Bir kadın anne olduğunda feminist olmaktan çıkar mı?

MEYDAN

Hep Beraber Feminist Olabilir Miyiz?

Birkaç yıldır çeşitli mecralarda annelik üzerinden kadınları ayrıştıran yazılarla daha sık karşılaşıyorum, belki de anne olduğumdan beri bunlar daha fazla dikkatimi çekiyor. Elif Key’in şu yazısını belki hatırlarsınız, vaktiyle 5Harfliler tarafından da masaya yatırılmıştı. Ya da belki Ömür Gedik’in “herkesin gözüne soka soka” emzirmeyi şovenizm olarak değerlendirdiği şu yazısını. Bunları görmediyseniz bile arkadaşlarınızın sosyal medyada nasıl anne olunmaması gerektiği ile ilgili şunlar gibi birtakım vecibeler paylaştığına denk gelmişsinizdir.

 

Açıktan kadın düşmanlığı yapmanın geçer akçe olduğu günümüzde bu tip yazılarla karşılaşmak çok da şaşırtıcı değil aslında. Ama aynı söylem feminist mecralarda karşıma çıktığında sarsılıyorum. Geçtiğimiz sene 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü facebook sayfasında şu felaket yazı paylaşılmıştı. Anneyi “saçı başı dağılmış, gözünden uyku akan, ödev yapan, cildi gibi bedeni de kendini koyvermiş, kocasıyla sevişecek vakit bulamayan, bulsa da sevişemeyen, çünkü artık arzulanmayan” kadın olarak tanımlayan, kadınlığı bir erkek tarafından arzu edilmekle ölçen bir yazının böyle bir sayfada yayımlanmasına, dahası bu sayfayı takip eden onlarca kadın tarafından beğenilmesine hayret etmiştim. Geçtiğimiz ay ise 5Harfliler’de bir yazı yayımlandı. O noktadan geçmiş herkesi az çok sarsmış bir yaş dönümünün endişelerini anlatan bu yazıda da laf dönüp dolaşıp yine anneliğe gelmiş: “Yahu daha geçen gün hep birlikte feminist değil miydik biz? Herkesin evlendiği yetmedi, son iki yılda doğur babam doğurdular. Sorarsan hepsi geleneksel kadın erkek rollerinin ters yüz edildiği bir aile modeliyle sistemi içten çökertiyor. İyi de dışarda kimse kalmadı. Aloo? Bari biraz az doğurun da boşandıktan sonra dışarı destek atacak hâliniz kalsın. Bunları düşünen yok.” Belki anne olduğumdan beri bu tip sözler daha fazla dikkatimi çekiyor, belki de bunları okuduğumda arkadaşlarımın sesini duyar gibi olduğum için daha dikkatle dinliyorum. Kendi kendime alınganlık edeceğime o seslerden birkaçını aktarayım dedim.

 

Dünyada kendilerine dayatılan toplumsal cinsiyet rollerine karşı çıkan, çocuklarını bu rollerin dışında yetiştirmeye çalışan kadınlar var. Kendi anneliğini, kadın kimliğini sürekli sorgulayan, bunu yaparken başka kadınların anne olmama hakkına sahip çıkan kadınlar. Bu kadınların epeyce bir kısmı da herkesten üçer beşer çocuk isteyen ama çocukların tüm sorumluluğunu ya annelerine, ya büyükannelerine, ya da evde çocuk bakım hizmeti sunan kadınlara yükleyen güzide memleketimizde yaşıyor. Evet, artık her eyleme yetişemiyor olabilirler, ama bu kadınlar da ayrımcı, türcü ve cinsiyetçi olmayan bir yaşam kurmak için kafa yoruyor, bunun için bireysel ve toplumsal mücadeleler yürütüyorlar. Üstelik bunları yapmak çocuğa cinsiyetine uygun görmedikleri çorabı/tarağı/dondurmayı satmak istemeyen esnafla, oyuncak olarak oğlanlara silah, kızlara bebek uygun gören akrabalarla, çocukların toplu taşımaya/kent merkezine/iş yerine/üniversiteye yakışmadığını düşünen eş dostla, günümüzün 36 saat olduğunu sanan işverenlerle, kadının çocukla evde oturup mümkünse kimseye göstermeden annelik yapmasını öneren bir memleket dolusu insanla, belki en önemlisi de topluma ayak uydurmak amacıyla dünyayı bu insanların cinsiyetçi penceresinden görmeye meyilli bir insan yavrusuyla gündelik olarak mücadele etmeyi gerektiriyor. Biraz da bunları yaşayan kadınları dinlemek ister misiniz?

 

Z. anlatıyor: “Bir gecede çocuk yapmaya karar verdik. Anne olmaya karar vermedim, çok sevdiğim bir insanla ortaklaşa seveceğimiz, bakacağımız, büyüteceğimiz bir çocuğun hayalini kurdum, kurduk. O andan itibaren en iç çeperden en dış çepere kadar hem kararı meşrulaştırmak, hem de bu süreci nasıl yaşamak istediğimizi anlatmak kendi başına bir mücadele alanına dönüştü. Söylediğin en sıradan şeye ‘anne yüreği işte’ esprileri yapan arkadaşlara neden bu esprileri sevimsiz bulduğunu anlatmaktan, evlenmeden çocuk yapmaya etrafı ve sağlık sistemini ikna etmeye, alınacak hediyelerin renklerinden, tütülü tütüsüz olmasına, kimin ne kadar yardımlaşmak istediğinden, destek mekanizmalarının nasıl kurulacağına dair bitmeyen pazarlık süreçleri başladı, sürüyor. Ben derdimi anlatmaktan, insanlardan ne istediğimi, ne beklediğimi açıklamaktan korkmadım, bezmedim. İletişimi açık ve işler tutmaya çalıştım. Ancak sen kendini kendin gibi hissetmeye devam ederken, toplumsal destek mekanizmalarının bu kadar cinsiyetçi ve zayıf olduğu bir ülkede, hele de takas pazarlarını, kooperatifleri ve bilimum dayanışma mekanizmalarını alkışlayan dostların bu konuya hiç kafa yormadan çocuk istemiş kadınları ‘feministliği bitmiş’ olarak damgalamaları oldukça moral bozucu. Kendim evlenmemek için mücadele vermişken başka bir kadının kuma olmamak için, nafaka için, velayet için resmi nikah hakkını savunmaya devam edebilmek, tanıdığım en feminist insan olmamak, başka ihtiyaçlara kulak vermek benim için önemli. Ancak bu şekilde feminizmi bir kurallar manzumesi değil bir metot, bir eleştirel düşünme şekli olarak yaşayabileceğimizi düşünüyorum.

 

Özgüç: “Anne olduktan sonra annelik ile gelen sorumluluğun altında ezilip bunu dillendirdikçe etrafımdaki anne-kadınlardan o kadar çok ‘bu böyle bir şey, kabullen ve devam et’ öğüdü duydum ki, kadınlara neler yapmışlar dedim kendi kendime, çok çok üzülerek. Daha önce de feministtim ama ben anne olduktan sonra kadının ‘kıstırılmışlığının’ farkına vardım diyebilirim. Çünkü gerçekten yaşamadan anlamak, nasıl bir kuşatılmışlık, baskı ve çaresizlik, yardımsızlık hali olduğunu tahayyül etmek zor. Bence feminist arkadaşlar bile mücadelenin çok daha vahim boyutlarda yükseltilmesi gerektiğinin farkında değiller. Ben anne olmuş biriyim ve artık eskisinden çok daha keskin bir feministim çünkü sistemin nasıl işlediğini bizzat deneyimledim.

 

Funda: “Feminist yapıları biliyorsunuz, bilinç yükseltme, kadınlık hallerinin, beden politikalarının da konuşulması gereken ve de konuşulduğu yerler. İlk kez bir arkadaşımızın hamile olduğunu söyleyememesi üzerine grup olarak -üstelik feminist bir grup olarak- nasıl bir baskı yarattığımızı sorguladık. Sonra tesadüfen mi desek, dönemsel bir şey miydi desek bilmiyorum, belki yaş 35’i geçmiştik hepimiz, üç yıl içinde 10-12 kadar kadın doğurduk ve doğurma kararlarımızı kendimiz de dahil arkadaşlarımızla sorgularken bulduk kendimizi. O süreçte yaşadıklarımızı, konuştuklarımızı hala önemli buluyorum, annelik sürecime de katkısı çoktur. Ama doğurduktan sonra hayatın çok katı erkeklik kurallarıyla işlediğini yaşayarak gördüm. Gündelik hayat ve kamusal hayatın dayattıkları, yahu oyuncaklar, kıyafetler, sözler… Öyle ki en basitinden her mağaza ile kavga ettim ‘çocuk kız mı erkek mi’ diye sorduklarında, mavi tek bir sey almadım. Ama kreşe başlayan oğlum bir gün ‘kızlar pembe giyer’ diye geldi eve, o anı hala çok çarpıcı olarak hatırlıyorum. Süt sağmak için adliyede yer dahi bulamamak, savcılığa dilekçe vermek gibi aklımın ucundan geçmeyecek şeyler yaşadım. O kadar çok sey anlatabilirim ki… Sözün kısası genellemeci yazıları hiç sevmiyorum, hele bir feminist yazmışsa. Ne zamandan beri bir kadınlık durumunu bu kadar ötekileştirmenin, feminizm diye reddetmenin kendisi feminizm oldu diye sorasım geliyor. Tamam, kızkardeşlerimiz gözümüzü açsın, bizi uyarsın, patriarkaya ve gündelik hayatın rollerine yenik düşüp kendimizi unutmayalım da bir zahmet bunu yaparken dillerine dikkat etsinler ve kadın dayanışmasını da bir feminizm ilkesi olarak öncelikle hatırlasınlar.

 

Dışarıdan bakınca anne olduğumuzda hiyerarşide bir basamak tırmandık, hayatın anlamını bulduk, davayı satıp düzene ayak uydurduk gibi mi görünüyor bilmiyorum ama buradan baktığımda ben bitmek bilmeyen bir mücadele görüyorum. Ama biz tam da bu gündelik mücadeleler sayesinde ne kadar kadın düşmanı bir ülkede yaşadığımızı, ev içi emek meselesinin önemini, kadın istihdamının, örgütlü toplumsal destek mekanizmalarının ve bugün kadın mücadelesinin arka plana attığı pek çok sorunun ne kadar temel olduğunu bir kez daha anladık. Annelerimizle ve hayatımızdaki başka kadınlarla ilişkimizi sorguladık, kendi cinsiyetçiliğimizle yüzleştik. Dahası, belki inanmayacaksınız ama bu anlattığım kadınlar arasında benim artık kaybettiğimizi sandığım bir kızkardeşlik bağı ve dayanışma kuruldu. Mesela bu yazı böyle kadınlar sayesinde yazıldı.

 

Bunca çabaya “sistemi içeriden çökertiyormuş” diye omuz silkip bıyık altından gülmek acımasızlık değil mi? Bir kadın doğurarak veya bambaşka şekillerle bir çocuğun sorumluluğunu üstlendiğinde feminist olmaktan çıkar mı? Kürtaj hakkımızı ve ücretsiz kreş hakkımızı aynı şevkle savunabilir miyiz? Cinsel özgürlüğü ve ebeveynlik iznini aynı heyecanla tartışabilir miyiz? Kadınlığın farklı halleri olabileceğini kabul edip ortak sorunlarımızı çözmek için yan yana, kol kola çalışabilir miyiz? Bence yaparız.

 

Görsel: See Red Women’s Workhsop posterlerinden, tam hali şurada.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

“Üzgünüm, buraya yemek yapmaya değil kazı yapmaya geldim!” : Cinsiyetçilik, erkek egemen mitler ve feminist arkeoloji
Seviştik Ama Ona Trans Olduğumu Asla Söylemedim
Tünelin Sonu

Pin It on Pinterest