Gezi davası boyunca, başta 840 gündür tutuklu yargılanan Osman Kavala olmak üzere hiçbir tanık (sanık diyemem) geri tek bir adım atmadı. Birbirlerinden bağımsız, kendi dillerinde, dünya görüşlerinde ve farklılıklarını koruyarak savunmalarını verdiler. Ağırlaştırılmış müebbetle yargılanan Mücella Yapıcı’nın duruşmadaki son sözlerini buraya da yazalım: “Ben burada sözlerimi canlarını kaybeden sekiz çocuğu ve gözlerinin nurunu kaybedenleri selamlayarak sonlandırıyorum.” Her birine müteşekkirim. Osman Kavala bu gece evine dönecek, yatağında uyuyacak, İstanbul’un kokusuna uyanacak diye çok mutluyum. Elbette, adalet arayışı bitmedi; daha içeride pek çokları bir dikdörtgenden ibaret kılınmış göğü tüm açıklığıyla görmeyi bekliyor.
Diğer yandan canımı sıkan bir başka soru da geldi çöreklendi şimdi içime.
80 darbesi sonrası doğanlar için “politik olanın ilk kez devletli olmadığı bir mümkündü” Gezi. Aradan geçen zamanda, hangi aralıkta yitirdim ben bu hissi bilmiyorum. Suruç patlamasından sonra mı? Yoksa 10 Ekim’de mi? Belki de yanan bodrumlarda… Yavaş yavaş, sinsi sinsi katılaştı içimde bu mümkün. Göğsüm göz göz, damar damar, çatır çatır dondu. Kaskatı kesen bir dünya içime sızdı bir lanet gibi. Öfkeyi tuttum ama; yumuşaklığa en çok ihtiyacımız olan yerde o inceliği, kırılganlığı ve nerden geldiğini bilemediğim coşkuyu tutamadım. Ve şimdi Mücella’yla Gülsüm’ün sarılıp öpüştüğü bu anda eriyor içimdeki o donmuş hisler.
Senelerdir ölenleri, yakılanları, kemikleri geri verilmeyen evlatları, gözlerini kaybedenleri, şanslıysa bacaklarına protez takılanları unutmayacağım, unutmayacağız, unutursak içimiz kurusun derken her gün biraz daha buz keserek, üşüyerek yürüdüm sanki bu dünyada. Halbuki her birimizin başka başka ödediği bedelleri unutmayacağız derken, sadece bedelleri değil, bu mümkünü de unutmamamız gerekirdi. Sorsanız, unutmadım ki, derdim belki de. Ama şimdi, içimdeki bu donmuş şey erirken dehşetle farkediyorum neyi yitirdiğimi.
Gözlerinin nurunu kaybedenleri unutmayacağız derken içimizdeki coşkuyu, bir mümkünü nasıl kaybettik? Onu yumuşak ve kendi halinde tutmanın, yaşatmanın yolu neydi? Şimdi ve gelecek günlerde bunu soruyorum, soracağım kendime, varsa benim gibi hissedenlere.
Gezi boyunca beraber yatıp kalktığımız, yemek yediğimiz, sohbet ettiğimiz sokak çocuklarını yeniden hatırlıyorum. Birinin, “abla siz hiç gitmeyin buradan” deyişini anımsıyorum. Gittik biz o parktan. Çıktık o dünyadan. Özür dilerim. Beraber araladığımız mümkünü tüm sıcaklığıyla, yumuşaklığıyla kalbimde tutamadığım için özür dilerim…
Ama şimdi içimde bir şeyler eriyor. Hatırlıyorum. Duyuyorum. Uzanıyorum size ve hatıranızla içime.
Salt öfkeyle adalet nasıl gelecek? Adalet… Kanun ve hükümlerin ötesinde hasretle bir kucaklaşmaya koşmak gibi geliyor şimdi. O kucaklaşmayı hatırlarsam, yolumu kaybetmem gibi geliyor.
Fotoğraf: Esin ileri