Zeynep Şirin’e
Halkların –kelimenin ve kavramın en geniş anlamıyla- hareket halinde olduğu bir tarihsel anın içerisinden; sürgünlerin, ilticaların, yerinden etmelerin, direnme hakkını kullanmaların, ayaklanmaların, kalkışmaların, kalkışmaları bastırmaların, seyahatlerin iptalinin, şehir içinde ücretsiz seyahatlerin arasından baktığımızda, Türkçe edebiyatın bu tür tarihsel anları, halk hareketlerini kaydetmeye, dert etmeye, temsil etmeye, metinselleştirmeye pek yatkın olmadığını söyleyebiliriz. Hele söz konusu olan Türkiyeli olmayan bir halk hareketiyse. Hayriye Melek’in 1926’da yayımlanan romanı Zeynep, bu iddianın erken tarihli istisnalarından biri. Zeynep, 1919’da Mısırlıların İngiliz sömürgeciliğine karşı başlattığı halk ayaklanmasının tam içinde yaşanan bir aşk hikâyesi; vatan aşkıyla romantik aşkın birbirine sarmalandığı bir roman. Romanın zemininde Ahmet ile Zeynep’in aşkı Mısır aşkıyla buluşmakla kalmıyor, sömürgecilik karşıtı milli bir hareketle kadın hareketi de iç içe geçiyor.
Hayriye Melek’in hayat hikâyesi de en az romanı kadar ilginç: Çarlık Rusya’sının 1864’te Çerkeslere yaptığı etnik temizlikten kurtularak Osmanlı topraklarına sürülen (Xunge olarak bilinen) bir Ubıh ailesinden gelen ve Manyas’ın Hacıosman (Hunce Hable) adındaki Çerkes köyünde doğan Hayriye Melek, Notre Dame de Sion’da okuduktan sonra ayrıntıları tam bilinmeyen bir saray gerilimi nedeniyle II. Abdülhamit tarafından kız kardeşleriyle birlikte Bursa’ya sürülür.
Bursa valisinin eşi, ressam Naciye Neyyal’in anılarında Hayriye Melek ve kardeşlerinin 1908 öncesi hayatına dair bazı izlenimler vardır. Naciye Neyyal’e göre fiziksel olarak “Çerkes ırkının bütün hususiyetlerini” taşıyan Hayriye Melek, iki kere intihar girişiminde bulunmuş asabi mizaçlı biridir. Sürgünlükleri esnasında Bursa ve civarında yaşadıkları kötü muamele belki Hayriye Melek’in yaralanabilirliğini artırmış olabilir ancak aynı yıllardaki başka işaretler bambaşka bir Hayriye Melek sunmaktadır. Uğradıkları haksızlıkları anlattığı mektubunda kendisi ve kız kardeşlerinden “Türk Jan Darkları” olarak söz eden Hayriye Melek, sadrazama yazdığı başka bir mektupta II. Abdülhamit yönetimini engizisyon cemiyeti olarak nitelemiş ve kendi durumlarını şöyle özetlemiştir: “Biz tutsağız, biz mağduruz, biz çaresiziz. Biz zulüm gördük ve görüyoruz; fakat aciz, korkak, riyakâr değiliz.”
II. Meşrutiyet sonrasında bir yandan Osmanlı kadın hareketinin içerisinde bulunur, Musavver Kadın ve Mehasin gibi kadın dergilerinde yazar; diğer yandan hem Çerkes milli hareketinin hem de Çerkes kadın hareketinin aktif bir katılımcısı olur. Zeynep’ten önce Zühre-i Elem (1910) adında bir roman yazmış, hikâyeler ve manzum şiirler yayımlamıştır. Çerkes Teavün Cemiyeti ve Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’nin kuruluşunda yer alan Hayriye Melek, Ğuaze (Rehber) dergisinde yazar, Diyane (Anamız) dergisinde ise başyazardır.
“Meşhur Amazonlar Yani Cengâver Kadınlar Çerkes Milletindedirler” başlıklı bir risalesi de olan ilk eşi Yusuf İzzet Paşa’nın Hayriye Melek’in Diyane’sinin Mart 1920 sayısındaki makalesi özellikle ilgi çekicidir. Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’nin yayın organı Diyane’de başyazarın eşi olan bir erkeğin yazması çeşitli tartışmalara açık olsa da dönemin Çerkes entelektüellerinin en azından bir kısmının millilik ve kadınlık arasında kurduğu bağlar bakımından önemlidir. Yusuf İzzet, Yunan tanrı(ça)ları arasında 6 kadının da bulunduğunu belirterek feminizmin kadim bir hareket olduğunu iddia eder. Diyane de bu tanrıçalardan biridir ve Yunan mitolojisine Kafkasya’dan geçmiştir. Yusuf İzzet, Artemis ya da Diana adıyla bildiğimiz tanrıçanın kökeninde anamız anlamına gelen Diyane olmasının Çerkes milleti için bir şeref olduğunu iddia eder. Kafkasya kökenli, dolayısıyla Çerkes olma ihtimali yüksek Amazonlar hakkındaki fikirleri ise şöyledir: “Muhtemeldir ki bu cengâver kadınlar zaman-ı kadîm-i feminizmin hakiki mücâhitleriydiler.”
Mısır’daki halk ayaklanmasının yaşandığı Mart 1919’dan iki ay sonra, 22 Mayıs 1919’da, İzmir’in işgalini protesto için düzenlenen Kadıköy Mitingi’nde Hayriye Melek; Halide Edib, Münevver Saime ve Zeliha Osman ile birlikte konuşur. Zeynep’i yazdığı tarihlerde Mısır’a uğradığını bildiğimiz, 1920’lerde bir süre Tunus’ta da yaşayan Hayriye Melek, 1931’de hukukçu Aytek Namitok’la evlendikten sonra İstanbul ve Paris’te hayatını sürdürür ve en sonunda Manyas’ın Dümbe köyündeki çiftliğine yerleşir. Hayriye Melek’in eşi Namitok ise Bolşevik İhtilali’nden sonra Rusya’yı terk edip Paris’e yerleşmiş, 1942’de Berlin’e geçip Sovyet karşıtı Kafkas örgütlerinde çalışmıştır.
Hayriye Melek’in edebiyat ve kültür tarihlerinin temel metinlerine sığmayan, Çerkes soykırımı, II. Abdülhamit rejimi, II. Meşrutiyet atmosferi, kadın hareketi, Çerkes milli hareketi, Dünya Savaşları, Türkiye ve Mısır’ın milli mücadele ve direnişleri tarafından kat edilen, sürgünler, göçler, intihar girişimleri, mücadeleler ve edebiyatla geçen ömrü şüphesiz çok daha derinlemesine çalışmaları hak ediyor. Bu yazı, Hayriye Melek’i bilmeyenler için küçük bir başlangıç adımı olsun o zaman.[1]
1.Hayriye Melek’in hayatı için bkz. Betül Mutlu, Asi ve Duygulu Bir Ses: Hayriye Melek Hunç. Ürün Yayınları, 2012 ve Alexandre Toumarkine, “Hayriye Melek (Hunç), A Circassian Ottoman Writer Between Feminism and Nationalism”, A Social History of Late Ottoman Women, Brill, 2013: 317-337. Betül Mutlu’nun kitabı Hayriye Melek’in edebi eserlerini de içerir, makale boyunca Zeynep’e yapılan atıflar bu kitaptandır. Dönemin Çerkes milli hareketi ve harekette Hayriye Melek’in rolü için ise Elmas Zeynep (Aksoy) Arslan’ın Boğaziçi Üniversitesi’nde yaptığı “Circassian Organizations in the Ottoman Empire (1908-1923)” başlıklı tezine bakılabilir.
Ana görüntü: İstanbul Kadın Müzesi’nden.