‘Hala’, Ege’de Akhisar’ın Kayışlar köyünde geçtiğimiz sene çekilen bir belgesel film. Lakabını köylülerden bir ‘metin yazarı’nın koyduğu İhsan’ın hikayesine ben yeni rastladım. Fakat biraz daha araştırayım dediğimde baktım meğer İhsan Çolak zaten ünlüymüş. Kendisi filmde Bülent Ersoy’la nasıl tanışmak istediğini söylediğinde de farkettim ki ben de İhsan Hala’yla tanışmak isteyivermişim (hayranlık biriyle tanışma hayali kurmakla mı başlıyor?)
Film, geçtiğimiz hafta Başka Sinema salonlarında gösterime girmiş. Filmin yönetmeni Veysel Akşahin, hala Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü’nde okuyormuş. İhsan Hala’nın filmini çekmeye de 2011 yılında Hala’nın gazetelerde yoğun olarak yer aldığı bir dönemden sonra karar vermiş. Belgesel, 2012 Aydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler Yarışması’nda ikincilik ödülü almış.
Film, köy halkının kameraya bakarak Hala’yı övdüğü, onun içlerinden biri olduğunu söylediği, onu sevgi ile anlattığı konuşmalarla açılıyor. Tam ‘amanın nasıl da hoşgörü sahibi insanlarmış!’ demeye kalmadan İhsan Çolak bu kabul edilişin öyküsünü anlatmaya başlıyor.
İhsan 11 yaşındayken ailesiyle birlikte Kayışlar Köyü’nden İzmir’e taşınmış. Otuzlu yaşlarına geldiğinde de annesi ve babasının hastalığı nedeniyle köye geri dönmüş. 5 ay arayla anne ve babasını kaybettikten sonra da babasının vasiyeti üzerine kardeşleriyle yakın olmak için köyde kalmış. Kardeşleriyle pek görüşmüyor fakat onu kardeşi yerine koymuş dostları var.
Ailesi, İhsan 11 yaşındayken neden İzmir’e taşınmış bilmiyoruz. İşten güçten veya güzel evlatlarıyla büyük yerde daha rahat edecek olmalarından olabilir. Neticede İhsan köyüne dönmüş. Köyde 11 yaşına kadar yaşadıkları ayrı bir çatışma, şehirden köye döndüğünde yaşadıkları ayrı. İzmir’de yaşadıklarının bahsi belgeselde ve gazetelerde geçmiyor ama bir trans birey için hayatın hiçbir yerde kolay olmayacağını düşünmek için geniş bir hayalgücüne gerek yok. (Bunu yazdıktan sonra İhsan’ı biraz daha araştırınca anladım ki vaktiyle İzmir’de Karşıyaka’da benim de sık sık gittiğim bir sinemada çalışırmış. Hayal meyal kendisini hatırlar gibi oldum…)
Hiçbirimizin kendini çok da iyi bilmediği, eğilip bükülmeye müsait olduğu yaşlarda, köylü annesine takılırmış; ‘Bu niye bu kadar süslü? Satılık mı?’ Annesi İhsan’ı uyarınca verdiği yanıt benim hayatta duyduğum en straight yanıt; ‘Ben, kendim için yaşıyorum!’ Annesiyle babası köye döndükten sonra da İzmir’de bir süre yaşamaya devam etmiş. Köye, yirmiyi aşkın sene sonra geri döndüğünde de esrar satmaktan kadın satmaya kadar uzanan geniş iftira kartelasını bertaraf etmesi bir gün canına tak deyip kahveyi basmasıyla oluyor. Köylüye verdiği yanıt annesine ‘satılık mı?’ diye soranlara verdiği yanıtla yine aynı: ‘Bu hayat benim hayatım, ister bomba koyar patlatırım, ister veririm!’
Bu çıkışın faydası olmuş ancak bununla bitmemiş. Kendini köy halkına sevdirmek/kabullendirmek için çok çalışmış. Hep herkese durmadan yardım etmiş. ‘Yardım, yardım, yardım, yardım!’ diyor; ‘Hiç hayır yok, hep evet!’ Böyle böyle ‘hayır’ı unutarak köy yerinde dostlar edinmiş. Hala, varlığını meşrulaştırmak için herkesten daha çok çalışması gereken insanlardan olmuş. Nitekim arkadaşlarından biri de onun varlığını kameralara bu şekilde savunuyor; ‘faydalı bir insan… Üretken, çalışkan, biz çalışkan insanı severiz yani…’
Belgeseli mutlaka izleyin, Hala’nın savaşını görün. Ben, bu film sayesinde bu savaşın ona kazandırdıkları için heyecan duydum. Gittiği yerlerde kendisine kıyısından da olsa hissetmeyi istediği gibi hissettirebilecek dostlar yaratmış. Şekillendirebileceği kadarıyla bir çevre şekillendirmiş. Bunu hep dirayetle iyilikle yapmaya çalışmış.
Tek sorun işte filmin sonu (kemanlardan bahsetmiyorum, o filmin teknik olarak biraz sıkıntı yaratan tarafı.)
‘Hala’, ‘abla’ olamamış. İşin tuhafı ‘abla’ derken o da gülüyor, o sözü kaba bulduğunu söylüyor. Çünkü ‘abla’ haladan belki daha fazla kadın olmak manasına geliyor. Kendisi tüm bu kabulün içinde sanki görünmez bir cinsiyetsizlik anlaşması imzalamış gibi. Cinsiyet değiştirmeyi istediğini söylüyor ancak vazgeçiriliyor. Üstelik kötü niyeti saklama ihtiyacı hissetmeyen bir açıklama, bir baskı aracıyla. ‘Sen kadın olursan seni bu köylü artık kabul etmez’ yaptırımıyla. ‘Kadınlarımız artık seni kıskanır’ öngörüsü ve tehdidiyle. Cinselliğinden vazgeçiriliyor. Bir erkeğin, onu bir kadını seveceği şekilde sevemeyeceğine zaten kendisi de kesin olarak inanmış.
Yazının başından bu yana ‘kabul’ sözcüğünü ben ne kadar kullandıysam belgeselde de bir o kadar geçiyor. Bu kabul sözcüğünün karşıyı edilgenleştiren, misafir gören, içeriden biri için kullanılmayan bir sözcük olduğunu da vurgulamak gerekir.
‘Çok sıkılırsam tarlaya giderim bağırırım, ağlarım…’ deyişi şurada bir düğüm. En iyisi, bu kadar kendini gerçekleştirme inadı olan birinin önüne çekilen o son setin bir gün olmayacağının hayalini kurmak. İhsan Hala, bugün zaten yıka yıka geldiği sınırların sonundaki o sınıra dayanmış bir anarşist. Film boyunca Hala’yı sevmiş, ‘kardeşi gibi görmüş’, pek çok yerde bulunmayacak denli inayetli, onu ‘Allahın yarattığı’ olarak kabul etmiş köylüye de haksızlık etmek istemiyorum. Yani onlar da var. Filmin en başında, ızgaranın önünde Hala için ‘Bizim için mükemmel bir insan!’ diyen Muharrem Er, belgeselin ortalarına doğru şöyle diyor;
‘Belki kendisi isteyerek oldu o şekilde, bilmiyoruz… Ama yadırganacak bir şey yok yani, sonuçta insan olarak görüyoruz.’
İşte insan herhalde böyle aydınlanıyor. Mahallesinde bir Hala olmayanın içi daha zor parlıyor, genişliyor. Hala’nın ‘yardım yardım yardım, hep yardım!’ diye anlattığı yardımların en büyüğü, ihtimal budur.