Bu fotoğraf 23 Ocak 2007 sabahından. Pangaltı’dan Agos gazetesi önüne çıkan sokaklardan birinin sonundaydı bu görüntü.
Cenazeye katılanların bütün gün ellerinde taşıyacakları yazılar böyle ortaya, kolay görülecek bir yere bırakılmıştı. Beş ya da onlu desteler halindeydi yazılar. Gelenler bunları açmakla uğraşıyorlardı. Biri vardı o an orada, desteleri açıyor, herkesin almasını kolaylaştırıyordu. Ben de ona katıldım. Bir saate yakın bu işi yaptık hiç konuşmadan. Bu gördüğünüz yığın neredeyse erimişti o saatin sonunda, Agos gazetesinin önü, etraf hızla kalabalıklaşıyordu.
Cenaze arabasının gazetenin önüne gelişi, insanların hareketlenişinden anlaşıldı. Her yerde gazeteciler, polis giderek artan kalabalık sürekli yer değiştirmemi gerektiriyordu. Uzaktan bir ses geliyordu. Sesin Rakel Dink’e ait olduğunu ancak akşam eve döndüğümde, haberlerden anlayabildim. Agos‘un pencereleri açıktı. Uzaktan ama net görebildiğim iki anın fotoğrafı bunlardı:
Cenazede slogan atılmasını ailenin istemediğini önceden mi biliyorduk, orada kulaktan kulağa mı yayıldı hatırlamıyorum. Galiba duyurulmuştu öncesinde. Harbiye’ye doğru yürümeye başladığımızda kalabalıklar artık her yerdeydi. “Bir milyon kişi gelmiş” diyorlardı, rakamlar sürekli değişiyordu. O gün orada çok insan olduğunu herkes görüyordu.
Ağır ağır yürüyordu insanlar. Cenaze düzeninde görev alan genç insanlar vardı, tüm kalabalığı idare ettiler. Hızlı yürüyenlerin önünü aldılar, bazı yerlerde insanları kademe kademe yürüttüler. Yıllar sonra Gezi zamanında Kadıköy’de düzenlenen Madımak katliamını anma yürüyüşünde de bir benzerine şahit olduğum bir disiplin, düzen, uyum vardı o gün orada. Kimse yanındakine ses etmiyordu, herkes sakindi, Rakel Dink’in yürüyenlerden bunu bilhassa istediğini bilmeyenler de vardı belki ama herkes birbirine uydu.
Arada yine de slogan atılıyordu, bazıları kendilerini tutamıyorlar, tutmak da istemiyorlardı. Herkes bir diğerini el haraketleriyle, jestlerle susturdu o gün orada. Haşim İşcan Geçidi’ne gelirken bir parti binasını görüp öfkeyle “işte burası katil yuvası” diyen adama kimse katılmadı. O kendi sesiyle bir başına kaldı, devam etmedi. Herkes ne olduğunu gayet iyi biliyordu.
Kumkapı’ya kadar yürünecek yolun ne kadar uzun olduğunu düşünüyordum. Bana kalabalık dağılır, yavaş yavaş sokaklara sapanlar olur gibi geliyordu. Öyle olmadı.
Harbiye, Elmadağ, Taksim Meydanı yönünde cadde üzerindeki binalarda, iş hanlarında çalışanlar balkonlara, pencerelere çıktılar. Şimdi bunları yazarken baktım. Salı gününe denk geliyormuş cenaze. Kumkapı’ya kadar böyle yürüyenlere bakanlar oldu hep. Bozdoğan Kemerine yaklaşırken kadınlar vardı, yukarıdan zılgıt çektiler, yürüyenlerden alkış aldılar. Ama kadınlar da, alkış alanlar da yine kalabalığın el hareketleriyle susturuldu.
Yenikapı’ya gelindiğinde herkes yeterince yorgundu. İnsanlar çimlere oturdular, ayrılmaya başladılar kalabalıktan. Feribot yakalamaya çalışanları gördüm, taksi arayanları. Yolun bundan sonrası Kumkapı’yı işaret ediyordu. Herhalde çoğu insan görevini yaptığını düşündü. Kiliseye gidilemeyeceği açıktı, orası Dink ailesine mahsustu. İnsanlar ellerinde taşıdıkları yazıları rastgele bırakmak istemediler etrafa, böyle toprağa gömdüler yazıları.
Yolda tanıdıklarla karşılaştık, birbirimizi kaybettik kalabalıkta, sonra yine bulduk. İşte böyle bir anda cenaze arabasının kiliseden çıktığı söylendi. Polis yürüyen ve o sokağa kadar gelenlerin önüne geçmişti. Kalanlar da orada sokaklara dağıldı artık.
Biz küçük bir çay ocağı bulduk. Soğuğa rağmen dışarıdaki bir masaya oturduk, bizim gibi oturmak isteyenlerle paylaştık o masayı.
Yanımızdaki adam bize bakıp “Böyle olacağı belliydi” dedi birdenbire, sonra yine birdenbire bize teşekkür etti. Kendini tanıttı, Ermeni olduğunu söyledi. “Cenaze ne güzel oldu” dedi. Derken ailesi geldi yanına, herkes birbirine gülümsemeye çalışıyordu masada. Ben fotoğraf makinamı kaldırdım orada. Fotoğrafları da o gün, bugündür saklıyordum. Belki tarihi değerleri vardır, olacaktır.
O gün orada olanlar 4 gün önce işlenen bir cinayetin üstlerinde bıraktığı şaşkınlık, ve hatta dehşet duygusuyla, biraz öfke, küskünlükle, ama mutlaka utançla oradaydılar. O çay ocağında sonradan bu cinayetin asla çözülmeyeceği, herşeyin örtbas edileceği de konuşuldu. Ne tuhaf değil mi? Geliyorum diye diye gelen bir ölümün, öncesi de, sonrası da herkese malumdu ve sanki bize düşen tek görev de o gün cenazeye katılmaktı.