Hakikati yok saydıkça, inkar ettikçe, bilip de sustukça geçmişin hayaletleri bize hep musallat olacak. Bizi özgürleştirecek şey bilmeye cesaret etmek ve hakikat anlatıcılarının çoğalması.

KÜLTÜR

23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı ve Bilmeye Cesaret Etmek

19 Ocak 2007’de bir suikast sonucu kaybettiğimiz Hrant Dink’in anısına kurulan 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı, 2023 Avrupa Yılın En İyi Müzesi (EMYA) ödül töreninde Kenneth Hudson – Kurumsal Cesaret ve Doğruluk ödülünü aldı. 2019’da 3 dilli olarak ziyaretçilere kapısını açan 23,5, Hrant Dink’in hayatına ve mücadelesine bakmakla kalmıyor, Agos Gazetesi’nin arşivine dalarak cinayete giden süreci ve cinayet sonrasında yaşananları toplumsal adalet perspektifinden ele alıyor. 23,5 azınlık hakları, insan hakları ve demokratikleşme bağlamında Türkiye tarihinde bastırılmış kişisel ve toplumsal hikayelerin kendilerine alan açabileceği bir bellek mekanı olarak bizlerin kolektif hafızasını tutuyor, yaşatıyor. Nayat Karaköse ve Aslı Yolcu ile kuruluş hikayesini ve Hrant Dink’in evrensel değerlerini konuştuk.

 

EMYA ödül töreninde Aslı Yolcu, Zeynep Taşkın ve Nayat Karaköse.

 

Suna: Bu sene 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı 2023 Avrupa Yılın En İyi Müzesi (EMYA) Ödülü’ne aday gösterildi ve Kenneth Hudson – Kurumsal Cesaret ve Doğruluk ödülünü aldı. EMYA Avrupa’nın en büyük ve önemli müze ödüllerini veriyor. Ama sizin adınızda müze geçmiyor, neden adınızı hafıza mekanı koymayı tercih ettiniz? Bu fark neye işaret ediyor?

 

Aslında vakfın ilk kurulduğu zamandan bu yana, özellikle 2008’den itibaren keşke Türkiye’deki farklılıkları, azınlıkları temsil edecek bir vicdan mekanı olsa demişti yönetim kurulu üyemiz Ayşegül Altınay. New York merkezli Uluslararası Vicdan Mekanları Koalisyonu dünyada 60’tan fazla ülkede 300’den fazla zor geçmişlerle yüzleşen müzeleri, hafıza mekanlarını bir araya getiren bir network. Ayşegül Altınay bu koalisyonun bir konferansına katılıyor, böyle mekanlar olduğunu görüyor ve çok etkileniyor. Hrant Dink Vakfı kurulduğu zaman 2007’de Agos’un Sebat Apartmanı’ndaki ofisini paylaşmaya başladık. Sonra yan daire kiralandı, biraz mekan genişledi ama süreç içinde gördük ki Vakıf büyüyor, Agos büyüyor, kadro genişliyor ve sığamıyoruz, taşınma gündeme geldi. 19 Ocak’tan itibaren Sebat Apartmanı artık kolektif bellekte, toplumsal vicdanda önemli bir sembol haline geldi. Hrant Dink o kaldırımda öldürüldü ve de herkes ne yazık ki buna tanık oldu. O akşamdan itibaren orada kalabalıklar toplanmaya başladı ve kendiliğinden bir vicdan mekanına dönüştü diyebiliriz. Cenaze günü hiç görülmemiş bir kalabalık cinayete tepki gösterdi. Biz de şunun bilincindeydik: evet, buradan ayrılabiliriz ama burayı bırakmak mümkün değil, bir şekilde yeniden dönüştürmek lazım. Çünkü orada üretilen bir söz vardı, burası Agos’un yeşerdiği yerdi.

 

Hiçbir mekanın tek bir hikayesi yok ya, kimilerinin zihninde orası 19 Ocak olarak kazındı, sadece Hrant Dink’in öldürüldüğü yer, bir trajedi mekanı ama ondan ötesiydi aslında çünkü Agos’un yeşerdiği, büyüdüğü bir üretim mekanıydı, bir umut mekanıydı, bir dönüşüm mekanıydı ve Ermeni topluluklarını ya da Türkiye’deki azınlıkları güçlendiren bir mecraya dönüşmüştü.

 

Acaba nasıl yeniden hayata kazandırabiliriz oradaki belleği muhafaza ederek diye düşünürken, bu hafıza mekanları kavramı karşımıza çıktı. Baktığınızda dünyanın dört bir yanında hafıza mekanlarının farklı örnekleri var. Toplumsal bellekte yer edinmiş belki de kamusal vicdanı da yaralayan zor, bazen şiddet dolu geçmişlere mekan olan alanlar bunlar ama illa ki negatif anlamları da olması gerekmiyor. İlk araştırmaya başladığımızda hafıza mekanları diye araştırınca karşımıza ilk Holokost kampları ve Güney Amerika’daki işkence merkezleri gibi yerler çıktı. Ama bu bir devrimin yapıldığı meydan da olabilir, veya misali kadın hakları için büyük bir kazanımın işlenip imzalandığı bir alan da olabilir.

 

Araştırdığımızda, baktık gördük ki bu mekanların farklı işlevleri var. Hatırlatan mekanlar ama aynı zamanda hepsi birer diyalog mekanı, üretim mekanı, birbirini anlama mekanı, araştırma mekanı çünkü arşivler barındırıyor. Aynı zamanda birer vicdan mekanı ve sorgulatma mekanı da çünkü müzeler genelde baştan kurulan, inşa edilen yapılar ve girdiğinizde ziyaretçi orada aslında biraz daha pasif konumda. Bizim yapmak istediğimiz şey yaşayan bir mekan yaratmaktı. Sadece biz anlatalım değil, insanlara karşı konuşan değil insanlarla birlikte konuşan bir mekan olsun istedik. Ziyaretçinin sözüne yer veren alanlar yaratmaya çalıştık, kimisi yazıyla kimisi videoyla, birbirini anlama ve konuşma mekanı olarak kurguladık. Ve en önemlisi, öğrenme programlarıyla, ziyaretçi programlarıyla güncellenen, günümüzün sorunlarına biraz da cevap arayan mekanlar dolayısıyla biz burada diğer müzelerden farklı olarak ziyaretçiyi aktif de kılıyoruz ve onlara konfor alanı da sağlayabiliyoruz yani gelen kişi kahvesini de içebiliyor, bizimle sohbet de edebiliyor, sorularını da sorabiliyor. Mesela Hrant Dink’in odasına girdiğinizde, birçok ev müzesinde ya da sanatçılara ithaf edilen müzelerde nedir kırmızı kordonlarla çevrelenmiştir dokunamazsınız, oturamazsınız. Bizde tam tersi hissetsinler istiyoruz, o atmosferi yaşasınlar istiyoruz. O da aslında farklı bir güven ilişkisi oluşturuyor ziyaretçilerle, onlara o alan aslında sizin de mekanınız demek istiyoruz.

 

Peki burayı nasıl anlatalım? Çok fazla hikaye var. Hrant Dink sadece öldürülen bir gazeteci değildi ki. Çok ötesi var. Bir aktivistti, solcuydu, insan hakları savunucusuydu, iş insanıydı, Ermeni toplumunun içinde yeşermiş birisiydi ve o anlamda da çok mücadele veriyordu. Nasıl anlatacağız bütün bu hikayeyi? Rakel Dink’le hikâyesi var, 8 yaşında tanışıyorlar Kamp Armen’de. Rakel Dink’in kocaman bir hikayesi var. Yani neredeyse romanlara sığmayacak hikayeler. O bizim için çok kritikti başta ve dedik ki, birçok da biz arama toplantısı da yaptık yani çok kapsamlı bir hazırlık yürüttük, dünyadaki hafıza mekânlarını ziyaret ettik. 15 ülkede 100’den fazla mekân müze gördük, 100’den fazla uzmanla birebir görüşmeler yaptık ve şöyle dediler, siz çok şanslısınız çünkü en iyi hikâye anlatıcısına sahipsiniz üzerine hiçbir şey söylemenize gerek yok. Hrantça bir dil var, o Hrantça dili buradan devam ettirin. Bunu dedikleri anda birçok kişiden de bu gelince elimizde de böyle çok bir arşiv vardı ve kısa videolar yarattık ve dedik ki hafıza mekânları cevaptan çok sorudur, her birinde bir soru var ve bastıklarında Hrant Dink anlatıyor, o soruyu yanıtlıyor. Yani tam bir aslında onun bellek dünyasına da inebilen, onun demokrasi, azınlık hakları, insan hakları, adalet kavramlarıyla ilgili görüşlerini de birebir sahibinin sesinden dinleme olanağı tanıyan bence yani her anlamda o hafızayı da katman katman sunan bir hafıza mekanı. Tam da o noktaya geldik ama bunun için de gerçekten çok okuduk, çok gördük, gezdik, danıştık, öğrendik halen de öğreniyoruz. Bu bir tane süreç değil çünkü bizim için.

 

Suna: Diğer adaylar arasında hangi kurumlar vardı? 

 

Birçok farklı ülkeden kurumlar vardı. Burada işte zeytin müzesinden tutun da Casa Batllo’ya kadar 33 aday vardı, sanat müzeleri de vardı. Türkiye’den bir biz, bir de Polis Müzesi adaydı.

 

Suna: Mekanın adı neden 23,5? 

 

Nayat: Hrant Dink’in 23.5 Nisan yazısından ilham aldık. Çünkü evet burası zor bir geçmişle yüzleşme mekanı ama aynı zamanda umut mekanı olmasını da istedik. Yeni hafıza mekanlarına baktığımızda hep umut ve acı arasında bir kürasyon gözlemlemeye başladık.  Hrant Dink sözünü ettiğim yazısında çocuklara ithaf ve armağan edilen bir bayram olarak 23 Nisan’a ilgi duyduklarını ifade ediyordu. Aynı zamanda 24 Nisan soykırımın başlangıç tarihi ve ikisinin arasındaki o duygular, geleceğe duyulan umut, geçmişin acısı ve çocuklara yaptığı bir çağrı vardı. Madem kutlamalar için çocukları çağırıyorsunuz bütün dünyadan, Ermenistan’dan da çocukları çağırın, onlar çözsünler bu meseleyi diye. Bizim mekanın vizyonuyla çok uyumlu bu yazı. Arama toplantılarında da hep sorduk: Mekana isim koysanız ne olur? Mekanı üç kelimeyle ifade edebilir misiniz? Orada hep umut kelimesi vardı, yüzleşmek vardı. Bunlara dayanarak bir misyon ve vizyon oluşturduk. O yazı karşımıza düşünce işte budur dedik.

 

Türkiye’de hep böyle araftayız ya, o arafta olma halini çok iyi betimliyor. O ruh hali hiç bitmiyor. Kalbimiz hep öyle atıyor, 23,5 atıyor bazen öyle hissediyorum ben.

 

Suna: Mekanın adını duyduğu anda insan 23,5 mu, bu neyin buçuğu diye soruyor. Bahsettiğiniz o arafa dalıveriyorsunuz hemen. Hrant Dink cinayetine adım adım ilerleyen süreci anlamaya çalışırken bir yandan da meseleyi cinayetin ötesine, içindeki ihtilaflarla beraber bütün bir düşünce ve duygu dünyasına taşıyan hem kişisel hem kolektif bir hafıza mekanı oluşturdunuz. Mekanın tasarımına biraz daha ayrıntılı girebilir miyiz? İnsan ilk adım attığında mesafeli, aydınlık bir geniş odaya giriyor. Ama koridora adım attıktan sonra yavaş yavaş yakınlaşan, loşlaşan, içinde dolaşan kişiyi saran, biraz da oryantasyonunu bozan odalar ardı ardına açılıyor. En sonda Sarkis’in tasarladığı odada iyice mahrem bir alandayız hissi hasıl oluyor. Yani geçişli, gözenekli bir yer burası, kişisel olanla kolektif arasında, toplumsal ve mahrem arasında, makro söylemlerle biricik hayat hikâyeleri ve ziyaretçiler arasında… Başkasının hikâyesini gezerken aslında kendi hikâyeni gezdiğini farkettiren bir mekan düzenlemesi. Bendeki izdüşümleri böyle oldu. Paylaşılan bilginin ötesinde acaba siz mekanı düşünürken böyle bir duygu alanı mı hayal etmiştiniz?

 

Aslı: Belki burada ziyaretçilerin de tepkilerinden ve beklentilerinden bahsetmeliyiz. Herkesin katılabildiği kamuya açık, ücretsiz turlar düzenliyoruz. Düzenli olarak her hafta yapmaya çalışıyoruz. O turlara her yaştan, her gruptan, her etnik kimlikten insan geliyor. Kimi zaman 16 yaşında bir lise öğrencisi de gelebiliyor, bir hafta sonra annesini de getirebiliyor. Çok değişken gruplar ve ben en çok şuna rastlıyorum, ziyaretçiler geldiklerinde o ilk girdikleri aydınlık odayla, mekân tamamlanmış diye düşünüyorlar, yani koridordan ilerisinin olmadığını sanıyorlar. Kısa bir Hrant Dink biyografisi var, arkadaşlarına, ailesine, hayatına dair bir şeyler var, küçücük bir yerle sınırlandırıldığını düşünüyorlar. Hâlbuki az önce senin bahsettiğin gibi, ziyaretçi ilerledikçe güvenle içine giriyor, güvenli bir ortamda çok daha basit soruları sorduğu bir yerden ilerledikçe o samimiyet artıyor, samimiyet arttıkça da güvenli alandan uzaklaşıyor çünkü daha zor sorular sormaya başladıkları bir mekânın içinde dolaşmaya başlıyorlar. Ve ziyaretçilerin çoğunun tepkisi ‘hiç böyle bir mekan beklemiyorduk’ oluyor. Çok küçük bir Hrant Dink biyografisi, ona dair bazı nesneler, onun hayatından bazı kesitler ve bu kadar farklı konuya giren, derinleşen ve soru soran bir yer beklemiyorlar. Diğer aldığım en önemli tepkilerden biri de, ‘bu kadar bireysel hikâyelere girdiğiniz bir yer hiç beklemiyordum’. Biz tur sırasında Hrant Dink’in bazı konuşmalarına yer veriyoruz, mesela Ferman’ın Dermanı hikâyesinden bahsediyoruz, onun kişisel karvizitlerinden bahsediyoruz, birçok insanın onun gibi isim hikâyesini yaşadığını söylüyoruz, Tırttava odasında kişisel paylaşımlara değiniyoruz -ve en çok etkilendikleri yerlerden biri de orası-. Hiç duymadıkları şeyler duyuyorlar, bireysel hikayeler bunlar, tıpkı Hrant Dink’in anlattığı hikayeler gibi sizi çeken ve itiraz edemeyeceğiniz. Bir süre sonra belki de karşı çıkabileceği fikirlere de karşı çıkamıyor ya da çok anlayamayacağını düşündüğü şeyleri de anlamaya, empati kurmaya başlıyor.

 

Suna: Gerçek bir karşılaşma mekanı… 

 

Aslı: Evet, Agos odasından sonra konuştuklarımız gerçekten Hrant Dink’le birebir bir karşılaşma. Turlarda şunu da çok görüyoruz, mesela farklı görüşlerdeki insanlar bir arada, Hrant Dink aralarında köprü kuruyor gibi hissediyorum. Bir şey söylüyoruz, Hrant Dink’in bir sözüyle cevap veriyoruz soruya, iki taraf da birbirine daha da yakınlaşıyor. Onun köprü kurma işlevinin yoğunluğunu gerçekten hissedebilirsiniz mekanda. Çok samimi ve hepimizin anlayacağı dilden anlattığı hikayeler eşlik ediyor bize mekan boyunca.

 

Nayat: O samimiyeti hissetmelerini çok istedik. Çok farklı kesimleri davet ettik Agos’un eski mekanında yaptığımız arama toplantılarına. Oraya girmiş girmemiş, bilenleri de bilmeyenleri de. Agos zamanında daha evvel oraya gelmiş olanlar şunu söylüyor: Hrant Dink çok davetkardı, kapıyı o açar, bizi karşılar, bize sarılırdı, kucaklardı, gel bir nohut pilav ye derdi. O içtenliği hissetmelerini istedik soğuk bir mekan yaratmaktansa. Biz kendimize bir kahve koyuyorsak, siz de kahve içer misiniz, diye soruyoruz ziyaretçiye. O zaten başka bir konfor alanı da yaratıyor. İnsanlar dile de geliyor. Türkiye’de kimliklerle ilgili bastırılmış bir politika var. Türkiye’de Müslümanlaştırılmış Ermenilerin sayısı çok da az değil. Hala var, torunlar var. Birçok kişi de mesela bu mekanda güçlenip dile geldiler. Bizim aile tarihimizde aslında böyle bir hakikat var, hiçbir yerde bunu anlatmadık, ilk defa burada söyleme ihtiyacı hissettik diyenler var. Çünkü Hrant Dink onları yüreklendirdi bir şekilde. Çünkü orada sorumuz var: tarihi kalanlar üzerinden anlatmak mümkün mü, konuşmak mümkün mü? Gerçekten hayatımızın en duygusal projesi bu. Çok kan, ter ve gözyaşı vardı burayı tasarlarken.

 

Tuz ve Işık hissetmeye, tefekküre ve anmaya olanak sağlayan bir alan. Sanatçı Sarkis’in “acılardan pırlanta yaratma” metaforunu esas alan yerleştirmesi, 23,5’un daimi bir parçası olarak, binanın arka balkonunda yer alıyor.

 

Suna: Biraz da faaliyetlerinizden bahsedebilir miyiz?

 

Nayat: Ben başlayayım, zaten mekan açılmadan önce de hafıza mekanlarıyla ilişki içerisindeydik ve paneller, atölyeler organize ettik. Yakın süreçte yeniden başlayacağız bunlara. Hem Türkiye’den hem yurtdışından uzmanlar biraz böyle üretime de dayalı hafızanın farklı perspektiflerinden bize yeni öneriler getirebilecek çeşitli tartışmalar yapacağız, belki üretimler yapacağız mekanda. Şu an zaten birçok düzenli turlar yürüyor.

 

Aslı: Mekânda her hafta düzenli olarak yüz yüze rehberli turlar yapıyoruz. Dediğim gibi bu turlara herkese açık, ücretsiz, genellikle çarşamba günleri olan turlar. Ve o turlar içerisinde yine mekânın odalarını dolaşarak, farklı konulara değinerek ilerliyoruz. Bu turun bir de çevrimiçi versiyonu var. Yine Türkiye’de, İstanbul’da olmayan ama farklı şehirden katılmak isteyen ziyaretçilerin katılabileceği, biraz da aslında onların da erişimini kolaylaştıran, sanal tur üzerinden mekânı 3 boyutlu dolaştığımız bir tur. O tur içerisinde videoları birlikte izlemek, bazı yazıları birlikte okumak gibi bir içerikle devam ediyoruz. Bunun dışında yine her ay devam eden Hrant Dink’in çalışma odasında Ermeni Tarih ve Kültürüne Bakış adında bir atölyemiz var. Hrant Dink’in çalışma odasına girdiğimizde bir video ve bir haçkar(haç taşı) dışında geri kalan her şey Hrant Dink’in yaşadığı dönemde kendi seçtiği, kendi kürasyonu, koleksiyonu ve kitaplığı. O odaya girdiğinizde duvarda birçok farklı portre, resimler, bazı patriklerin, yazarların fotoğrafları, dini figürler ya da objeler görebiliyorsunuz. Resmi tarihte ya da resmi söylemde yer verilmeyen Ermeni kültürüne dair, farklı kişilerin hayatlarından, portrelerinden, Gomidas’tan, Gorki’ye kadar farklı hayat hikâyelerinden bahsediyoruz. Dediğim gibi Türkiye’de çok da yer verilmeyen bir kültürü konuşuyoruz. Hatta dün akşam bir çevrimiçi etkinliğimiz vardı, eminim ki birçok insanın ilk defa duyduğu isimler, sanatçılar, düşünürler vardı konuştuklarımız arasında. Bu kültürle ilk defa karşılaştıkları bir alan da yaratılmış oluyor.

 

Hrant Dink’in odasında herhangi bir engel yok, bir kırmızı şerit yok, o mekandaki samimiyeti verdikçe zaten o odaya geldiğinizde birçok insana buraya oturabilirsiniz demeden de zaten geçip oturup Hrant Dink’in videosunu izlemeye başlayabiliyorlar. Hrant Dink’in oturduğu yerde oturduğu için tam karşılıklı sohbet, onun duygularını anladığımız, düşüncelerini anladığımız bir yer olabiliyor.

 

Hâlihazırda pilot aşamasında olan atölyeler var. Demokrasi Şehri adında bir rol oyunu var. Aslında Belçika’da BELvue Müzesi’nde hazırlanan ve Hrant Dink Vakfı’nın Türkiye’ye uyarladığı bir oyun. Bu oyun daha çocukların ve gençlerin demokrasi üzerine konuşabildikleri ve bir yandan kendi demokratik şehirlerini kurmaya çalıştıkları bir oyun. Hem okullara gidebiliyoruz hem de okul grupları 23,5’a gelip bu atölyelere katılabiliyor, oyunu oynayabiliyor. Hak odaklı yaşam üzerine geliştirdiğimiz bir atölye serimiz var. Adalet, eşitlik, temsiliyet, insan hakları meselesinin konuşulduğu atölyeler bunlar. Öğrenme programı içeriklerimizin birçoğunu insan hakları temelli bir perspektifle oluşturduğumuzu söylemek mümkün. Açıkçası 23,5 umuda, toplumsal dönüşüme, değişime nasıl katkı sağlayabilir, nasıl gençlerin ve çocukların çok konuşamadıkları demokrasi, eşitlik, temsiliyet, adalet gibi konuların konuşulduğu bir mekâna dönüşebilir üzerinden de ilerlediğini söylemek mümkün faaliyetlerin. Onun dışında mekanın mutfağını sık sık kullanıyoruz. Anadolu’da farklı kültürlerde çokça benzerini gördüğümüz, Aşure’nin benzeri olan Ermeni tatlı-çorbası benzerliklerin olduğu anuşabur yapıyoruz. Her sene yılbaşında yapılıyor. Ziyaretçiler gelip mekânı gezip, anuşaburlarını yiyebiliyorlar. 19 Ocak’larda kavrulan helvayı gelip yiyebiliyorlar. Geçen sene İKSV Bienal’iyle birlikte Mantı Postası yayınını çıkardık, yanında mantı festivali yaptık. Bir de Mantı Postası dâhilinde Dünya Çocuk Hakları gününde bir Gazete Atölyesi yaptık.

 

Nayat: Hazırlık sürecinde Kamboçya’dan tutun Sri Lanka’ya kadar 50’den fazla bu alanda çalışan önemli isimlerle paneller, konferanslar organize etmiştik. Bunu çok özledik açıkçası, umarız bu sene de tekrar bu tür etkinlikler düzenleyeceğiz. Bir yandan farklı örnekleri görmek bize çok ilham veriyordu, diğer yandan onların burayı görmesi, buradaki meslektaşlarıyla buluşması, ortaklıklar geliştirilmesi hep istediğimiz gibi bir iletişim ve temas alanı olmamızı sağlıyor. Eminim EMYA ödülleriyle bu daha da artacak, birçok insanla tanışacağız. Bunlar çok kıymetli şeyler çünkü vakıf hep böyle çok paylaşım odaklı gider. Bizde kalmasın, bir araya getirelim, paylaşalım, insanları böyle yeni ilişkiler ve iş birliklerine teşvik edelim istiyoruz. Bu sene biraz ona da yoğunlaşacağız.

 

Geçen sene Ermenistan’da bir sergi açtık, Hrant Dink Burada ve Şimdi diye. İlk yurt dışı sergimizdi ve 3 aydan fazla kaldı Erivan’da büyük ilgi gördü. Şimdi hayalimiz aslında bu sergiyi her sene bir ülkeye taşımak çünkü Hrant Dink’in söylediği şeyler o kadar evrensel ki. Güney Afrika’ya da gitseniz oradaki insanlara da değecek, Kamboçya’ya gitseniz oradaki insanlara da, savunduğu değerler çok evrensel hiçbir zaman tek meselesi Ermeniler olmadı. Hrant Dink hep şunu derdi, demokratikleşme asıl mesele ve Ermenilerle ilgili mesele çözülmüş olsa bile Türkiye demokratikleşmedikçe hiçbir şey ifade etmeyecek, o yüzden de onun o savunduğu değerleri başka yerlerle buluşturmak istiyoruz.

 

Araştırma mekanı.

 

Tuğçe: Turlara dair deneyimlerinize ilişkin ne söylemek istersiniz? En çok aklınızda kalan ya da “iyi bir şey yapıyoruz” dediğiniz anlar var mı bize örnek verebileceğiniz? Ya da bu turlar, genel olarak size ne hissettiriyor?

 

Aslı: Tur sırasında yaklaşık 10-12 kişilik gruplar oluyoruz. Tur boyunca çok sessiz kalan, sakin sakin dinleyen insanların turdan sonra çay kahve içerken ufak ufak mutfağa gelip, ya benim de aslında şöyle bir hikayem var, dedikleri oluyor. Bu bazen bir fail hikâyesi oluyor, bazen annesi, anneannesi, babaannesine dair anlatmak istediği bir hikâye olabiliyor. Bazen sarılmak istiyorlar, benden önce yapanların yanlışlarını düzeltebilmek için ne yapabilirim, nasıl fayda sağlayabilirim, diye soruyorlar. İlk defa dile getirenler benim turlarımda çok var. Nayat da çok karşılaşmıştır eminim. Hiç o güne kadar o konuyu konuşmamışlar ne aile fertleriyle ne başkasıyla. Sabiha Gökçen’in bir Ermeni olma ihtimalini konuştukça, birey hikayeleri üzerinden ilerledikçe, benim de ailemde böyle bir hikaye var acaba anlatabilir miyim duygusu çoğalıyor. Hemen anlaşılıyor zaten konuşmak ihtiyacı içinde olanlar. Sen de dedin ya, Türkiye’de bazı konularda konuşabileceğimiz yerler neredeyse yok, etnik kimlikleri, demokrasiyi, adalet meselesini, insan haklarını, azınlıklar konusunu. Mekana geldiğinizde bunların hepsini konuşmak için alanlar var, yargılayıcı olmayan bir alan bu. En büyük etkilerinden biri bence de bu.

 

Suna: Fail hikayelerine yer açabilen bir yer olması çok kuvvetli, aynı zamanda da epey ağır olsa gerek. Tüm bu hikayeleri mekana nasıl katıyorsunuz? 

 

Nayat: Bu aslında hep konuşmalarda yer alabilen bir şey ama mekanda özel olarak bir şeye dönüştürmedik. Ekleme yapmadık ama zaten orada bir kart, bir not yazılıyorsa orada duruyor. Şöyle oluyor genelde, diyelim ki hafıza mekanları atölyesi veriyorum düzenli olarak ya da işte başka atölyelerimiz de var, orada belli bir noktadan sonra bu fail hikayeleri dile gelmeye başlıyor ve gerçekten bazen çok duygusal anlar yaşanıyor. O paylaşımları yönetmek için inanın biz de eğitim alıyoruz, o bir kriz anı çünkü. Benim birkaç kere başıma geldi, birisi ilk defa orada bir failin torunu olduğunu itiraf ediyor ve 10 kişi içerisinde bunu söyleme ihtiyacı hissediyor. Gerçekten çok zor bir an. Oraya gelmesinin de aslında bir sebebi var, bir yük bu. Dolayısıyla burayı bir hafifleme mekânı olarak da görebiliriz beki, ben en azından böyle kurguluyorum. Şimdi bunlar böyle dile gelince gerçekten bazen siz o durumu nasıl yöneteceğinizi bilmelisiniz. Bazen o kişi 40-50 yaşında oluyor ve yıllarla birikmiş bir yük var. O kadar hikayeler duyduk ki, mesela Kulüp dizisinde de vardı demans olup Ermeniliği ortaya çıkan anneanne hikayesi. Ölümüne beş kala itiraf etmiş dede hikayesi. Bunların hepsi bu mekanda dile geldi, belki yazıldı, kartlara yazıldı, özürler dileniyor bazen, özürler dilenince nasıl tepki vereceğimizi de iyi tartmalıyız. Çünkü doğrudan aslında fail kendisi değil.

 

Faillerle ilgili bir Adalet Arayışı odamız var. O odada da aslında bir duvar Hrant Dink cinayeti davasına adanmış ve orada klasörler içerisinde bütün dava dosyası arşivi var. Yani failleri görmek isteyenler gelip o arşivde araştırma yapabilirler. Bazı videolar var izleyebilecekleri. Bu atölyelerde failliğin yanında dikkat çekmek istediğimiz bir başka şey de bystander dediğimiz, görüp de bir şey yapmama, seyirci kalma hali. Bu da zaten günümüzde birçok hafıza mekanında özellikle öğrenci grupları tarafından tartışılan bir şey. Çünkü aslında hepimiz bir şey yapabiliriz.

 

Yine beni çok etkilemiş bir olaydır, 15 yaşında bir çocuk gelmişti halasıyla birlikte ve böyle Hrant Dink’le ilgili ya da Ermenilerle ilgili minimum düzeyde bilgisi var. İçimden dedim bakalım ne kadar vakit ayıracak. 2 saat kaldı, her şeyi dinledi ve çıkarken de çok bir şey söylemedi, çok güzel etkileyici olmuş dedi kısaca o kadar. Gitti, 5-10 dakika sonra kapı çaldı. Hani bizim Hrant Dink cinayetinden sonra, davalarda falan Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeniyiz pankartları var ya, bir tane bunlardan alabilir miyim diye sordu, eve bununla yürümek istiyorum, dedi. O 2 saatlik dönüşüm inanılmazdı. Mekanı ziyaret ettikten sonra bir şey yapma ihtiyacı hissetti. Faili de gördü, sessiz kalanları da gördü, anladı, 15 yaşındaki çocuk anladı ve eve giderken, evi de yürüme mesafesinde, o pankartla yürümek istedi. Bu bizi inanılmaz güçlendiren bir şey. Bazen çok umutsuzluğa kapılıyoruz ya ne olacak bu ülke diye, işte bu tür hikayeler bizi o yerden kaldıran, bize el veren küçük umut cemreleri.

 

Atlantis Uygarlığı odasında bir haritamız var, kültürel miras haritamız var ve çocuklara soruyor, bugün kaç tane Ermeni okulu var Türkiye’de biliyor musunuz? Çoğu bilmiyor, Ermeni okulu olduğunu bile belki bilmiyor. 16 tane var diyoruz. Peki bir yüz yıl önce ne kadar vardı tahmin edebilir misiniz? Tahminler genelde 100-200. Bizim tespit ettiğimiz rakam ise 1328. Şimdi bu rakamı bilince çocuklar çok şaşırıyor, sadece çocuklar değil yetişkinler de. Nereye gitti bu insanlar? Neden yok artık ya da neredeler? Nerelisiniz diye soruyor, Bitlis diyor mesela, Bitlis bölgesine bakınca işte Sason ya da Van, 48 tane Ermeni okulu olduğunu görüyoruz geçmişte. Bu bambaşka bir sorgulatmaya vesile oluyor. Orada bir yok ediliş varsa, faili de oradaki yokluğun varlığı üzerinden anlayabiliriz. Biraz bazen didaktik olmadan, sorgulatarak, dolaylı yollardan vermek önemli.

 

Bu hazırlık sürecinde eğitim programları koyacak atölyeyle görüştük birebir. Bunlar zor konular nasıl anlatılmalı? Onlar da şunu vurguladılar, şok etmeden, onlarda herhangi bir hasar yaratmadan bir şeyleri öğretmeye çalışmak, öğretmek de değil bir kaynak ve imkan sunmak, bir önerme getirmek. Öğretmek de haddimize değil diye görüyorum ama bir alan açıyoruz çünkü o kaynaktan mahrum, resmi tarihe baktığımızda, okullardaki ders kitaplarına filan bambaşka bir şey görüyor bu çocuklar ne yazık ki. Kim buna alternatif bir çözüm üretecek? İşte STK’lar, alternatif kültür kurumları gibi mekanlar.

 

Suna: Bu kritik bir nokta. Aslına bakarsanız koca bir eğitim müfredatı bir defans mekanizması, dersler kaleler yaratmak üzerine kurulmuş. O defans mekanizması üstten, doğru ve tek bir hikaye varmışçasına çalışıyor. Onun karşısına çoğulcu, başka diller koyabilmek, sorulara, kafa karışıklığına yer açabilmek çok önemli. Demin dediniz ki hikayelerin şok edici olmasından kaçındık. Bunun gibi başka mekanda ve faaliyetlerinizde kaçındığınız, kırmızıyla üstünü çizdiğiniz unsurlar var mı?

 

Bu arama toplantılarında insanlara sorduk bu mekanda ne görmek isterdiniz, ne sizi rahatsiz ederdi diye. Bu görüşmelerden çıkan ortak diyebileceğimiz kararlardan biri şuydu: Kimse Hrant Dink’in yerde yatan fotoğrafını ya da kanlı gömleğini görmek istemiyordu. Mekânda bir tane bile yerde yatan fotoğrafını bulamazsınız o yüzden.

 

Tuğçe: Siz bu kararı nasıl aldınız peki?

 

Nayat: Biz şunu dedik, anlattığı hikâye o kadar büyük ve katmanlı bir hikaye ve zaten Hrant Dink’in kalbi dünyası o kadar cömert ki, bunun üzerine ekstra bir şey katmamıza gerek yok. Zaten buraya gelenler Hrant Dink’i tanıyacaklar ve nasıl muhteşem bir insanı kaybettiğimizi görecekler, o yokluğu derinden hissedecekler. Kararımızı/tutumumuzu hep buradan savunduk.

 

Hayatını kaybetmiş kişilerin anıldığı mekânlar veya müzeler, onlara ait bir takım nesneler olabilir, ve evet bunlar sergileniyor; ancak bu bir yanıyla ölünün onuruna da saygısızlık Holokost müzelerinde de uzun süren bir tartışmaydı bu söylediğiniz gibi. Şimdi o müzelerden bazıları çocukların erişimine engelledi örneğin. Çünkü gerçekten bu bir tahribat ve umutsuzluk da yaratıyor.

 

Tuğçe: Hrant Dink’i böyle anmaya da lüzum yok sanırım zaten…

 

Nayat: Elbette. Hrant Dink aslında olağanüstü işler başarmış, içimizden birisi olan bir insandı. 90’larda yaşananlar bizim aklımızın almadığı şeylerdi, hâlâ birçoğumuz bilmiyoruz, kimse bilmiyor ve düşünsenize “Ermeni dölü” diye devamlı propaganda yapılan bir ortamda, bizim annemize mama diyemediğimiz bir ortamda Hrant Dink diyor ki ben bir gazete kuruyorum. 90’ların ortasında, Agos Gazetesi’ni kurmaya cesaret ediyor. Bu inanılmaz bir şey baktığınızda. Hrant Dink’i tanımak isteyen bir çocuğun o kanlı gövdeyi veya o fotoğrafları görmesi gerekmiyor. Mekânı gezince, Hrant Dink’i dinleyince zaten hissetti, nasıl bir kalbi ve ruhu kaybettiğimizi anladı.

 

Suna: Kültür varlıkları haritanız çok etkileyici. Kültürel miras yükselen bir alan ve herkesin dilinde; ama o kadar dışlayıcı bir yaklaşım hakim ki, adaletsizlikleri yeniden üretiyor ya da ironiktir, geçmişin üzerini kapatıyor. Bu anlamda da 23,5’un bizi teşvik etme biçimlerini çok kıymetli buluyorum.

 

Evet, 100 yıl öncesini konuşacaksak bize bunun haritasını veriyor. Mekânı ziyaret edenler kaç tane Rum okulu varmış, Ermeni kilisesi varmış, onu görüyor. Mekânda yer alanlar, gelenleri sorgulamaya, anlamaya ve araştırmaya teşvik ediyor. Demokratikleştiriyoruz aslında o seçkiyi, çünkü ne yazık ki mevcut tekçi eğitim sisteminde belli başlı ayrımcı öğretilerle büyütülüyor çocuklar. Hele teknolojiyle beraber daha da tehlikeli görseller ortalıkta dolaşıyor. Biz de, nasıl alternatif bir dil, üslup üretebiliriz onu düşünüyoruz ve bence fena bir noktada değiliz.

 

Çok zor bir dönemden geçiyoruz ve karanlığın içerisinde çıkış nerede? Ama işte gençlerle, çocuklarla çalıştıkça bundan vazgeçmeyelim diye cesaretleniyoruz. Hrant Dink’in kartvizitini gösteriyoruz mesela, orada ismi Fırat. Niye ismi Fırat olarak değiştirilmiş? Bunu sorgulatması bile çok kıymetli. Sonra biri diyor ki ben aslında Kürt’üm, diğeri diyor ben Aleviyim. Dile gelmek o kadar kıymetli ki, çünkü hafifliyoruz ve o kadar korkmuşuz ki…

 

Tuğçe: Nasıl?

 

Nayat: Çocuklukta her şey bastırılıyordu, işte kamusal alanda Ermenice konuşmayın deniyordu örneğin Mama demekten çekiniyorduk. Şeyi düşünüyordum, ben niye çile çekiyorum ki Ermenice gibi zor bir dili öğrenmek için kullanmayacaksam? Ve tam Hrant Dink’in ölümünden sonra dedim ki, hayır böyle bitemez. Biz dile geleceğiz ki karşı taraf da öğrensin, alışsın. Sakladıkça bilinmiyor çünkü. Taksiciden kimliğini sakladıkça hiçbir zaman Türkiye’de Ermenilerin varlığını bilmeyecek ki. Sorsun. Negatif bir şey yaşayacaksak da yaşayacağız. Doğru bir dille ve üslupla anlatmamız, ifade etmemiz gerekiyor. Bir de hikâyelerin bizi yakınlaştıran, birbirimizle bağ kurulmasını sağlayan önemli bir gücü var, Hrant Dink de insan hikâyelerine odaklanıyordu ve hikâyelerle diyalog kurmayı çok iyi başarıyordu.

 

Aslı: Ziyaretçilerle tura başlarken, biyografisinden, Hrant Dink’in Malatyalı olmasından başlıyoruz. Bazı kişiler aslen nereli diye, soruyor. Malatyalı diyorum. Ama aslen nereden gelmişler, nereli diyor tekrar. Aslında duymak istediği cevap Ermenistan. Tıpkı tüm Rumların Yunanistan’dan geldiğini düşünmek gibi. Bu insanlar buradaydılar, 4 bin yıldan fazladır burada yaşıyorlar ve hepsinin farklı farklı hikâyeleri var.

 

Bu haliyle mekân, tam anlamıyla bir karşılaşma mekânı. Hiç duymadığınız, hiç görmediğiniz, bugüne kadar denk gelmediğiniz çok fazla şeyle karşılaşabiliyorsunuz.

 

Tuğçe: Ödül törenine ilişkin, son olarak ne söylemek istersiniz?

 

Her gurur anımızın arkasında daha da büyük bir üzüntü var. Hayatımız boyunca bu ikilemi yaşayacağız. Ama sevgili sanatçı Sarkis’in deyimiyle acımızı hazineye dönüştürdükçe, acımızı güce çevirdikçe iyileşiyoruz. Ödülü almak çok büyük bir gurur ve bizler için çok güçlendirici. Avrupa’da müzecilik alanında verilen en prestijli ödül, hatta Avrupa’da bu düzeyde verilen tek ödül. Buna nail olmak ve en önemlisi Hrant Dink’in hikâyesinin, vizyonunun ve savunduğumuz değerlerin bu ödülle onurlandırılması çok değerli. Meramımızın anlaşılması çok kıymetli. Törendeki herkes Hrant Dink’ten, 23,5’tan çok etkilendi, salondaki yüzlerce kişi ödülü alınca coşkuyla ayağa kalkıp alkışlamaya başladı, çok özel bir andı. Bu alkış olağanüstü bir hayat hikayesine ve onun mücadelesine yapılan bir alkıştı. Biz ödülü ne kadar sahiplendiysek tepkilerden gördük ki Avrupa’daki yüzlerce müze temsilcisi de bir o kadar sahiplendi. Bu ödül bizim için umut, motivasyon ve güç oldu. Ödülün aynı zamanda bir cesaret ödülü olması, Kenneth Hudson ismini taşıması ayrıca çok değerliydi. Bilmeye, hakikati keşfetmeye cesaret etmekten vazgeçmememiz lazım. Hakikati yok saydıkça, inkar ettikçe, bilip de sustukça geçmişin hayaletleri bize hep musallat olacak. Bizi özgürleştirecek şey bilmeye cesaret etmek ve hakikat anlatıcılarının çoğalması.

 

 

Ana görsel: Atlantis Uygarlığı Odası.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

“Ben de sünnet oldum, korkma”
Bir şoför sikkesiyle: Halkla İlişkiler Teorisine Giriş
Salgında Değişen Mekansal Algılarımız

Pin It on Pinterest