Geçen haftalarda dünyanın iki farklı yerinde, farklı anlamlarda devrimci iki defile gerçekleşti. Biri Rick Owens’ın Paris moda haftası şovu, diğeri Kazova Direnişi defilesi.
Rick Owens defilesi ile başlayalım. Aşağıda izleyeceğiniz 11 dakika moda dünyasının yazılı olmayan ve bir türlü değiştirilemeyen kurallarına okunan sayısız bela içermekte:
İçinde yürünemeyen, dans edilemeyen, hareket edilemeyen kıyafetlere; podyuma neredeyse her zaman sadece beyaz modellerin çıkabilmesine; modellerin uzun, zayıf, tek tip, ergen, ifadesiz, ancak belli belirsiz memnuniyetsiz, ama her koşulda öfkesiz olma zorunluluğuna; asla fiziksel kuvvet göstermeme, tehdit edici olmama kuralına; “zerafet”in tiranlığına…
Takip edenler ve kafasını kuma gömmek istemeyenler bilir, “yüksek moda” dünyasında diğer sektörlere çatır çatır uygulanan denetimlerden muaf olma, kuralların bunlara asla işlememesi gibi bir durum var. Bu yüzden Terry Richardson gibi tacizci fotoğrafçılar işlerini, itibarlarını kaybetmiyor; tek tük birkaç tasarımcının ısrar ve uğraşlarına rağmen beyaz olmayan modellere iş vermeme ayrımcılığı devam ediyor; dünyanın en pahalı kıyafetlerini taşıyan modellerin para almadığı, maaşların numune kıyafetlerle ödendiği oluyor, vb. Bu dünyanın en güçlü ve etkili isimleri de duruma göz yumduğu, durumu umursamadığı ve aslında durumdan beslendiği için düzen asla değişmiyor. Yaratıcılık iddiasında ama aslında inanılmaz tutucu bir sektör. Balık baştan kokar misali Amerikan Vogue’u, Fransız Vogue’u bu meseleleri takmıyorsa onların üçüncü dünya mümessilleri de haydi haydi takmıyor elbette.
Rick Owens defilesinin modelleri New York ve Washington DC’den gelen step dansçıları. Tasarımcı grupları Google’da bulmuş, ilk irtibat kurulduğunda hiçbiri inanmamış. Malum, moda başkentlerinin podyumları normalde onlar gibilere pek açık değil. Defile bittiğinde podyum arkasında hem modeller hem tasarımcı zırıl zırıl ağlamış. Sanırım defilenin en heyecan verici yanı “acaba artık bir şeyler değişecek mi… galiba bir şeyler değişecek” hissini vermesi. Defileler katı bir güzellik idealinin yukarıdan aşağıya tekrarlandığı sıkıcı hapishane voltaları olmaktan çıkıp çok daha yaratıcı performans alanına kayabilecek mi? Rick Owens defilesi en azından bu ihtimali sunuyor. Tasarımdan da ödün vermeyerek.
(Performans derken Uğurkan Erez danslarını kastetmiyorum tabii)
Kazova direnişi defilesi ise asıl can alıcı soruyu sorduruyor, öncelikleri hatırlatıyor. Üzerimize geçirdiğimiz giysileri kim üretiyor? Nasıl yaşıyorlar, haklarını alıyorlar mı?
Kazova direnişi kısaca şöyle gelişiyor: Kazova tekstil işçileri Şubat ayında 4 aylık maaşları ve kıdem tazminatları ödenmeden işten çıkarılıyor. Şubat’tan beri haklarını arayan işçiler bir süre fabrika önünde çadır kurarak eylemlerine devam ediyor. 28 Haziran 2013’te ise kapatılmış fabrikayı işgal edip bozuk makineleri tamir ederek üretime tekrar başlıyorlar, bu defa patronsuz! 28 Eylül’de de fabrika önünde patronsuz üretimin ürünü giysilerle bir defile düzenleniyor.
Fatih Pınar’ın Kazova direnişi ile ilgili hazırladığı şu video röportajı izlemelisiniz:
(ek not: Fatih Pınar’ın videoları ne kadar harika, geçen aylardan şunu da hatırlayalım)
Direniş ilham verici. Videoyu izlerken aklıma takılan bir soru var. Tasarımcı bu işbölümünün neresinde ya da tasarımı da bu direnişe dahil etmek mümkün mü? İşçiler haklarını alamazken, insanlar ekmek ve adalet derdindeyken tasarımdan söz etmek saçma gelebilir. Kazova direnişi defilesinin elbette ürünleri beğendirmekten öte bir anlamı var. Fakat bu direnişe tasarımcı desteği de bambaşka bir pencere açmaz mı? Devrimci tasarımcılar, neredesiniz?
Kazova direnişi ile ilgili gelişmeleri şu sayfalardan takip edebilirsiniz: http://kazovaiscileri.blogspot.com/
http://www.facebook.com/pages/Kazova-Direnişi/626123147411502