“Okumak, Kadınlar açısından metaforik olarak kalkan, kaldıraç ya da silah gibi düşünülebilir.”
Böyle başlıyor Onur Bütün’ün Feminist Okumalar / Cumhuriyet’ten Günümüze Edebiyatta Cinsellik ve Erotizm, kitabı. Kitabın içindekiler kısmına göz gezdirirken bedenimi saran merakı daha da perçinleyerek. Okumak kelimesini aradığımız adresi bulmamız açısından tabela misali gözümüzün önüne asan Bütün, feminist okumaların kapsamının geniş perspektifler eşliğinde ele alınıp aktarılmasıyla ilgileniyor. Kitap da, edebiyatın Cumhuriyet’le birlikte feminist okumalara nasıl katkı sağladığını, onu nasıl geliştirdiğini ve bu alanda ortaya konan mücadeleleri güçlü bir şekilde desteklediğini görmemiz arzusunda.
Öyleyse, bu girişe yüz çevirmemek, onu görmek, yaşamı ve cinselliği edebiyat üzerinden aktarımının imkânlarını gözden yitirmemek gerek. Odağına aldığı konuyu dimağımızda farklı pencereler açmaya vesile olacak şekilde anlatacak bir metin varsa o da edebiyat metnidir ne de olsa.
Bütün, Feminist Okumalar kitabında başlangıç noktası belirlediği Cumhuriyet döneminden yola çıkarak, edebiyatımızda cinsellik ve erotizm konusunu feminist/queer kavramlar üzerinden ele alıp özellikle son yirmi yılda her yönüyle örtük olandan sıyrılıp daha belirgin bir şekilde karşımıza çıkan cinsellik, cinsel yönelimler ve erotizm konusunu kapsamlı bir şekilde inceliyor kitapta. Sunuş’un ilk cümlesini “Okumak…” diyerek başlatmanın kerameti o ya, feminist okuma/yazma faaliyetinin araçlarını da yazmak, okumak ve edebiyat eleştirisi üzerinden mercek altına alıyor Bütün. Kadınların, queerların hafızalarında bireysel ve kolektif şekilde oluşmuş okuma listeleri de tek tek, tüm ayrıntılarıyla o mercek altında.
Gölgede ve Açıkta Yazmak
Cinsellik ve erotizm üzerine yazmak, üzerinizdeki örtünün ucundan tutularak çekilmesi misali. Yazı, örtünün altındaki çıplaklıkların açık edileceği metinler yazmaya tekabül ediyor burada. Ki, “açığa düşerek yazmak” tespiti de, feminizm üzerinden, queer kavramlar aracılığıyla olduğunda, edebiyatın üzerimizdeki örtüyü çekerken ortaya çıkardığı çıplaklığın ne kadar cesur bir sahicilikte olduğunu gösteriyor bize. Edebiyat, cinsel kimliklerimizi, özel alan çıplaklığımızı kurgu içinden ortaya koyarken çok merak edilen, çok merak edilmesine rağmen konuşulmayan, konuşulsa dahi örtüsü “kendisi gibi olana” açılan sosyokültürel araçları da içeriyor hep. Bütün, “Kolay okunan kitaplar kadınlarındır, zorlayıcı tüm metinler de erkeklerin…” derken tam da bu noktadan hareketle eril olanın kuralları belirleyici, normları oluşturan ve tahakküm içeren varlığının altını çiziyor ilk elden. Cinselliğin kendisini, özellikle de kadınları kapsayıcı tarafını, queer kavramıyla kendini var etmeye çalışan kimlikleri baskılamaya, hatta yok etmeye çalışarak varlığını her fırsatta sağlamlaştırmaya çalışmasını ele alıyor. Geciktirmeksizin şunu da ekliyor: “Cinsellik iktidara muhtaçtır.”
Tam da eril düzene ve eril düzen içerisinde şiddetli baskıyla yok edilmek istenen kadın cinselliği ve tüm queer oluşumların cinsel yönelimleri üzerindeki örtüden kurtulup özgürleşmek isteyen metinlere dikkat çekilmek istenirken bu cümle de ne böyle peki? Cümlenin kendisi “açığa düşerek yazmayı” tedirgin edici, tehlike içeren bir boyuta taşımıyor mu başlı başına? Bu cümleyi okur okumaz aklıma gelen bu soruyu hiç tereddüt etmeksizin buraya da yazmak istedim. Zira, “kişisel olan politiktir,” “kadına şiddet politiktir” ve “kadın cinayetleri politiktir” sözlerinin bilincimizde ve bedenimizde yarattığı ağır tahribat, tehdit dozajını her geçen gün arttırarak yerini daha da dayanılmaz olana bırakmakta. Fakat mesele tam da bu. “Dayanılmaz” olandan kendine alanlar açıp var olmaya devam eden edebiyat “kendisi gibi” tabiri ile de tanıştırıyor bizleri bir yandan. Nasıl mı?
“Kendisi gibi.” Bu tabir, Bütün’ün edebi metinleri içeren queer oluşumlarda feminist okumaları işaret eden “açığa düşme” meselesini bir paragraf içerisinde açıklarken onu paragrafa neredeyse ince uçlu bir cımbızla yerleştirdiği, yukarıdaki paragrafı bitirirken sorduğum soruya da cevap görevi gören, edebiyat içre bir varoluş niteliği taşıyor. “Kadınların, metinlerinde değer görerek karşılandığımız, eril dilin dışına çıkmak için çaba harcayan, ironik, felsefi, psikanalize yaklaşan ve belki de en çok ‘kendisi gibi’ olmaya yaklaşan kadınların ürettiği feminist bir yönteme güven duyuyoruz.” Paragraf içerisine ince uçlu bir cımbızla yerleştirilen, edebi metinlerle ortaya konmak istenen bu varoluş hali kitabın daha ilk sayfalarında niteliğiyle, tespitleriyle, örnek gösterilen edebi metinleriyle feminist okumalar adına nasıl bir kitabı elimizde tuttuğumuza dair en iyi gösterge.
“Eril tahakküm yüzyıllar boyunca kadınları yalnızca eve hapsedip, onları kutsal annelik rolleriyle donatarak ezmedi. Onların hayal gücünü ve tüm cinsiyetlerin yaşadığı cinselliği fakirleştirdi.”
Kitap, üstün eril söylemin cinselliği eşcinsellik ve heteroseksüellik olarak iki kategoriye indirgendiği noktaları yok etmeksizin odağa aldığı cinsellik ve erotizm konularını, LGBTİ+’ları de kapsayacak şekilde edebiyatı kendine rehber edinerek açma ve genişletme yöntemini benimsiyor. Benimsediği bu düşüncelere bizim de eşlik etmemizi istiyor. Odağına aldığı edebiyat metinleri ve feminist okumalarla hâlâ konuşmakta, ifade etmekte tereddüt yaşadığımız cinselliğimiz üzerine cesaretle söz alıyor.
Özgür Bir Metin Üretmenin Yöntemi Üzerine Düşünme
Cinsellik tüm yönelimleriyle özgürce yaşanan bir dürtü olsaydı bırakalım özgür bir metin üretmenin yöntemi üzerine düşünmeyi, yaşamı anlatmaya, kendimizi anlatmaya, anlatma ve ifade etme yöntemleri üzerine sürekli düşünüp bir şeyleri sürekli şekilde ifade etme derdine düşer miydik? Feminist okumaları tam da böyle bir soru üzerinden konuşmamız gerekiyor diye düşünüyorum, çünkü “kadın okur” olmak ve “kadın yazar” olmak tabirleri kitabın içeriğini oluşturan beş bölüm boyunca cinsellik ve erotizm kavramlarını yöntemsel, tarihi, felsefi, psikanalist taraflarıyla ele alınıyor ve kadınların neden kendini anlatma, yazma çabası içerisine düştüğü ayrıntılarıyla veriliyor.
Bütün, beş bölüm boyunca Cumhuriyet’ten günümüze cinsellik ve erotizm temasını işleyen türleri (Şiir-Queer Şiir, Öykü-Queer Öykü, Roman-Queer Roman, Tiyatro-Queer Tiyatro) tek tek ele alıyor. Kadın okur ve kadın yazar nitelemelerinden yola çıkarak 18. yüzyıl itibariyle özellikle batı edebiyatı kaynaklı olarak uç vermeye başlayan feminist okumaların ilk ve en güçlü çıkışına -tabii ki- Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda‘sını örnek gösteriyor. Ardından Simone de Beauvoir’in İkinci Cins’i , Kate Millet’in Cinsel Politikası, Judith Butler’ın Bela Bedenler’i geliyor. Tüm yaşamı cinsiyet odaklı şekillenen kadınlara, erkek egemen dilin yaratıldığı düşünce ve hayat pratiklerine karşılık bozucu etkileriyle yeni yollar ve mücadele yöntemleri geliştiren kitaplar olarak sunuluyor bunlar.
“Edebi metinler aracılığıyla cinselliğin ve erotizmin tarihini okumak mümkün mü?” Bütün’ün sorduğu bu soru ile birlikte, edebiyatta sansür-otosansürün, özgür metinler üretememe kaygısı ve tıkanıklığının feminist okumaların önüne nasıl duvarlar ördüğünü bir kez daha hatırlıyoruz. Sevgi Soysal’ı tüm benliğimiz ve kalbimizle anıyor, Yürümek romanının erkek egemen akıl kıskacında nasıl yazıldığını ve sonrasında nasıl sansürlendiğini, böyle bir sansür kıskacına rağmen edebiyat tarihinin cinsel ve erotik okumalarında bir mihenk taşı olarak nasıl da yer edindiğini anımsıyoruz. Vedat Türkali’nin otosansür ile ilgili düşüncelerini ve sansürleri nasıl aştığını okurken üretken kalemlerin bir cendere içinde üretemez hale getirildiğini, ahlaki bakış açısı sebebiyle kadın yazarların tamamen yok sayılıp üstlerinin çizildiğini öğreniyoruz.
“Anne, Senin de Pipin var mı?” Yüzümüzde hafif bir gülümsemeye sebebiyet veren bu soru izleğinde, Küçük Hans Vakası olarak bilinen olayın psikanalitik incelemesine Freud’un Oedipus Karmaşası tezini aklımızdan çıkarmaksızın feminist bakış açısıyla, “Nasıl kadın/erkek/queer oluyoruz?” sorusunu soruyor, “penis yoksunluğu” tezine karşılık, “vajinal üstünlük ve yüceltme” kavramları üstünden kadın cinselliği, arzusu, hazları konusunda tartışmanın ciddi bir yetkinlik gerektirdiğini görüyoruz. Bütün, “Kadınların artık üzerine düşündükleri en önemli meselelerden biri kendi bedenleri… Penis yoksunluğu değil!” diyerek feminist okumaların psikanaliz çerçevesinde ortaya koyduğu fallus merkezli tezlere, metinlere yerli yerinde, sağlam bir gönderme yapıyor. Evet, kadın bedeni, kadın arzusu ve kadın hazzı kavramları artık yok sayıl(a)mıyor. Bütün, “Arzu” kavramının sadece heteroseksüellik üzerinden gerçekleşebileceğini düşünen ve dayatan normlara karşılık gay, lezbiyen, queer arzular günlük yaşamda görünmezliğini hâlâ koruyor, diyor. Asıl alınması gereken yolların bundan sonra başladığının bilincinde yani. Edebiyat metinlerine baktığımızda, feminist okumalar bağlamında cinsellik ve erotizmin sadece pornografi olarak nitelendirildiği günlerden bugüne, çok tatminkar düzeyde olmasa da bir şeylerin değiştiği, yenilendiği ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı aşikâr.
Cumhuriyet’in feminist okuma ve yazı döneminin başlangıcına imzalarını atan bir nesil; Fatma Aliye, Halide Edip, Güzide Sabri, Muazzez Tahsin Berkant, Kerime Nadir, Suat Derviş, Cahit Uçuk, Peride Celal. Onların metinlerinin yol göstericiliğiyle -özellikle üçüncü nesil kadın yazarlarla birlikte- Füruzan, Pınar Kür, Nezihe Meriç, Afet Ilgaz, Mina Urgan, Sevim Burak Gülten Akın, Adalet Ağaoğlu, Leyâ Erbil, Sevgi Soysal sonra. Giderek güçlenen feminist yazın, Tezer Özlü, Selim İleri, Murathan Mungan, Nihal Yeğinobalı, Duygu Asena, Gonca Özmen, Birhan Keskin şiirleri ve edebi metinleriyle pekişiyor. Bütün, edebiyatın feminist okumalar kapsamında hiç durmamacasına akan bir nehir olduğunu, bu anlamda yaşama ve hayata tutunma edimlerimizi de göz önünde tutarsak onun değişiklikleri, yenilikleri en iyi gösteren araçların da başında geldiğini kitaplardan tek tek yaptığı alıntılar ve ince ayrıntılarla sunuyor bize. Bununla da yetinmeyip her bölümün sonuna, o bölümde anlatılan odak konuya istinaden okuma listeleri yerleştiriyor. Böylelikle gidilen yollarda, alınan mesafelerde, gelinen noktalarda edebiyatın varlığının bildiğimizden veya tahmin ettiğimizden de elzem olduğunu görüyoruz.
Feminist Okumaların Haz İklimi
“Türkiye’de kadınlar, günlük hayattan edebi metinlere kadar kullanılan dildeki çarpılmayı fark ettikleri gibi, basın açıklamalarından mitinglere, üniversite kürsülerinden, bağımsız açıklamalara kadar geniş bir yelpazede düşünüyor ve yazıyor. Tüm bu gelişmelerin sonucu olarak, kadınlar ve queer kahramanlar edebiyat sahnesine daha cesaretle çıkıyor.”
Feminist Okumalar / Cumhuriyet’ten Günümüze Edebiyatta Cinsellik ve Erotizm için yalnızca kitabın başlığına bakarak sadece bir dönem okuması yapıyor dersek Bütün’ün bakışını daraltmış oluruz. Bütün, dönemlere ve kuşaklara damgasını vurmuş yazarları ve kitaplarını odağa aldığı edebiyatta cinsellik ve erotizim kapsamında, konuları ve kavramları öyle güzel yerli yerinde yerleştiriyor ki, başlangıç zamanlarından günümüze feminist okumaların kendine yeni alanlar açarak ilerleyip kendi iklimini yarattığına; varız, buradayız, yazıp, okuyarak mücadelemizi sürdüreceğiz denildiğine şahitlik ediyoruz. Hakikaten de bir olayı veya durumu, o olayın ve durumun yarattığı hissiyatı –öykü, roman veya şiir- bir edebi metinden daha güzel anlatacak olan başka bir şey olamaz diye düşünüyor insan Gülten Akın’ın şu nefis mısralarını okurken:
“Bazı adamların aşkı/İtip odalara karartır/Bazı kadınlar için aşk/Şöyle bir rüyasız sere serpe/Şöyle bir korkmadan uyumadır.”
Edebiyat iyi ki var. 21. yüzyıl itibariyle içinde yaşadığımız bu kaba çağa edebi metinler sayesinde direnç gösteriyor, edebiyatın varlığı ile mücadelemizden vazgeçmiyoruz. Yılları kapsayan bir çalışma olduğunu kitabı şöyle bir karıştırayım derken bile fark ettiğiniz, kültürel, sosyolojik, psikolojik, politik ele alışlarıyla feminist/queer okumalarda cinsellik ve erotizm üzerine kapsamı ve katmanlarıyla kaynak niteliğinde olan böyle bir çalışmayı bizimle paylaştığı için Onur Bütün’e teşekkürlerimi sunar, kitabı tüm okurlara önemle tavsiye ederim.
Ana görsel: “Annem ve Ben,”Berrin Yırtmaç, Tuval üzerine akrilik 35×50, Saat Çiçeği sergisinden, 2019 / Ada Sanat,