Ümit Besen’in “Liseli vardı ya ah o liseli / Kısacık etekli, dar elbiseli” sözleriyle insanı dehşete sürükleyecek biçimde seksüalize ettiği okul üniformaları, biliyorsunuz AKP’nin son atağıyla tarih oluyor. İnsanın neredeyse on sene (On sene!) boyunca haftada beş gün giydiği bazen rüküş, bazen sevimli ama her zaman polyester bu üniformalar, hayatımıza resmen damga vurdu. Sırf senelerce aynı şeyi giydiğimiz, devamlı sağını solunu düzeltmeye programlandığımız için farklı yetişkinlere dönüşmüş bile olabiliriz – Düşünsenize, minicik bir vücut aynı kıyafetin içini giderek daha çok dolduruyor, kendi değişiyor, giydiği değişmiyor. Hemen hemen herkesin ya komik, ya acıklı, ya da ikisi birden olmayı başaran bir okul forması anısı vardır, biz kendi hislerimizi paylaştık.
Nigar:
Ben hep özel okulda okudum ve özellikle aşırı berbat orta okulumda fakir olmanın (tabii ki fakirliği aşırı derecede göreceli kullanıyorum, formanın kendisinden daha büyük zorunluluk olan bir takım aksesuarlara verecek parası olmamak anlamında) ezikliğini de yaşadım açıkçası, yani anne bizde x niye yok (ref Devlet Bahçeli) haykırışlarımı bastırmam gerekti. Şimdi düşününce herkesin aynı formayı giymesi zenginliği belli edecek o aksesuarlar (ayakkabı, çanta, çorap bilmem ne) üzerindeki odağı artırıyordu gibime geliyor, yani sahip olmak zorunda olduğun şeyin markasına kadar belirlenmesi her halükarda var, koca koca insanlar için de var (bkz “must have” terimi) ama üniforma zorunlu olduğunda onun yokluğunu kendince dengeleyebileceğin ihtimalleri kaldiriyorlar gibi. Bir de şoyle düşünüyorum, yani hayatının ilk 18 senesinin 13ünü forma içinde geçiren bir insanın giyimde sonradan yaratıcı olmasını beklemek gerçekçi değil, DÜNYA MODA BAŞKENTİ olacaksak bu önemli bir adim. Bir de çok dillendirilen bir gözlem var sanirim ben katılıyorum, özellikle gelir seviyesindeki fark arttıkça artık çok zenginle çok fakir kolay kolay yan yana gelemiyor, özellikle ilköğretimde ki herhalde en kritik dönem o.
;
Üniforma konusunda Nigar’in dediklerine de katılıyorum. Birtakim aksesuarlarla zaten o sınıf farkı, alım gücü vesaire, belli ediliyor. Hatta bunlar fetiş objelerine dönüşüyor. Öteki türlü, daha az parayla da olsa, bir şekilde kendi tarzini olusturup, kendini daha rahat ve halinden memnun hissedebilecek oğrenciler bu fetiş objelerine sahip olamadiklarindan iyice eziliyorlar. Mesela benim okuduğum sosyetik lisede, Burlington çorap ve George Hogg kombini olmadan varolabilmek epey zordu. Normalde önden ikişer pileli ve bol bir etek olan okul formasini, düz ve dar mini eteğe upgrade etmeyenler ise direkt ocak dışıydı. Oğlanlarda ise o dönemde ağır bir Versace ve Ferre kravat tutkusu vardi, ki zaten bizim liseden birkaç tanesi Adnan hoca davasından içeri girdi. Bunlar bir yana, formanın kolaylığını ve insanı her gün ne giyeceğim derdinden kurtarmasini aslinda faydali bulmuyor degilim. Fakat zaten, insanin tepesine sosyalizmin demir yumruğu gibi inen Türk eğitim sisteminde daha fazla baskıya ve tektipleştirmeye ihtiyaç yok gibi. Bir nevi neresinden yırtsak kardır.
Çağla:
Formalar kalkınca çocukların/gençlerin kendini daha rahat ifade edebilen bireyler olacağı bu senaryo içinde bana çok olası gelmiyor galiba. Ben de Pınar gibi, benim “rezil sosyetik” olarak nitelendireceğim bir liseye gittim. Bu “Zengin görünümü”nü taşıyan bütün kurallar bizim lise için de geçerliydi, okulun siyah deri, ciddi ayakkabı problemi Prada deri spor ayakkabılarla çözülüyordu, makyaj yasağı çilekli Nivea dudak kreminin hayvani oranlarda, belli belirsiz bir pembelik bırakacak kadar uygulanmasıyla deliniyordu, siyah kazağın batasıca Hilfiger minik amblemi şart değil, ama belli bir grup içinde varolmak için lazımdı. En kızılan şey ve doğal olarak da arzu nesnesi olan sarı saç boyasının cevabı her zaman “Hocam yazın açıldı”ydı. (“Yazın ailecek peroksit tankına tatile gittik” anlamında) Ben bu ortamın içinde, ilkgençliğe özgü, kıl bir üstünlük duygusuyla yazılı olmayan kuralların bazılarını uygulayarak, bazılarına ise hiç girmeyerek ortada bir yerde yer aldım. Suratımda uyuz bir “Pardon yalnız, ben kalın kitaplar okuyorum da” ifadesiyle ne öncü çılgın olarak kural deliciliğim yüzünden büyük azar yedim, ne hepsine karşı çıkarak kendimi tamamen farklı bir yerde taşıdım, genelde iki arada bir yerdeydim. Yaşıtlarıma karşı bir dakika durmayan çenem aile terbiyesinden dolayı otorite figürlerine karşı felce uğradığından ve derslerim de iyi olduğundan, doğru dürüst hiç azar işitmedim forma yüzünden. …Dün bu konuyu etraflıca düşünmeye çalışırken birazdan anlatacağım şey çat diye aklıma gelmeseydi, forma konusunda vereceğim cevap buydu: “Ben çok acısını çekmedim.”
Fakaaaat. Birden o kadar Hollywoodvari bir ana ışınlandım ki, tamamen aklımdan çıkmış, unutmuşum. Şöyle: Lise ikinin son döneminde, birden zaten saçma derecede sert olan forma kurallarına yeni bir forsla sarıldığını hatırlıyorum okul yönetiminin. Etek boyu ve kravat inanılmaz büyük bir problem haline gelmişti herkes için birden, daha ilk günden. Bir sürü saçma sapan yeni kuralın yanında, oğlanların kravatı gevşek asla olmayacaktı, kızların etekleri de dizin iki parmak üstünü geçmeyecekti. Eteğin forma dahilinde zar zor seçildiği bizim okul için bu gülünecek bir şeydi o zamana kadar, ne yani, etek daraltmak ve kısaltmak yasak mıydı artık? Müdür herkese büyük bir konuşma çekti, “O formalar terziye gitmeyecek,” dedi. Fakat bu yeni yasak, çok acayip ve garip bir yöntemle ışık hızında delindi. Kızlar, formaları ilkokul ve ortaokul bedeninde almaya başladılar. E sekiz yaşında çocuk için yapılmış etek, onaltı yaşında bir kızda bayağı dar ve mini oluyor. Üstelik üzerine terzi değmemiş! Yönetim gerizekalıca uygulamalarına gelen bu daha da gerizekalıca cevapla biraz şaşaladı. Ben de o sırada kendime küçük, ama çok da küçük olmayan eteğimi almıştım bile. Derken bir kaç gün sonra nasıl olduysa oldu, bir öğlen tenefüsünde benim etek olanı biteni yeni yeni farkeden müdür yardımcısının gözüne takıldı. Benle beraber iki üç kişiyi de şöyle bir azarladı, “Çok mu akıllı sanıyorsunuz kendinizi, haftaya Pazartesi bunları görmeyeceğim” dedi. Diğer kızlar açıkçası çok sallamadılar bunu, yeni eteklerinin daha üç-dört bağrılmalık hükmü vardı onların gözünde. Fakat benim iyi öğrenci onurum yaralanmıştı bir kere. Onlar azar yemeye alışmış olabilirlerdi, ama ben değildim. İçimde melodrama öküzleri tepişti. Ertesi gün okul formalarını aldığımız, okul binasının içindeki mağazaya gidip ON DÖRT beden bir okul eteği aldım. Boyu soket çoraplarımın hemen üzerinde biten, belimde dahi durmayan bu etek, benim yeni formam olacaktı. Kızların küçük beden tercih ederek “kısalmamış kısa etek”le buldukları rahatlığı, ben arşa kadar uzamış eteğimle yaşayacaktım, müdür yardımcısı da görecekti. Üstelik uzun eteği şık da buluyordum, hem otoriteyi kızdır, hem şıklık yarışında sen de kazan. Akşam eteği terzide daralttım, kendisi anlamsız bir çuvaldan anlamsız bir boruya geçiş yaptı. Valla bayağı havalı görünüyordum bence. Yeni “liseli boru” görünümümle geçirdiğim üçüncü okul günümde en sonunda müdür yardımcısının dikkatini çektim. Gülmesini çok zor tutarak, “Özbek, o ne kızım öyle, yerleri süpürüyorsun” dedi. Ben de gülerek çok rahat olduğunu, yeni formamdan çok memnun olduğumu belirttim. Kıs kıs gülerek odasına gitti, ben yanılmıyorsam bir koca dönem boyunca o etekle dolaştım. Bunları hatırladığımda birden okulun etek boyu takıntısını, kızların terzisiz kısa etek takıntısını, benim şıklık ve onur savaşını affedersiniz ahmak bir ilgençlikle harmanladığım ondört beden eteğimi düşününce, dahil olan herkes adına inanılmaz utandım. Herkes kendi limitlerini yoklamış resmen. Bu, hayatımda kırk küsür yaşında bir adamla etek boyu tartışmasını yaptığım ilk ve tek dönem. Böyle düşününce insan çok afallıyor.
Neyse bu bir tarafa da, sınıf farklılıkları şu ya da bu şekilde her zaman görünür olacak, özellikle o yaşta daha da vahşi ve amansız bir şekilde. Forma giyerken de bu var diye, forma kalktığında daha beter olmayacağı anlamına gelmiyor ya bence. Ayakkabının üzerine kot, tişört yükü de binecek birden. O dönem forma giymek durumunda olmasaydım kafayı “Okula ne giyeceğim, sarışın olmadığımı sarışın olmamaktan başka nasıl kanıtlayacağım”la kesin bozmuştum. Benim önerebileceğim tek şey Duygu’nunki gibi, kabaca bir “okul kıyafeti” fikrinin olduğu bir durum. Elli yaşında adam ve kadınlarla şunun düğmesi, bunun terzisi kavgasının yapılmayacağı, ama herkesin çok kafasına göre de takılmayacağı bir senaryo. Biz bu utanç verici “Ay hocam kısaltmadım,” “Ay benim kazağım Almanya’dan, ışık vurunca pembe parlıyor” savaşlarını verirken okulumda elle sayılabilecek ve burslu oldukları bir şekilde her zaman bilinen, burslulukları kafalarının üstünde her zaman kara bulut gibi dolaşan öğrencilerin yaşadığı kimlik krizini hayal bile edemiyorum. Santimli hesaplı forma değil ama, öğrenci kıyafeti fikri herkes için bir kurtarıcı bence, saçma sapan küpeydi, çorabın kaç ilmekliydi karışmasınlar, yeter. Ne bileyim?
Yorumlarda buluşalım!