Aşka dair en eski anımı hatırlamak için kendime yirmi dakika ayırdım. Bu yirmi dakikayı koltukta uzanarak geçirdim, göz kapaklarımın üzerinde sabah kahvaltısı için soyduğum salatalıkların kabukları vardı (A, C, B1 ve B2 vitaminleri). Salatalığın ferahlatıcı etkisiyle epey geçmişe gittim.
İlkokulda, yan sınıftan bir çocukla mektuplaşıyorduk. Adı Hasan’dı. Hasan Urfa’lıydı. 4 kardeşlerdi. Bizim evin birkaç sokak ötesinde oturuyordu. Saçlarını sağa tarardı ve sadece ön kısmını sağa yatması için jölelerdi. Pazartesi sabahları ve cuma ders çıkışında bahçede sıra olurken yan yana gelirdik ve zarflaşırdık. Şirinevler
İlköğretim Okulu’nda her sınıf, aşağı yukarı 60 kişilikti. Üçerli sıra olunurdu. Ben sıranın sağını o da solunu seçerdi, zaten onun sınıfında da benim sınıfımda da geri kalan 59 kişi konuya biraz hakimdi. ‘Bunların arasında bir şeyLEEARR var.’
Hasan’la nasıl tanıştığımı hatırlamıyorum. Yani o zamanlarda ayrı sınıflarda olunca tanışma-yakınlaşma ihtimali daha düşük bir şey olmalı. Sanırım okul çıkışlarında eve dönmek için aynı köşede arkadaşlarımızı beklerken yakınlaştık. (Ve bir gün birlikte yürümeye mi karar verdik?) Bana, bizim evin köşesindeki baharatçıda haftasonları
çalıştığını söylemişti. ‘Kendilerininmiş.’ Pazar günleri pazara giderken, o dükkanın önünden geçişim… türlü bahanelerle dükkana girişim… O zamanlar 100 gram çekilmiş karabiberden başka, pek de bilmem ne alınır baharatçıdan, girip ne saçmalıyordum acaba?
Yaklaşık 3 yıl önce, evin altını üstüne getirirken Hasan’ın mektupları karşıma çıktı. Hepsini annemden de babamdan da aynı evin içinde onca yıl nasıl da saklamıştım! (Bir de abim var) Açıkçası mektupları bulduğumda hiç heyecanlanmadım. Beni o zamanlar heyecanlandıran neymiş diye şöyle bir baktım. Baktım da, mektuplarda aynı cümlenin
tekrarından başka bir şey göremedim. Sevmek filinin türlü çekimleri ve sevmek üzerine hayaller. (Yeter de artar bile o yaşlarda değil mi!) Beni o yaşlarda bu kadar heyecanlandıran o sözcüklere sonra ne olmuştu? (Hepsi şiirlere sıkıştı)
Aslında o mektuplarda kalbimi hızla attıran Hasan’ın ne yazdığından çok nasıl yazdığıydı. Odasında mı, sırasında mı, dükkanda mı, benim mektubumu okuduktan hemen sonra mı… Mektuplarda buna dair bilgiler yoktu ama bir araya geldiğimizde, mektuplarda yazmadıklarımızdan uzun uzun söz ediyorduk, gizli gizli nasıl yazdığımızdan vesaire. Dolayısıyla mektuba düşen sevgi sözcükleri oluyordu. Çünkü birbirimize ‘seni seviyorum’ ve benzerlerini (sesle, yüz yüze) diyemiyorduk.
Okulca (7. sınıflar olarak) Belgrad ormanlarına pikniğe gidecektik. Babamdan zarla zorla izin almıştım. Cuma günü okul çıkışı, Hasan yanıma gelip, piknikte bana bir şey söyleyeceğini ve bunun çok önemli olacağını söylemişti. Piknik için pazar sabahı 6’da Milka pastahanesinin önünde buluşulacaktı. Ne Belgrad ne de piknik umrumdaydı. Hasan ne söyleyecekti acaba?
Cumartesi günü mahallede oyun oynarken, mahallemize mahallemizden olmayan üç kız gelmişti. Kolkola. Kızlar bana doğru ilerliyordu. İçlerinden biri, herkesin ortasında (lastiği ayağına geçirmiş olan diğer iki arkadaşımın yanında) bana “Şşşt sen! Yarınki pikniğe gitmeyeceksin” dedi. Gideceğime dair bir şeyler gevelemiş, ona haddini bildirmeye çalışmış olabilirim.
“Gitmeyeceksin dedim, gidersen seni gebertirim. Babana Hasan’la neler yaptığını anlatırım” dedi. (sanki ne yapıyorsam mektup yazmaktan ve eve yürümekten başka)
-Hasan mı ne alakası var Hasan’la yağğ?
Sonradan adının Ayşegül olduğunu öğrendiğim kız, Hasan’ı benden daha önce tanıdığını söyleyerek onun sevgilisi olduğunu iddia etmişti. Üstelik yazdığım tüm mektupların elinde olduğunu ve eğer pazar günü pikniğe gidersem hepsini babama göstereceğini bildirmişti. Hasan’la bir daha asla konuşmamam gerektiği konusunda da beni uyarmıştı.
Ayşegül bana böyle tehditler yağdırırken (belli belirsiz bir inkardan sonra) tek yaptığım şey yere bakmaktı. (Bu kişiliğimle alakalı bir durum mu, yoksa Hasan’ın böyle bir tartışmaya bile değmeyeceğini mi düşünmüştüm?) Gerçekten korkmuştum. (Babamın yüzüne savrulmasından korktuğum o mektuplarda ne vardı acaba?) Kendimi savunduğumu hatırlamıyorum.
Ertesi gün pikniğe gitmedim. Tüm gün Hasan’ın mektuplarını yeniden okudum. Başka birini seviyor, ona bu sözlerin aynısından söylüyor olamazdı. (Yıllar içinde insan bu düşünceyle nasıl da barışıyor.) Aynı gün, Hasan’a söyleyeceğim tek cümlenin provasını saatlerce yaptım. Pazartesi sıra olurken yan yana gelecektik. Hasan pikniğe neden gitmediğimi merakla soracaktı. Ben de ona diyecektim ki (…)
İtiş kakış içinde okunan Andımız’dan artakalan sessiz bir an boyunca o soruyu bekledim. Kürsüden gözümü ayırmadan, sağ tarafımdan gelecek o soruyu beklerken, aklımdan geçen cümleleri yüz kere kurmuş olmalıyım. Hasan o soruyu hiç sormadı. Ben, o soruya vereceğim cevaba öyle takmıştım ki, ne bir adım geri, ne bir adım ileri attım.
Ayşegül çıkışlarda hemen damlıyordu ve Hasan’la beraber eve yürüyorlardı. Ben de kaldırımın öte yanında, güçsüz görünmemek adına kimi hallere bürünüyordum muhtemelen. Bazen, Hasan’ın yakın arkadaşı Halit’le sohbet ediyor, laf arasında, Hasan’ın kulağına gideceğinden emin olduğum şeylerden bahsediyordum. “Bunu bana nasıl yapar”dan ziyade, “ben artık bambaşka biriyim”ciydim ve o role (1 haftada) kendimi epey kaptırmıştım. Son kozlarımı oynuyordum, okulların kapanmasına çok az kalmıştı.
Sokakta gördüğüm, benim yaşlarımdaki her kapalı kızı, uzaktan ya da arkadan, Ayşegül sanıyordum. Aslında Hasan’la değil, içten içe onunla konuşmak, onunla dertleşmek istiyordum. Sanki bütün gerçek onun elindeydi. Kafamda kurduğum diyalogların haddi hesabı yoktu. Hasan sana da mektup yazıyor mu? Peki mektuplarımı sana Hasan mı gösterdi? Hasan bana piknikte ne söyleyecekti, nereden biliyordun? (Sonuçta, pikniğe gitmeyerek ve Hasan’dan uzak durarak bu soruların cevaplarını duymayı hak etmiş olmalıyım.)
Yaz geldi. Bir süre sonra yazlığa gittik. Abimin hazırladığı karışık albümden şu parçayı dinleyerek kendimce gaza geliyor Hasan’a gününü gösteriyordum. (Mahallenin köşesinden yavaş adımlarla ona doğru yürüyerek yüzüne bir tokat atıyorum ve saçlarımı savurarak geri dönüyorum. Yavaş adımlarla yürüyerek yüzüne bir tokat atıyorum ve saçlarımı savurarak geri dönüyorum. Yüzüne bir tokat ve geri dönüyorum.)
Sekizinci sınıfa başladığımda, bir sınıf daha büyümüş olmanın büyüsünden (ve üç ayda biten Ahmet Buhan’lardan) olacak yaşananları sineye çekiyor, zaten benden daha kısaydı, zaten çok esmerdi, zaten buradan taşınacaklardı diye diye, Hasan’ı tanımamazlıktan gelme konusunda bir sihirbaza dönüşüyorum. İşte böyle.
Görseller Helen Levitt.