Hêja Netirk’i bir süredir sosyal medyada takip ediyordum. Şimdilerde, Stranên Neşuştî (Cenabet Şarkılar) isimli ilk albümü yayınlandı. Albümü dinledikten sonra, bir “Oh be” çektim. Sanki ne zamandır evde, eylemde, sokakta, metroda, kafaları çekmişken ya da bağıra çağıra dans ederek eşlik edebileceğimiz yenilikçi bir Kürtçe kadın şarkısı bekliyorduk. Hêja’nın albümü tam da böyle bir özlemi karşılıyor. Bizi neden bu kadar beklettiğiyse onun hikayesinde gizli. Hêja’yla full time ev kızlığından feminist şarkılara yolculuğunu ve daha fazlasını konuştuk.
Öncelikle, ilgili haberlere baktığımda genellikle senden “Ahmet Türk’ün torunu” veya “Twitter fenomeni” olarak bahsettiklerini gördüm. Ben Hêja’nın kim olduğunu, nelerden beslenerek bugüne geldiğini ve kendini nasıl tanımladığını dinlemek isterim…
Beni bu şekilde tanımlayanlar aslında şöyle düşündüklerini itiraf etmiş oluyorlar: “Kadınlar tek başlarına ayakta duramazlar, hiçbir şeyi başaramazlar, onlar sadece erkeklerin arkasındaki gizli güç olabilirler.” Ben bacıma anlatayım: Ben daha 6 yaşındayken, annemle babam ayrıldı. Bu kadar feodal bir toplumda kocasından boşanan kadının kızı olmak diyorum başka da bir şey demiyorum. Çocukluğum hep şu hikayelerle geçti, “annen kötü kadın”, “annen sizi bıraktı.” Mesela benden istenen bir şeyi yapmayı reddettiğimde “Al işte, anasının kızı” denildi. Neyse 12 yaşımdan itibaren, karın tokluğuna, full time ev kızı olarak işe başladım. (hikayemi böyle tekil anlatınca tuhaf oluyor, çünkü bir çoğumuzun hikayesi böyle!) Bana diyorlar ki; “Hêja, bir kısmetin çıkarsa hemen evlen kurtul bu hayattan.” Kurtul mu? Kocadan ödüm kopuyor. O zamanki çocuk aklımla diyorum ki kendi kendime (yaş 15) “Ben şimdi evlensem, kocam bana kötü davransa boşanamam çünkü sen de annen gibisin diyecekler bana.”
Okul hayatı?
Ben de okula sarıldım işte ama ailemin okulu salladığı yoktu. Okul hayatım çok dengesiz geçti. Çünkü zırt pırt beni okuldan alıyorlardı. 4 kere ilkokul birinci sınıfa başladım. Sonrasında da her sene bir şehir değiştirip okumaya çalıştım. Dedim ya profesyonel ev kızı olmam istendiği için, okul dışında sürekli ev içi emek süreçlerine dahil oluyordum. Mesela yaz tatillerinde kitap okuduğumda, “Kalk sofrayı hazırla sanki tatile gelmişsin” denirdi. Böylece 21 yaşımdayken liseyi bitirdim ve Boğaziçi Üniversitesi’ne girdim. Okula bi geldim, Foucault’lar, Derrida’lar, Adorno’lar havada uçuşuyor. “Oha” dedim, “ben cahil kalmışım.” Milletin bahsettiği isimleri tanımıyorum. 5 yıllık üniversite hayatımda elime geçen her fırsatı değerlendirdim. Kürt Edebiyatı Kulübünde (BÜED) edebiyat teorisi, sözlü tarih, post-colonial teori, yapısalcılık, yapı bozumculuk alanında okumalara katıldım ve 5 yıl boyunca o zamanlar Kürtçe-Türkçe çıkan Yazınca dergisinde çalıştım. Bu arada, İstanbul Kürt Enstitüsü’ne gidip Kürtçe’mi geliştirdim. Okulun folklor kulübünde (BÜFK) geleneksel Kürt müziği üzerine eğitim aldım ve derleme araştırmalarına dahil oldum. Dengbêjlik üzerine hem teorik hem de pratik çalışmalar yaptım. Öte yandan okulun Kadın Araştırmaları Kulübünde (BÜKAK) feminist teori ve feminizm tarihi öğrendim. Bilinç yükseltme toplantılarıyla her kadında bulunduğuna inandığım feminist duygularımı örgütledim. Beni ben yapan şeyler kısaca bunlar.
Eğitim maceran Boğaziçi’nden sonra da devam edecekti yanılmıyorsam?
Okulun bitmesine yakın master başvuruları yapmaya başladım ve Amerika’daki Columbia Üniversitesinde Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümüne yerleştim. Orada Kürt Edebiyatı ile Siyah Amerikalı Edebiyatını veya İrlanda Edebiyatını çalışacaktım. Doktorada da Latin Amerika Edebiyatı ile Kürt Edebiyatını karşılaştırmalı olarak çalışacaktım. Bunun için 4 yıl boyunca okulda İspanyolca dersleri aldım. Neyse, yıllık 50 bin dolar burs veren Fulbright bursunu da aldım. Tam Amerika’ya gitmek için hazırlanırken tutuklandım ve bursumu kaybettim. Cezaevinde temel bir gitar çalma becerisi edindim ve albümdeki bestelerimi yaptım. Şarkılarımda bu bahsettiğim geçmişin hepsi var. Örneğin NeNe şarkısını Feminist Yazar Selma James’in “Irk, Sınıf, Cinsiyet” kitabından feyz alarak yazdım. Kitap ev içi emeğin görünmezliğinden bahsediyor. Yani “kalk sofrayı hazırla” bu kitapla teorik derinlik kazandı. Anladım ki verdiğimiz emeğin kaydı yok. Sigortası yok, tatili yok. Adı yok.
Cezaevinden çıktıktan sonra yurt dışına çıkış yasağım vardı. Ben zaten okulun son yılları oyunculuk ve sinema ile ilgilenmeye başlamıştım. Çıkınca Rodi Güven Yalçınkaya’nın yazıp yönettiği “Momê” isimli ilk uzun metraj filmimde çalıştım. Bu sırada Cansun Küçüktürk ile birlikte albüm hazırlığına başladım. Albümü bitiremeden 5 yıllık cezam kesinleşti ve yurt dışına çıkmak zorunda kaldım. Şarkıları ancak 3 yıl sonra kamuoyu ile paylaşabiliyorum. Aslında 8 şarkım vardı ama şimdilik 3’ü çıktı.
Ayşe Şan, Leyla Bedirxan gibi sembol haline gelmiş Kürt kadın sanatçıların yaşamlarına baktığımızda hem devletlere hem de aileye ve feodal sisteme karşı büyük bir mücadele verdiklerini görüyoruz. Aradan geçen onca seneye rağmen senin yolun da onlarınkinden farklı olmamış…
Evet kadın mücadelesinin bir tarihselliği var. Ayşe Şan şarkı söylediği için aforoz ediliyordu, Leyla Bedirxan dans ettiği için… Şimdi bana sataşan gizli ve açık feodaller var. Neymiş efendim, “insan ev işlerini yapıyor diye küser miymiş. O zaman erkekler de dışarda yaptıkları işleri yapmasınlarmış.” Neymiş efendim, “sabah uyan kahvaltı hazırla” diye şarkı sözü mü olurmuş. Nedense bu kişiler “Yârimin memeleri kuru üzüm gibidir” diyen şarkı sözlerinden rahatsız olmuyorlar. Demek ki doğru bir şey yapıyorum.
Aile ile olan çatışmaları geride bıraktım artık. 30 yaşına geldikten sonra benden umudu kestiler ve yaptığım şeylerden rahatsız oldukları zaman direk söylemiyorlar, kendi aralarında dedikodu yapıyorlar ve ben 3. ağızlardan duyuyorum.. Ailedeki bazı kadınların desteği var, erkeklerin hepsi suskun! Babam henüz albüm hakkında yorum yapmadı. Bu şekilde devam ettiği sürece sorun yok.
Stranên Neşuştî (Cenabet Şarkılar) oldukça cesur ve eğlenceli bir albüm ismi. Nitekim albümdeki şarkıların da öyle. Neden bu isim ve bize albümünü anlatabilir misin?
Stranên Neşuştî aslında “Yıkanmamış Şarkılar” demek. Ama Kürtçede bu yıkanmamışlığın bir cenabetlik göndermesi de var. Bu “neşuştî” kelimesi benim çocukluğumdan kalan bir espri. O nedenle ailemle bir hesaplaşma, topluma bir meydan okuma diyebiliriz. Dini ve toplumsal vecizelerini yerine getirmeyen bir şey yaptığımıza vurgu yapıyor bu isim.
Albümde çok değerli insanlarla çalıştım, bu insanların başında sevgili aranjörüm ve müzik direktörüm Cansun Küçüktürk geliyor. Albümün kapak tasarımını sevgili grafiker arkadaşım Aslı Filiz yaptı. Sonrasında kapağa bakıp “Bak bak seni cadı yaptık kız” deyip seviniyoruz Aslı’yla. Albüm üç yeni besteden oluşuyor ve üç farklı yalnızlık biçimine odaklanıyor. NeNe/Değilim isimli şarkı ile bir kadının bir gününü anlatarak ev içi emeğin görünmezliğine isyan ediyorum. Bu şarkı ile annelerimizin yalnızlığını anlamaya davet ediyorum insanları. Derî Lêket/Kapı Çaldı isimli parçada kendi yalnızlığımla dalga geçiyorum aslında. Son olarak Roşeng Rojbîr’in “17” isimli şiirinden bestelenen Belkî/Belki isimli parçada da Kürt ulusunun tarihsel yalnızlığı anlatılıyor. Şarkı “bir peygamberimiz olsaydı” diye başlıyor. Bir türlü gelemeyen kurtuluşumuz yani. Mesela burada dini bir anlatı olan mesih hikayesini yapı-bozuma uğratıyoruz. Cenabet değil mi yani?
Kürtçe müzik yapan sanatçılara son yıllarda getirilen eleştirilerden biri, genellikle kült haline gelmiş parçaların yeniden yorumlamaları ve özgün eserler yaratamadıklarına dair. Bu eleştiriye katılır mısın bilmem ama bu şekilde düşünenlerin fikrini değiştirecek bir albüm hazırladığını düşünüyorum. Sen bu konuda ne dersin?
Ben geleneksel şarkıların yeniden yorumlanmasında bir beis görmüyorum. Tek sorun bu şarkıların çoğunun erkek ağızlı olması. Daha fazla kadın ağızlı şarkımız olsun istiyorum. Olmalı! Son zamanlarda Kürt kadınları oldukça güzel çalışmalara imza atıyorlar. En son çıkan çalışmalar içinde en beğendiğim albüm Rewşan Çeliker’in Tov albümü. İçinde çok başarılı cover’ların yanı sıra, söz ve müziği Rewşan’a ait olan şarkılar var. Yeni besteler var. Bence geleneksel şarkıları cover’layan sanatçıları eleştirenler Kürtlerin müzik dinleme alışkanlıklarından bihaberler. Mesela aynı albümdeki bestelerin cover’lara göre dinlenme oranı çok daha az. Beste 50 bin dinlenmiş, cover 500 bin. Sanatçı mı suçlu oluyor bu durumda? Demek ki bu şekilde düşünenler aslında azınlıkta ama sesleri daha çok çıkıyor. Benim besteler de o azınlık içindeki, ataerkil olmayan daha küçük bir azınlığa hitap ediyor derim, sen ne dersin?
İtiraf etmek gerekirse beni en heyecanlandıran parçalardan biri NeNe oldu. Az önce kadın ağızlı şeklinde bir tanımlama yaptın. Ne demek kadın ağızlı şarkılar? Ve eserlerinin Kürtçe müziğin tarihsel sürecine feminist bir müdahale yaptığını düşünüyor musun?
Diğer sorulara cevap verirken NeNe’den bahsettim. Şarkıyı beğendiğine göre sen de feministsin, bir tek biz beğeniyoruz şarkıyı. Yani şimdiye kadar en az dinlenen şarkım NeNe oldu. Ben gene de ilk klibi NeNe için yapıyorum. Klip, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde yayınlanacak. İkinci sorunun cevabını da vermiş oldum şimdi. Aslında gömlek ütülemeyi bırakmakla, NeNe gibi bir şarkı yapmak arasında bir fark yok. Feminist mücadelenin farklı ayakları bunlar.
Kadın ağızlı şarkı kavramı feminist derleme çalışmaları sırasında öğrendiğim bir kavram. Geleneksel şarkıların üreticisi belli olmadığı için böyle bir metodoloji takip ediliyor. Örneğin içerisinde, nenni kelimesi geçen bütün geleneksel şarkılar kadın ağızlıdır. Ya da “aynalı körük olmazsa ben gelin gitmem” diyen bir şarkı kadın ağızlı iken, “liseli vardı ya ah o liseli, kısacık etekli dar elbiseli” diyen bir şarkı erkek ağızlıdır.
Söyleşimiz burada sona erdi ama çenemiz düşük. Misafir yolcularken kapı eşiğinde biraz sohbet etmezsek olmaz. İşte giderayak birkaç soru.
İlham aldığın kadın müzisyenler: Çok var! Nûbûn grubunun solisti Nûrê, Sezen Aksu, Chavela Vargas, Mercedes Sosa, Cirrus grubunun solisti Nawel Ben Kraiem, Yasmine Hamdan ve liste uzar gider…
Sanatını etkilediğini düşündüğün bir kadın yazar: Selma James (yukarda bahsettim ondan) Mary Shelley (Frankenstein’da yaratığın yaratıcıyı sorgulaması kime ilham vermez ki.) Kürt kadın şairlerden Gulîzer’î çok severim. Ursula Le Guin ve Yıldız Çakar. Tekrar tekrar okurum hepsini.
En çok konser vermek istediğin yer: Bütün Kürt şehirlerinde konser vermek isterdim ya.
Keşke bunu ben yapsaydım dediğin bir şarkı: Sezen Aksu’nun “Seni yerler” şarkısı. Ben yapsam içindeki 2 homofobik cümleyi koymazdım.
Hayallerinin peşinden gitmek isteyen kadınlara söylemek istediğin: Korkmayın!