Bu sene 12 Mart’ta sahipleriyle buluşacak 95. Akademi Ödülleri’nin adayları açıklandı. Aralık başından beri süren yoğun kampanyalar, bitmek bilmeyen yerel eleştirmen grubu ödülleri, Oscar tahminlerine katkıda bulunan meslek derneklerinin adayları derken sezonun kilit noktasına ulaşabildik nihayet. Esas törene doğru çıkacak sonuçların aşırı tahmin edilebilir hâle gelmesi sebebiyle sezonun da en heyecan verici noktasındayız aslında. İhtimaller denizinde dilediğiniz yöne doğru yüzmek, kendi fantezi dünyanıza uygun galipler seçmek hâlâ mümkün. Ama tabii ki de aday listesi bir takım ipuçları veriyor.
Bugüne kadar yapılmış en iyi paralel evren filmi olduğu konusunda herkesin mutabık olduğu Her Şey Her Yerde Aynı Anda (Everything Everywhere All at Once) 11 dalda adaylık alarak iddiasını ortaya koydu bile. Aday duyurusundan evvel belli kategorilerdeki kısa listelerini açıklayan Akademi, bu filmi görsel efekt ile makyaj & saç tasarımı yarışının dışında bıraktığı için biraz korkmuştuk. Fakat müziklerinden kostümlerine girebileceği her kategoride yerini alarak Oscar gecesini En İyi Film ödülüyle kapatma ihtimalinin ne kadar yüksek olduğunu kanıtladı. O kadar fazla rekora imza atmış durumda ki daha şimdiden… Michelle Yeoh tarihteki açıkça Asyalı ilk kadın oyuncu oldu mesela. “Açıkça” diye özellikle belirtiyorum çünkü otuzlarda Hindistanlı Merle Oberon da aday gösterilmiş, lakin o dönem rol bulmasına engel olmaması için Avustralyalı olduğu yalanını söylemiş. Bu nasıl bir yok sayılmadır diye isyan ettiren diğer bir bilgi ise, filmin Joy’u Stephanie Hsu’nun, Ian McKellen’ın Gods and Monsters’la 1998’de aldığı adaylıktan beri kuir bir karakteri canlandırarak Oscar’a aday olan ilk kuir oyuncu olması! Ama bu süreçte kuir karakterlerle aday olmanın ötesinde ödülle de buluşan heteroseksüellerin sayısını tahmin edin bakalım. Neyse, bu yazımızın konusu değil.
Aldığı 14 adaylıkla ülkece önemli bir başarı hikâyesine imza atan İrlanda’nın medar-ı iftiharı The Banshees of Inisherin ve 1930 yılında En İyi Film ödülüyle buluşan Lewis Milestone filmi gibi aynı adlı romandan uyarlanmış Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (All Quiet on the Western Front) büyük mücadelede şansını deneyecek diğer önemli favoriler. Elvis Presley biyografisi Elvis, Steven Spielberg’ün çocukluğunu konu alan Fabelmanlar (The Fabelmans), gişede elde ettiği rakamların karşılığını Oscar özelinde bulamayan Avatar: Suyun Yolu (Avatar: The Way of Water) ve 21. yüzyılda hâlâ üniformaya sevda besleyenlere iyi gelecek Top Gun: Maverick teknik kategorilerde karşı karşıya gelecek. Yüksek sanatın peşine düşenler için Tár ve yarıştaki Cannes temsilini arayanlar için de Hüzün Üçgeni (Triangle of Sadness) yerlerini almış. Ancak tüm bunlardan önemli birkaç meselemiz var…
Harvey Weinstein olaylarıyla birlikte eğlence dünyasındaki büyük değişimin poster yüzü oldu Oscarlar. Akademi beyaz, yaş ortalaması 60’ın üzerinde ve erkek ağırlıklı üye profilini değiştirmek için büyük bir çaba gösterdi. Bu süreçte dünyanın dört bir yanından sinemacılar Akademi’ye davet edildi, fırsat eşitliği konusunda önemli kurumlarla birlikte büyük adımlar atıldı, setlerde kapsayıcılık yöneticisi (director of inclusion) adında yeni bir pozisyon açıldı… Göstermelik denilemeyecek kadar mühim karşılıklarını da gördük bu adımların. Sorunun kökünde Oscar’a kimin aday edilmediğinin değil, bu fırsatların yaratılmamasının yer aldığını da kavradık. Yalnız bu yılın aday listesi, 2010’ların ortasından beri devam eden tartışmaları tekrar alevlendirecektir diye düşünüyorum.
En İyi Film kategorisindeki 10 filmden 8’inin beyaz erkekler tarafından yönetilmiş olması, En İyi Yönetmen dalında tek bir kadının yer almaması elbette konuşulacaktır. Bunların ötesinde bir kilit kategori ve isim var asıl: En İyi Kadın Oyuncu yarışında yer alan Andrea Riseborough. Oscar dediğimiz, ödül sezonunu da içine dahil edebileceğimiz yapı, “kampanya” adı altındaki tanıtım sürecinin çok önem taşıdığı bir işleyişe sahip. Mesele filminizin ne kadar sevildiğiyle alakalı değil esasında. Filminizi kaç kişiye izletebiliyor, üzerinden nasıl bir sezon anlatısı kurabiliyor ve bunların kaçını oya çevirebiliyorsunuz, mühim olan bu. To Leslie adındaki alkolik bir annenin arınma sürecini konu edinen filme, bağlı olduğu dağıtımcı şirket Momentum Pictures tarafından ekonomik sebeplerle gerekli kampanya yapılmayınca, Riseborough’nun oyuncu arkadaşları alışılmışın dışında bir harekete girişti. Edward Norton’dan Kate Winslet’e, pek çok Akademi üyesi kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı bu filme sadece oy verilmesi için değil, oylamada ilk sıraya konarak Riseborough’nun yerinin kesinleşmesi için duyurular yapmaya başladı. Sonuçta da ne oldu? Oscar yolundaki önemli duraklardan adaylık çıkarmış iki siyah oyuncu, Viola Davis (Kadın Kral – The Woman King) ve Danielle Deadwyler (Till) dışarıda kaldı.
Riseborough meselesinde ortaya atılan iki soru var. Birincisi, beyaz olmayan bir oyuncu için bugüne kadar böyle bir şey yapılmamasının sebebi ne? Riseborough gibi bağımsızlarla ünlenmiş bir aktrise yüklenmek pek akıl kârı değil tabii. Hatta kimilerine göre yerini aldığı öne sürülen alternatiflerinden daha iyi bir performansa sahip. Ama bu lobicilik hadisesi neden son dakikada vuku buldu? Kendisine destek veren Frances Fisher neden paylaşımlarında Cate Blanchett, Michelle Yeoh ve Viola Davis’in tahminlerde üst sıralarda yer aldığını, bu sebeple desteğe ihtiyacı olmadıklarını söyledi? İkinci soru da şu: Oscar’daki kampanya algısı bu hareketle birlikte ne kadar değişecek? Riseborough’ya yüklenilmesini anlamsız bulmamın temel sebeplerinden biri, esasında herkesin aynı kampanyayı yapıyor olması. Diğer yarışçılar gerekli kaynağa sahip olduğu için bunu kapalı kapılar ardında gerçekleşen etkinliklerde yapabiliyor. Andrea Riseborough ise yalnızca dost toplantılarını, Instagram’ı kullanarak zamanında cebinden ödediği reklam paralarıyla Oscar almış Melissa Leo’nun izinden gidebildi anca. Bu da nice bağımsızın, Akademi keşfetsin diye kendini paraladığı minik bütçeli filmlerin önünü açacak bana kalırsa. Alışılmışın dışında kampanya yöntemleriyle rengi değişecek Oscar’a giden yolun.
Türkiye’de Mubi’nin dağıtımcılığını üstlendiği ve yaptığı tanıtımla bütün dünyamızı işgal ettiği Güneş Sonrası’ndan (Aftersun) Paul Mescal’i de bu hikâyenin bir yerine iliştiriyorum ister istemez. Oscar’ın yüzüne bakacağını düşünmediğimiz yapımlara verilmiş adaylıklar her ikisi de. Akademi’nin büyük değişimini, sinema endüstrisinin gittiği yönü konuşurken adları anılacak hep. Film izleme rutinlerimizin değişmesiyle birlikte keşfedilmeye aç filmlere kavuşmuştuk, ancak bunları büyük ödüllerde pek göremiyorduk. To Leslie ve Aftersun, el ele verip aralanmış bir kapıyı biraz daha açtılar sanki.
Tabii ki de tüm güzellikleri dengeleyen terslikler de var… Uluslararası film yarışı inanılmaz Avrupa merkezli. Hizmetçi (The Handmaiden) ile aradığını bulamayan Park Chan-wook’u Decision to Leave ile aday yapmamışlar. Pakistan’ı temsil eden Joyland ve Kamboçya’dan Return to Seoul da es geçilmiş. Kürtaj karşıtı mesaj veren, fantezi objesi olmasını sözde eleştirdiği Marilyn’i aynı bakış açısıyla servis edip bu sakat imajı yeniden üreten, manipülatif ve mizojinist yönetmeninin seyircisine de zulmettiği Blonde’dan Ana de Armas aday örneğin. Ama bunun yerine inatla Andrea Riseborough konuşmaya devam ediyoruz. Karakter oyunculuğunun sözlük anlamı Paul Dano’ya yine yokmuş gibi davranılmış. Özgün şarkı dalının müdavimi, bu yıl Onursal Oscar alan ama rekabete dayanan kategorilerde bundan evvel 13 defa çuvallamış Diane Warren, kimsenin izlemediği bir filmle bir kez daha ilk beşe girmiş. Jordan Peele imzalı Hayır (Nope) sıfır çekmiş, İngilizce olmayan tek bir performans aday gösterilmemiş ve tüm bunlar yetmezmiş gibi, Top Gun: Maverick senaryo dalında ağırlanmış.
Dünyaya hükmetsin istediğimiz iki kraliçenin, Cate Blanchett ile Michelle Yeoh, kapışmasından kim ödülle çıkacak sorusuna cevap arayacağımız iki ay bekliyor şimdi bizleri. Tüm kavga kıyamet sırasında Mitski’nin (özgün şarkı), Frances McDormand’ın (film), Kazuo Ishiguro’nun (uyarlama senaryo) çaktırmadan aldıkları adaylıklara tutunarak yolumuzu bulmaya çalışacağız sektörce. Apple’ın CODA ile ipi göğüslemesinin ardından Netflix, Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (All Quiet on the Western Front) ile muradına erebilecek mi? Devam filmleri ve yeniden yapımların arasında orijinal fikirler parlayacak mı yoksa devirleri yavaştan kapanacak mı? Hem yönetmen, hem de kurgu dalına aday olmuş üç yapım haricinde herhangi bir filmin kazanma ihtimali var mı? Ve hepsinden önemlisi, cevabını en merak ettiğim soru şu: Pandemiyle reyting, tokatla da itibar kaybeden Akademi bize nasıl bir tören izletecek? Riz Ahmed ve Allison Williams’ın adayları açıkladığı sunuma bakılırsa köklerine dönmek isteyen, daha çok seyirciyi değil sinemaya sevdalanmış, Oscar’ı o klasik hâliyle sevmiş izleyicisini çekmeye çalışan bir Akademi’yle karşı karşıyayız. 12 Mart’a kadar çalgı çengi derdine girmezlerse şayet, bu sefer televizyonculuk ve şov değil, film üretiminin her alanına duyduğumuz hayranlık kazanır.
Ana görsel: Everything Everywhere All at Once’dan bir kare.