Şakalı başlık yazdım ama, bizim Alfred katil kuştan da beter çıktı.

KÜLTÜR

Hitchcock, Sakın Sen Kuşlara Uyma

Alfred Hitchcock’un amansız bir tacizci olduğunu biliyor muydunuz? Ben bilmiyordum, bugün Kuşlar filminde oynayan Tippi Hedren’in Hitchcock’un kendisini nasıl taciz ettiğini anlattığı bir röportajını okuduğumda öğrendim. Film setinde taciz, tecavüz ve şiddet uzun zamandan beri kafa patlattığım ve merak ettiğim bir şey, bizim Yeşilçam özelinde bir türlü de konuşamadığımız bir konu. Böyle bir anlatının eksikliğini en çok Hollywood’da 1937’de yaşanıp güç bela örtbas edilmiş bir sette tecavüz skandalı hakkında çekilen Girl 27 belgeselini izlerken hissettim. Acaba Türk film setlerinde neler, neler oldu, oluyor da ruhumuz duymuyor.

 

Girl 27 belgeselini izlediğimden beri ve basına, mahkemeye intikal etmiş diğer örnekleri düşününce (Mesela yetmişli yıllarda Jack Nicholson’ın evinde bir çocuğa tecavüz ettiği için hala Avrupa’da kaçak yaşayan Roman Polanski) yönetmen ve oyuncu arasındaki iktidar ilişkisinin ne kadar korkunç bir şey olabildiğini farkediyor insan. The Shining filminin çekimlerinde oyuncu Shelley Duvall’ın sinir krizleri geçirdiğini ve bir sene kadar süren çekimleri hayatının en zor dönemlerinden biri olarak anlattığını okudum. Vivian Kubrick’in sette çektiği, Shining’in yapım sürecini anlatan serbest biçimli belgesel de buna şahitlik ediyor. Belgeselin bir yerinde, çekim arasında Duvall elini başına götürüyor ve düşen saç tellerini kameraya göstererek “Bak ne hale geldim, stresten saçlarım dökülüyor. Her gün yerden topluyorum,” diyor. Yan tarafta set ekibinden biriyle konuşan Stanley Kubrick bunu duyunca kartal gibi kamera arkasındaki Vivian’a dönerek “Lütfen Shelley’e sempati filan gösterme, ona iyi gelmiyor” diyor. Böyle acayip, acayip bir ilişki yumağı, aradaki güç farkından doğan sürtünmeli, garip bir şey. Belgeselin tamamı çok ilginç, malesef altyazısız ama aşağı iliştiriyorum:

Yani Hitchock’un taciz hikayesi hafif hüsran getirdi ama ne yalan söyleyeyim, şaşırtıcı olmadı. Tippi Hedren (kendisi aynı zamanda Melanie Griffith’in de annesiymiş) ve Alfred Hitchcock’un ilişkisini anlatan bir televizyon filmi çekilmiş, The Girl adında. Filmde Sienna Miller’ın canlandırdığı Tippi Hedren, Hitchcock’un bin türlü işkencesine katlanıyor, cinsel tacize uğruyor. Hedren’in anlattığına göre kendisine saplantılı hisler besleyen Hitchcock Hedren’i takip ettiriyor, beraber olma teklifini kabul etmediği için Hedren bağlı olduğu kontrattan ayrılıp başka filmlerde oynayamasın diye elyazısını ezberleyip katakulliler yapıyor, çekim aralarında fiziksel ve duygusal taciz uyguluyor. Ve gene Hedren’in dediğine göre, film piyasasında herkes bundan haberdar, ama kimse bir şey yapmıyor.

 

Alfred Hitchcock ve Tippi Hedren film setinde, sene 1963.

 

Hedren’in Kuşlar filminin çekiminden elli sene sonra o dönem yaşadığı sıkıntıyı anlattığı kısa bir röportaj buldum, çevirisi aşağıda:

 

HBO’nun yeni filmi “The Girl” Alfred Hitchcock’la ilişkinizi anlatıyor. Kuşlar filminde size kariyerinizin ilk rolünü veren Hitchcock sizi zorla öpmeye kalkmış, şantajla sekse zorlamış ve takip etmiş. Bunları neden yapmış olabilir?

 

Kadın düşmanıydı çünkü. Adam fiziksel olarak o kadar çirkindi ki. Kendini çirkin bulan birinin, üstelik romantik birinin, sabah kalkıp o suratı, vücudu görmesi zor bir şey olsa gerek. Bence kendiyle ilgili bir sürü sorunu vardı.

 

Hedren, Kuşlar filmindeki unutulmaz pozunu tekrarlıyor.

Film aklıma “İntikam soğuk yenen bir yemektir” lafını getirdi. 32 sene önce ölmüş bir adamdan intikam almak size herhangi bir tatmin verdi mi?

 

Herhangi bir intikam aldım mı bilmiyorum. Belki bu film bir intikam sayılır. Ama başına böyle şeyler gelen ilk kişi ben değildim. Diğer aktrisler bu konuda hiç konuşmadılar. Aslında kariyerindeki başarıları inanılmaz. Bu dünyada onun gibi film çeken bir kişi daha yok.

 

Anlattığınıza göre tacizin en kötüsü sizin Hitchcock’un tekliflerini kesin olarak reddetmenizden sonra yaşanmış. Oyuncuların şov dünyasında yükselmek için Hitchcock’tan daha az kudretli yönetmenlerle yattığı bilinen bir şey. Kabul etmeyi hiç düşündünüz mü?

 

Ben Protestan bir geçmişten geliyorum, ailem bana kuvvetli bir ahlak aşıladı. Bu, benim asla yapabileceğim bir şey değildi. Ben Hitchcock’la asla o şekilde ilgilenmedim. Onunla çalışma şansına eriştiğim için şanslıydım ve bana göre o her şeyi mahvetti.

 

 The Girl filminde – ve filmin uyarlandığı Donald Spato’nun kitabında- bir bölüm var, Hitchcock her istediği an ve yerde kendisiyle beraber olmanız gerektiğini söylüyor. İnsan böyle bir şeye nasıl tepki verir?

 

Bu kontrattan kurtulmam gerek, dedim. O da “Kariyerini mahvederim” dedi. Ve yaptı da. Kontrattan çıkmamı engelledi. Eğer o olmasaydı gerçekten büyük bir yıldız olmuştum. Filmlerinde oynamamı isteyen o kadar çok insan oldu ki. Hepsine verdiği cevap ” [Hedren] o proje için müsait değil” oldu. Bahsettiğimiz kötü, çok kötü bir adam.

 

Söylediğinize göre eşi Alma’nın size duyduğu saplantıdan haberi vardı.

 

O çift Hollywood’daki herkes için kocaman bir gizemdi. Bir noktada, “Marnie” filminin çekimlerinde Alma yanıma geldi ve “Bunları yaşadığın için çok üzgünüm” dedi, ben de ona dönüp “Alma, sen buna engel olabilirsin” dedim. Gözleri hafifçe camlaştı, arkasını döndü ve gitti.

 

Hitchcock’un ölümünü nasıl karşıladınız?

 

Rahatladım.

 

Cenazesine gitmemişsinizdir herhalde.

 

Gittim.

 

Neden? Gitmenizin tek sebebi mezarına tükürmek olmuştur diye düşünüyorum. 

 

Bakın durumu anlamıyorsunuz. Kariyerimi mahvetti, ama hayatımı değil. Öldüğünde hayatımın o dönemi çoktan bitmişti. Adama hala yaptıkları için saygı duyuyorum ben.

 

…Gördüğünüz gibi sorular da cevaplar da birazcık… tuhaf. Hitchcock’un kendisini neden taciz ettiğini Hedren nereden bilecekse? Yaptıkları Hitchcock’un çirkinliğiyle açıklanabilir mi? Tacizi anlatan bir film, hangi anlamda bir tür intikam sayılabilir? Bunlar garip sorular. Hedren’in verdiği cevaplarda, travma sonrası kendisine bunları yaşatanı affetmeye ve hayatına devam etmeye çalışan bir insanın izlerini görür gibi oldum – Aynı tavır 13 yaşında Polanski’nin tecavüzüne uğrayan ve yönetmenin Amerika’ya dönüp teslim olmayı reddetmesi sebebiyle bin senedir devam eden dava yüzünden bu konuyu bir türlü tam olarak arkasında bırakamayan Samantha Geimer’ın röportajlarında da görülüyor. Bugün 47 yaşında olan Geimer, çeşitli röportajlarda Polanski’yi affettiğini, kendisine nefret duymadığını belirtiyor. (Bu esnada aralarında çok meşhur yönetmen ve oyuncuların bulunduğu bir grup sanatçı tecavüzcü Polanski’ye destek mahiyetinde imza toplamaca meşguliyetindeler. Aferin Tilda Swinton, aferin Monica Bellucci)

 

Hedren’in “Hitchcock’a kendisini yaptığı korkunç şeylerden ayırarak bakıyorum” açıklamasını okurken Geimer’ın da söyledikleri aklıma geldi ve düşündüm: Bir insanı, yaptıklarından ayırmak ne demek? Bu iki kadının da huzur bulmak için kendilerine belki de canavar gibi görünen, hayatlarını mahvetmiş iki erkeğe insaniyetlerini teslim etme isteği çok anlaşılabilir bir şey, onları bu biçimde yargılamayı düşünmek bile çirkin. Ama bu “Yaptığı iğrenç şeylerin dışında gene de mükemmel bir sanatçı” çok yaygın bir tartışma ve konu, Polanski’nin imza kampanyasına katılan ünlülerin de savunduğu bir şey: “Biz tecavüzünü desteklemiyoruz, adamı destekliyoruz.” İyi de, bir adamı tecavüzcülüğünü bir kenara bırakarak değerlendirmek, tam olarak ne demek? (Dahası, okumuyoruz diye bu hikayelerin Yeşilçam karşılığının olmadığını düşünecek kadar iyimser mi olmamız gerekiyor?) Şimdi Hitchcock filmlerini izlerken kontrat hapsinde seks kölesine dönüştürmeye çalıştığı kadın aktrisler yokmuş, hiç olmamış gibi davranıp “Gene de büyük yönetmen canım” mı demememiz gerekiyor? Hitchcock, insanı dehşete düşürmeyi hakikaten de çok iyi biliyormuş, korkunun padişahıymış gerçekten. Kanım dondu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBu Resim Gitmeli Mi?
Bu Resim Gitmeli Mi?

Sanatçı Hannah Black'in siyah bir çocuk cesedini tasvir eden sanat eserinin var oluşunu ve sergilenmesini eleştirdiği açık mektubundan hareketle: "onurlandırmak" ve "lafı ağzına tıkmak" arasındaki ince çizgi nerede durur?

KÜLTÜR

YMary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar
Mary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar

Cambridge Üniversitesi Klasikler Profesörü Mary Beard'ın konuşması: Kadınlar Antik Yunan'dan bugüne güçle nasıl ilişkilendi?

SANAT

YÖlüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann
Ölüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann

Renate Bertlmann, 1970’lerde bir çok çağdaşı gibi 1968’in devrimci atmosferi ve ikinci dalga feminizmin gücüyle kadın bedenini bir kutlama ve devrim aracı olarak yeniden kurgulayan eserler üretmiş.

SANAT

YGüncel Kızlar (1977)
Güncel Kızlar (1977)

Vintage sarısı, yalnızca çözülmüş meselelere, başarıyla alınmış haklara mı değer?

Bir de bunlar var

Orange is the New Black Geri Dönüyor!
Vahim Hadiseler
Ürkünç MüskülerlikleRrr

Pin It on Pinterest