uzatıyor gibiydi sanki. 

 

Yanından uzaklaşırken ürkütücü bir farkındalık hissine kapıldım. Komşumun sesi, konuştuğum Ukraynalı şairlerin sesi Afganistan ve Irak’taki, evleri benim cebimden çıkan vergilerle yerle bir olan insanların sesleriyle ne kadar benzerdi. 

 

6.

Yirminci yüzyılın son dönemlerinde Yahudi şair Paul Celan krizin göbeğinde kalem oynatanların koruyucu azizi olmuştu. Almanca yazarken yeni ve ihlal edilmiş bir dünyanın deneyimini yansıtmak adına konuşmayı kesip çatlatıyordu. Bu etki kendini yeniden gösteriyor -bu kez Ukrayna’da- gözlerimizin tam önünde. 

 

İşte şair Lyuba Yakimchuk’un durumu. Ailesi Putin’in son “insani yardım” girişimlerinin ana hedeflerinden olan Pervomaisk’den gelen mülteciler. Geçmişine dair soru sorduğumda Lyuba’nın yanıtı şöyleydi: 

 

Savaşın yerle bir ettiği Luhansk bölgesinde doğup büyüdüm ve memleketim Pervomaisk şimdi işgal altında. 2014’ün Mayıs ayında savaşın başlangıcına şahit oldum… 2015 Şubat’ındaysa dehşetengiz bir savaştan sağ çıkmış ailem ve ninem işgal altındaki bölgeyi terk etmek durumunda kaldı. Bombardıman altında, birkaç parça giysiyle ayrıldılar. Arkadaşım bir [Ukraynalı] asker kaçarlarken neredeyse ninemi vuruyordu. 

 

Savaş zamanında edebiyat üzerine konuşan Yakimchuck şöyle yazıyor: “Edebiyat savaşla rekabet halinde, yaratıcılıkta savaşa yenik düşüyor belki de, böylece savaş tarafından değişip dönüşüyor.” İnsan şiirlerinde savaşın sözcüklerini nasıl çatlattığını görebiliyor. “Luhansk hakkında konuşma benimle,” diye yazıyor “ hansk/lu’ya dönüş yerle bir olalı, kan kırmızı kaldırıma döneli çok oldu.” Havaya uçan şehir Pervomaisk “pervo ve maisk olmak üzere ikiye ayrıldı” ve Debaltsevo’nun kabuğu şimdi onun “deb, alts, evo”su. Paramparça dilinin prizmasıyla kendine bakıyor şair:

 

Gözlerimi dikip ufka bakıyorum 

…Çok yaşlandım 

Artık Lyuba değilim 

Yalnızca bir –ba‘yım 

 

Tıpkı Rus şair Khersonsky’nin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali karşısında kendi dilini konuşmayı reddedişi gibi, Ukraynaca konuşan bir şair olan Yakimchuck da ülke gözleri önünde paramparça olurken bütünlüklü bir dili konuşmayı reddediyor. Kelimeleri evirip çevirdikçe, onları parçaladıkça, kelimelerin içindeki seslerden tezat yarattıkça sesler de ele geçiremedikleri bir bilgiye şahitlik ediyor. Artık anlamlı olmasalar da bizim için okunaklı olan harap haldeki kelimeler okurla hem dilde hem de dilin ötesinde sessizce yüzleşiyor. 

 

Bu tanık şiiri okumak insana şiirin yalnızca bir olayın tarifi olmadığını, onun da bir olay olduğunu hatırlatıyor. 

 

7. 

Şiirin tanıklığı tam olarak ne? Şiirin dili bizi değiştirse de değiştirmese de bizdeki değişimleri gösteriyor. Bir sismograf gibi şedit hadiseleri kayıt altına alıyor. Miłosz ufuk açıcı metnine Şiirin Tanıklığı ismini vermişti; “biz ona tanık olduğumuz için değil, o bize şahitlik ettiği için.” Demir Perde’nin diğer tarafında yaşayan Zbigniew Herbert da bize benzer bir şey söylüyordu: Bir şair bir ulusun ruhunun barometresi gibidir. Havayı değiştiremez. Ama bize havanın nasıl olduğunu gösterir.  

 

8.

Lirik bir şairin durumunu incelemek gerçekten bize pek çoklarının paylaştığı şeyleri gösterebilir mi? Bir ulusun ruhunu? Zamanın müziğini? 

 

Lirik bir şairin omurgası nasıl bir barometrenin iğnesi gibi titrer? Belki de bu lirik şairin son derece mahrem bir kişiliği olmasından ileri gelir. Bu kişi kendi mahreminde –yeterince çağrışımsal, yeterince tuhaf- bir dil yaratır, ki bu onun pek çok kişiyle aynı anda, şahsi bir biçimde konuşmasına imkân verir.  

 

9. 

Ukrayna’dan yüzlerce kilometre mesafede, bu savaştan uzakta, huzurlu Amerikan avlumda otururken bu savaş hakkında kalem oynatmaya ne hakkım var? Ve yine de onun hakkında yazmaktan kendimi alamıyorum işte. Kendi ülkemin şairlerinin sözleri üzerine İngilizce, konuşmadıkları bu dilde düşünüp durmadan edemiyorum. Bu saplantı niye? Kontrolümde olmayan sessizlik cümlelerin arasında. Söz konusu başka bir dil olsa da cümleler arasındaki sessizlikler aynı: Hâlâ sabahın dördünde kapıya doluşmuş, üzerindekiler yalnızca bir pijama altından ibaret olan, bağırıp çağıran yabancıya kapıyı açıp açmamayı tartışan bir aileyi gördüğüm o yerde. 

 

 

Ana görsel: Present&Correct’în instagram sayfasından.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YBedeni Yerle Bir Etmek: Kesikler, Dikişler ve <i>Anarchitecture</i> Üzerine 
Bedeni Yerle Bir Etmek: Kesikler, Dikişler ve Anarchitecture Üzerine 

Heteronormatif kültürel alanın şekillenişinde ev, sanki hiçbir eksiği yokmuşçasına ele alınıyor. Anarchitectural performanslarsa orada olmayana, ortadan kaldırılana, noksan olana –kalanı ebedi göstermek adına yok edilmiş, silinmiş ya da karartılmış olana- ihtimam etme hususunda ısrarcı.

SANAT

YKolektif Dertlerimiz, Kolektif Değerlerimiz: Hattın Ucunda Zeki Müren’le Türkiye Tarihine Bir Bakış
Kolektif Dertlerimiz, Kolektif Değerlerimiz: Hattın Ucunda Zeki Müren’le Türkiye Tarihine Bir Bakış

Ölümünden neredeyse 20 sene sonra, Zeki Müren günümüzde ne anlama geliyor? Onun görsel ve işitsel remiksleri nasıl oluyor da hâlâ kültürel dünyamızda yer buluyor?

SANAT

YBedenin Kuvvetleri, Maddenin Halleri
Bedenin Kuvvetleri, Maddenin Halleri

Soru sorma kapasitesinde bir beden Maddenin Halleri. Yıkıma, yıkma faaliyetine yöneltilen yaşama dair bir soru onunkisi: “Hastaneyi yaşayan bir canlı olarak nasıl görebiliriz?”

MEYDAN

Yzor’da olmak, zor’da kalmak anlamına gelmez her zaman için
zor’da olmak, zor’da kalmak anlamına gelmez her zaman için

Mücadeleyi mesken tutmaya olan ihtiyaç her şeyden fazla. Üniversitelere de öyle. Bir mücadele mekânı olarak üniversitelere. Uyumu değil uyumsuzluğu, kabulleri değil soruları, tektipleştirmeyi değil çoğulluğu ufkuna yerleştirecek üniversitelere.

Bir de bunlar var

Gezi Direnişi: Duvar Yazıları, Pankartlar
İnternette Açlık Oyunları: Elliott Rodger ve Kadın Nefreti
Darmadağın Sınırlar: Ayşe Gökkan

Pin It on Pinterest