Uzun süredir yemek yaparken, yürürken, evin tozunu alırken bana eşlik eden birileri var. Bu kişilerin çoğunu birebir tanımıyorum, hatta bazılarının yüzlerini dahi bilmiyorum ama bir sürü konuda ne dediklerini adım adım takip ediyorum. “Podcast” kavramı hayatıma girdiğinden beri kendimi daha kalabalık hissediyorum. Bu kalabalıkla kurduğum ilişkinin yakınlık derecesi ise elbette değişkenlik gösteriyor. #ÜzerineBirŞeyler podcastin bende ve eminim çoğu takipçisinde ayrı bir yeri var, çünkü kadın ve LGBTİ+ olmaya dair ne ararsanız burada… Kaçırmamaya özen gösterdiğim, her bölümünden sonra birileriyle bölüm üzerine birkaç kelam etme ihtiyacı duyduğum, kamusal alanda kulaklıkla dinlerken gülüşümü kontrol etmeye özen gösterdiğim bir seri. Geçtiğimiz günlerde 50. bölümünü ve 2. sezonunu tamamladı, kısa bir süre sonra da 3. sezonuyla tekrar kulaklarımızı şenlendirecek.
#ÜzerineBirŞeyler’in sıkı takipçilerinden olan bendeniz de sezon geçişi dolayısıyla verilen bu kısa arayı fırsat bilerek, bu serinin yapımcısı iki kadının aklının aydınlığına sorular yöneltecek olmanın heyecanıyla Nesli ve Fulden’le buluştum. Kadınlık, lubunyalık ve podcast yapımcılığı #üzerinebirşeyler söyleştik.
Hatice: Sevgili Fulden ve Nesli, öncelikle siz kimsiniz, neler yaparsınız? Bir podcast yapma fikri nerden esti ve bu yolculuk nasıl başladı?
Nesli: Biz Fulden’le yaklaşık 13 yıldır tanışıyoruz. Aslında hayatımızın çok uzun bir zamanını birlikte geçirdik, birlikte işler de yaptık; farklı şehirlerde olsak da kopmadı ilişkimiz. Sürekli iletişim halinde olduğumuz için, gündemle ya da kafamıza takılan şeylerle ilgili bütün bu yıllar boyunca sohbetimiz olmuştu. Pandemi döneminde de duvarlara bakarak delirmeyelim diye daha çok sohbet ediyorduk. Bu paylaşımları kendi aramızda tartışırken dedik ki “baya güzel içerik çıkıyor bu tartışmalardan, erkolar her yerde fikrini beyan ederken biz neden bunları paylaşmayalım?” Sonra tam yaptığımız şey podcast olacak bir şey ama nasıl yaparız ederiz derken Newslab’in kuluçka programıyla karşılaştık ve oraya podcast fikriyle başvurup kabul aldık. Eğitim süreci sonucunda da #ÜzerineBirŞeyler podcast bir şekilde oluştu.
Fulden: Ben de hayatım boyunca hep sivil toplumda veya sivil toplum için çalıştım, çünkü hayata dair bir derdi olup bir şey yapmaya dair kafamdaki tek yöntem buydu. Ama #ÜzerineBirŞeyler’in bi’ maddi hikâyesi var; pandemide konuşuyorduk, yazı yazıyorduk, ordan podcaste dönüştürmeye karar verdik gibi. Bir de benim için başka bir anlatısı da var: Hiç bana fikrimin sorulmadığı ya da fikrimin özellikle merak edilmediği bir dünyada “ben de aslında anlamlı bir şey söyleyebilirim hayata” gibi kendi özgüvenimi kazanma projesi olarak da görüyorum bunu. Yani kendimi, ve Nesli’yi de dahil ediyorum buna, hayata dair bir şeyleri dillendiren, sözünü söyleyen, fikrini beyan eden biri olarak görmek istediğim için de başladım podcast yapmaya. Hayattan daha talepkâr olmak için başladım.
Hatice: Siz bir kuluçka programıyla başlamışsınız podcast işine ama herhangi bir kadın ya da lubunya podcast yapmak istese nerden başlaması gerekir? Mesela “önce mikrofon almak lazım, spotify’da hesap açmak lazım” gibi gereklilikler var mı?
Fulden: Podcast şöyle bi’ alan: Hem görüntünün olmasına gerek yok, o yüzden insan biraz daha güvende hissediyor kendisini. Sadece lubunya görünürlüğünden bahsetmiyorum bu arada; hiç kamu önünde konuşmamış biri için zor bir şey ya hani videoya falan çıkmak, o yüzden güvenli bir hali var, insana daha kolay ürettiriyor. Hem de düşük bir kalitede de olsa her şeyi bedava yapabileceğin bir süreç. Mikrofonun yoksa bi kablolu kulaklık yeter. Bilgisayar gerekiyor. En önemli şey bu, telefondan zor oluyor çünkü. Teknik ve beceri anlamında da şöyle anlatayım: Biraz böyle kafası teknik bir şeye basan; mesela eve yeni bir süpürge alınır, kullanım kılavuzunu okuyan biri olur ya evde, Nesli mesela bizde o, bir o kadardır ihtiyaç. Kullanım kılavuzuna merakı bile olsa birinin, bence hızlıca kavrayabileceği bir süreç. Sadece bazı şeyleri öğrenme adımı var tabii ki. Ama böyle çok büyük bir mühendislik becerisi bence gerektirmiyor. Yanlış mıyım?
Nesli: Doğru. Podcast üretimi ülkede özellikle pandemi sonrası süreçte çok arttı. “Koyarız mikrofonu ortaya, her gün yaptığımız muhabbeti yaparız işte olur” gibi bir kafa var, özellikle erkeklerden çok geliyor böyle laflar. Ki böyle podcastler de var, çok dinlenen. Ama ortaya mikrofon konduğu düşünülen podcastlerde bile tabii ki önünde ve arkasında çalışma var. Çünkü konuşacağın şeyi düşünüyor olman, illa bütün bölümün metnini oluşturmasan da kafanda akışı oluşturmuş olman, bizimki gibi daha belli bir konu üzerine giden bir şeyse onun biraz önünü arkasını araştırıp etrafta ne konuşuluyor gibi şeyleri düşünüyor ve bir bakış açısı ortaya koyuyor olman gerekiyor. Bir bölüm çıkarmak bizim için yine 1 hafta süren bir süreç oluyor aslına bakarsan. Ama kafasında bir planı ve programı olan biri için Youtube’da bir kanal açmaktan çok daha kolay tabii podcast üretmek. En azından kamera maliyeti yok ve kurgusu daha zahmetsiz. Sonrasında her yere ücretsiz dağıtım yapabilecek alanlar var. Bunun yanında iletişimci olsak bile ilk süreçte biz de zorlandık. Mikrofonun karşısına geçmeye ve kendi sesini duymaya alışmak, çok eski arkadaş olmamıza rağmen o podcastin içerisindeki ilişkiyi ve enerjiyi tutturabilmek falan da zamanla oldu. Bunu yapmak isteyenlerin biraz kendine zaman da tanıyor olması lazım.
Fulden: Ben şunu eklemek istiyorum. Evet bir kuluçka süreci geçirmek, bir sürü yıl profesyonel hayatta iletişimci olarak deneyimi olmak vs. bazı yolları daha kısaltıyor, kafan daha hızlı çalışıyor. Ama iki şey söyleyeceğim. Hepimiz şahsi sosyal medyamızı da tasarlıyoruz ya, ondan temelde çok farklı bir süreç değil. Dolayısıyla çok yabancı olduğumuz ve hiç yapamayacağımız bir şey değil bence. Ama bana asıl el veren şu oldu; o dönem Hazal Sipahi de bizim kuluçka programında mentorumuzdu, onunla çok şey konuştuk, böyle mi şöyle mi olsa, nasıl yapsak vs. Yani dayanışmacı ve bu işten anlayan birkaç kişi olsa etrafında, iş çok daha kolaylaşır. O yüzden teknik kısımlar ya da deneyime ilişkin kısımlar, evet, bir etken ama asıl mesele şu: Daha fazla kadınla ve lubunyayla sohbet edip “ya nasıl yapsak” diye konuşmak ve birbirini kollama hali en iyi ittireç ve kaktıraç…
Hatice: Aranızdaki dinamik meselesine gelmek istiyorum. Ben nerdeyse bütün bölümleri dinlemiş biri olarak şöyle bir hisse kapılıyorum; Fulden daha dağılmaya müsait, mesela ciddi bir şey konuşurken pat diye girip komik bir şey söylüyor. Nesli ise, ara ara o da benzerini yapmakla birlikte, bazen bir şakaya gülmeyerek, bazen zınk diye konuya dönerek çerçeveyi hatırlatıyor gibi duruyor. Bu gerçekte de böyle mi, bu podcastin dinamiği ve akışının ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek? Bunu merak ediyorum.
Fulden: Bu podcastin büyük kısmı kurgu ama şöyle bir kurgu: Gerçek hayattaki dinamiklerimizi alıp bu dinamiği büyütüyoruz. Yani Nesli bir sürü şakama göz devirir, ben daha sulu bir insanımdır, daha cıvık bir tipimdir. Nesli ise daha sakin biri. Gündelik yaşamda da bir şey konuşurken çatışıyoruz böyle. Bunu alıp büyüterek yapalım diye en başında konuştuk. Hani benim cıvık onun birazcık daha – neyse ben şimdi senin adına sıfat üretmeyeyim :) İşte bu dinamiği abartalım diye konuştuk. Bir de bayağı ön hazırlık yapıyoruz her bölüm için. Neresinden yaklaşacağız, bu konuyu konuşurken nereye dokunacağız ya da dokunmayacağız diye önden konuşuyoruz ve yazılı hazırlık da yapıyoruz. Ama o kurguda çok büyük kısmı bizim doğalımıza dayandığı için kendini sıfırlayan bir kurgu süreci diyebiliriz herhalde.
Nesli: Evet, Fulden biraz daha hemen her şey olsun bitsin ister, sabırsızdır ve ben ona zaman zaman “sakin tatlım, bi’ dur” yapan kişiyimdir… Gündelik hayatta da çabuk yükselir ve o noktalarda dengeli olabilme durumu da podcaste yansıyor. Dediği gibi birazcık eğlencesi de dinlenmesi de rahat olsun diye daha uçlara taşıdığımız zamanlar da oluyor ama gerçek hayattaki karşılığımızın biraz daha sivriltilmiş hali. Kurgu derken, tamamen olmayan bir şey mânâsına gelmesin kimse için.
Fulden: Bir de dedim ya neye dokunup dokunmayacağımızı konuşuyoruz diye. Ben mesela hep biraz dağıtan bir yerden açıyorum konuyu, çünkü şunu önemsiyoruz: Bir olayın anaakım medyada konuşulduğu gibi konuşulmaması için nasıl bir şey yapabiliriz? Bunu da “evet, biz bu konuya yepyeni bir bakıştan yaklaşıyoruz” demek yerine, daha gündelik ve insanların daha kolay “evet ya, bu benim hayatımda şuraya tekabül ediyor” diyebileceği gündelik meselelerle yapmaya çalışıyoruz. Şöyle bir derdimiz var: Hem birbirini bağlayan şeyler söyleyelim ve bunu böyle sopa göstererek değil, daha nüktedan bir şekilde yapalım hem de birbirinden ayrıksı görünen olayların bağını kuralım.
Nesli: Dikkat ettiğimiz şeylerden biri de didaktikliğe düşmemek için özen göstermek. Çünkü kimsenin öğretmeni olmak gibi bir niyetimiz yok. Aksine, insanları tartışmaya dahil etmek ve o konuda düşünmelerini ve hatta düşüncelerini dile getirmelerini sağlamak; bunu da birlikte bir masada oturup sohbet oturuyormuşuz hissiyle yapmak istiyoruz. “Sizin bir bölümünüzü açıp dinletip ‘hadi bunu biz de konuşalım’ diyorum arkadaşlarıma,” diyenler var. Yani hem sıkmayan hem de konunun özünü kaçırmadan bir yerden bölümü kurmaya çalışıyoruz. Mesela bir arkadaşımız, annesinin bizi hem gülüp hem not alarak dinlediğini söylemişti, çocuğu ona açıldıktan sonra nerelerde destek olabilir diye…
Fulden: Biz resmen “büyük aile podcastiyizdir” diyebilir miyiz?
Hatice: Biri bana “bu podcasti birkaç sıfatla tanıt” dese bunlardan biri “komik” olur kesinlikle. Aslında mizah jest ve mimiği de barındırır ve biz ona da güleriz ama sadece sesle mizah yapmak zor bir şey olsa gerek. Bu arada anlıyorum ki mizah aynı zamanda sizin için bazı şeyleri anlatma ve aktarma yolculuğunuzda araç. Dolayısıyla bu podcastte mizah meselesine biraz girelim istiyorum.
Nesli: Evet, kolay değil bence de. İşi doğrudan mizah olan podcastleri de takip ediyoruz, PES podcast ya da Özge Özel’in Kayıp Eşya Bürosu gibi. Podcastte kişinin hali tavrı belli olmadığı için, söylediğin şeyin gerçekten komik olması ve o şakanın yerinde yapılıyor olması önemli oluyor. Bunu da tabii zamanla oturtuyoruz. Bu arada ben Fulden gibi komik biri olduğumu düşünmüyorum, bu Fulden’in işi gibi, ben daha çok laf sokarak komik olan biriyim. Ama bu da birazcık antrenmanla oluştu aramızda. Bölümler ilerledikçe bu konuda da rahatladık. Bir taraftan da mizahı ana konu olarak da görüyoruz. En çok dinlenen bölümlerimizden biri Cem Yılmaz bölümü mesela, ilk bölümlerimizden biri olmasına rağmen hâlâ çok dinleniyor. Önümüzdeki bölümlerde bu mizah meselesini daha çok ele almak ve üzerine kafa yormak da istiyoruz.
Fulden: Evet, iyi dedin, Nesli, #ÜzerineBirŞeyler sadece komik bir şeyler yapmak isteyen değil, mizahı mesele de edinen bir seri. Bir de bazı meseleleri konuşmak için sanki birbirini kategorik olarak dışlayan tutumlar var gibi. Örneğin, bir feminist ya da kuir feminist bir şey söylerse bunu sadece basın açıklaması formatıyla söyleyebilir gibi bazı ön kabuller var. Burada öfkeli feminist stereotipini reddetmekten bahsetmiyorum. Daha ziyade şunu söylemeye çalışıyorum: Kadınlar ve lubunyalar bir şey söylerse sadece bir hak talebi iletebilir, sadece bir hak talebinde bulunmalıdır yoksa hiçbir söz almasın; ekonomi bir lubunyayla konuşulmaz mesela, bir savaş feministle konuşulmaz gibi ya da konuşulursa da çok küçük bir kısmı konuşulabilir gibi kabuller var. Yani hayatın belirli alanlarına sıkışmaktan ziyade, hayatı bütünüyle birbiriyle olan bağlarıyla gören bir şey olsun istediğimiz için de mizaha bu kadar sarılıyoruz. Çünkü mizahın bazı şeyleri birbiriyle konuşturabilme imkânı da çok fazla. Bir de stand-up son zamanların en gözde kültürel alanlarından bir tanesi ve mizah da bir muhalefet biçimi olarak bilinirdi özellikle Türkiye’de. Örneğin, mizah dergileri bir muhalefet alanıydı vs. Ancak, son dönemde benim gördüğüm kadarıyla mizah yapan bir sürü alan egemen olan söylemi, kişiyi, sınıfı pekiştiriyor ve bu bana bayağı garip geliyor. Bir kültürel üretimi bir kategoriye yakıştırmak doğru olmayabilir ama eline mikrofon alıp stand-up yapıyorsan “hahaha araplar pis kokuyor” mu dersin sahiden? Bunu anlayamıyorum ve mizahın böyle bir eşitsizliği yeniden üretmesini kabullenemiyorum da. O yüzden hem mizah üzerine bir şeyler söyleyen hem mizahı sahiplenen bir şey olsun istiyorum #ÜzerineBirŞeyler. Hep de böyle oldu.
Hatice: Bu sorum biraz kadın ve lubunya olmakla da ilgili. Podcast yapmanın kurgusal bir yanı olduğunu söylediniz ama bir yandan da var olan durumun sivriltilmiş hali dediniz. 50 bölüm bitti ve özel hayatınıza ilişkin bir sürü şey içeriyor bölümler. Bir kadın ve lubunya olarak buna dair hissiniz nasıl? Heyecan, kaygı ya da başka haller…
Fulden: Ben tabii ki neyi söyleyip neyi söylemeyeceğimi seçiyorum. Seçtiğimi zannettiğim bir sürü şeyin yanında eminim farkında olmadan dışarı yansıttığım da bir sürü şeyim var. Demiştim ya “Benim için biraz kendi özgüvenimi kazanma projesi” diye. O yüzden kendime uygun bulduğum kimlikleri kendime yamıyorum da. Örneğin, komik olma kimliğimi beni tanımlayan bir sıfat haline getirmeye çalışıyorum. O yüzden biraz egosal bazı şeyler yaşıyorum kendi içimde, çünkü egomu çok besliyor, öyle böyle değil. Çünkü kendi istediğim şeyi vurgulayabiliyorum; komik yapıştırıyorum, böyle daha cıvık bir tip olmak hoşuma gidiyor. Bir şekilde kendimi kurgulamakla birlikte beni çok besleyen ve egomu okşayan bir süreci var ama beni çok korkutan bir boyutu da var. Lubunya olduğum için korktuğum şeyler oluyor… Mesela açılmayı tercih etmeyeceğim biri tarafından podcast farkedilirse ne olacak gibi şeyleri de dert ediyorum, ama ona kapılmamaya çalışıyorum. Doğal olarak benim de daha görünür olduğum bir süreç ve ben de daha görünür olmanın zorluklarını aşmaya çalışıyorum. Yani korkmuyor ve endişelenmiyor değilim ama o korkudan sıyrılmaya çalışıyorum, çünkü bu ve bunun gibi bir sürü kaygı zaten uzunca bir süre kendimi ifade etmemi engelledi.
Nesli: Bir taraftan Fulden de ben de Ankara’da lubunya komünitesi içinde yıllardır görünür bir şekilde aktivizm sürdürmüş insanlarız. Ama tabii ki o görünürlükle bu kadar kamusal bir alanda yayın yaparak görünür olmak aynı şey değil. İnsanların seni tanıyor ve senin hakkında bir fikri oluyor olması ilk başlarda biraz garip geliyor. Tanımadığımız ama bizi dinleyen insanlarla başta karşılaştığımda biraz garip oluyordu ve bölümden bir şey söylediğinde ya da işte “sen şöyle demiştin ama bundan daha farklıymışsın” ya da “gerçekten öyleymişsin” gibi şeyler geldiğinde buna ne cevap vermem gerektiğini bilemiyordum. Bir süre sonra fark ettim ki ordaki Nesli ve burdaki Nesli birbirinden çok farklı insanlar değil, biri benle oturup o konuyu bira içerken konuştuğunda da benzer şeyleri söyleyeceğim zaten. Bir yandan anlatılmayacak hikâyeleri de çok anlatmıyoruz ama evet kendimize dair hikâyeleri çok anlatıyoruz, çünkü bunları yaşayanların tek bizler olmadığını da yıllar içinde fark ettik ve buradan da anlatmaya çalışıyoruz.
Fulden: Mesela açılmak bölümü yaptık ve açılmak bölümünde ben kaydederken iki kere ağladım, çünkü kendi açılma hikâyemi bırak başkasıyla paylaşmayı, kendime bile sesli söylememiştim. Benim deneyimimde aileye açılma hikâyesi bir kerelik bir açılma değil. Önce bir kimliğini açıklıyorsun, ondan sonra o kimliği sen nasıl dolduruyorsun, onunla ilgili ipuçları vermeye başlıyorsun. İşte her seferinde biraz daha çıplak kalıyorsun… O bölümü yaparken mesela çok zorlandım ve utandım. Kendi içselleştirdiğim fobimi falan da söyledim orda, eskiden zorba bir çocuk olduğumu da söylüyorum mesela, kolay bir şey değil yani. O açılma bölümünden sonra bir arkadaşım şey dedi: “Ben de sizin bölümlerinizi dinledim, açılma bölümünü dinleyerek güç aldım ve açıldım” vs. Yine bir başka arkadaşım demişti ki “Ben hiç hayata dair bu kadar meseleyi lubunya bir yerden konuşan bir şey duymuyorum.” İşte böyle, lubunya bir yerden konuşuluyor ve bana iyi geliyor, denmesi beni “o zaman bu çıplaklığa değer” gibi bir yere getiriyor.
Nesli: Bazen planlı akışta dahil etmediğimiz ama bölümü kaydederken paylaştığımız şeyler de olabiliyor ve “bunu söyledin ama bak, emin misin, sonra işte baban duymasın, annen üzülmesin” gibi birbirimize sorduğumuz durumlar oluyor ama sonra çoğunlukla “Dursun, orda olması önemliydi” diyoruz. Bize bence hafif bir terapi gibi de geliyor. Kendimize dair bir şeyleri anlatıyor ve kendi sesimizi duyuyor olmanın verdiği iyi hissettirici bir yan da var. O çıplaklığı bununla da kompanse edebiliyoruz.
“Kendi gündemimizi bir uzmanın yorumu üzerinden belirlemek istemiyoruz.”
Hatice: Ara ara konuklar alıyorsunuz ve bu noktada dikkatimi çeken bir şey var, sanki özellikle uzmanlaşma zırhından uzak duruyorsunuz. Mesela bir davayı konuşurken bir hukukçu değil de medya sektöründen birini tercih ediyorsunuz ya da bir konuyu konuşurken konunun uzmanını değil öznesini alıyorsunuz. Bunun özel bir sebebi var mı yoksa bu bir tesadüf mü?
Fulden: Bir meseleyi konuşurken bir araştırmacı gazetecilik faaliyeti yapma niyetimiz henüz yok ama “bir kadın ve/ya lubunya bundan nasıl etkilenir, onu konuşalım” tercihimiz var en başta. O yüzden mesela Amber Heart – Johnny Depp davasında davanın kendisi yerine, medyada nasıl ele alındığını konuştuk. Çünkü medyada nasıl ele alındığı davanın kendisi kadar korkunçtu. O dava süreci o kadar korkunç bir süreç ki bu delil geldi o delil gitti, Johnny Depp şunu yaptı demenin bir faydası yok, çünkü adam zaten kendisinin aklanacağı bir yer seçti ve bütün pr’ını bütün medya organizasyonunu kendini aklamak için yaptı, dolayısıyla o davayı konuşsak ne? O yüzden bir mesele bir kadını, bir lubunyayı nasıl etkiliyor, buna daha çok odaklanıyoruz. Ya da örneğin 50 lira diye bölüm yaptık. Bunun sebebi 50 liranın değer kaybını medyanın sürekli “50 liralık benzin alan adam” metaforu üzerinden anlatmasıydı. Mesela medya bara yürüyerek giden lubunyanın, ped satın alan birinin 50 lirasının yolculuğunu anlatmıyor. O yüzden böyle bir meselemiz var, bu birincisi. İkincisi, uzman ağırlama formatı çok kafama yatmıyor. Bir konuk geldiği zaman o konukla ne konuşmak istediğini birlikte belirliyoruz genelde. Mesela biricik geldi, biricik’in sayfasına baksan vize retlerini konuşacağını düşünmezsin ama biricik’in o günlerde hayatını etkileyen şey vize retleriydi. Yani kendi medyamız ve kendi gündemimiz var ve kendi gündemimizi illa bir uzmanın yorumu üzerinden belirlemek istemiyoruz.
Nesli: Şöyle küçük bir şey ekleyebilirim; kendi medyamız olduğu için bir taraftan kendi istediğimiz ve arkadaşımız olan insanlarla, onların ve bizim tartışmak istediğimiz şeyleri de konuşabiliriz. Bir taraftan da mesela Defne Güzel ile harika bir HİV bölümü yaptık. Kendisi hem arkadaşımızdı hem de HİV aktivistiydi. O bölüm mesela hem çok kişisel hem de dolu dolu uzmanlık içeren bir bölüm olmuştu. Yani keskin ayrımlarımız da yok ve insanların uzmanlığı da olabilir elbette ama bu insanlar bizim aynı zamanda arkadaşımız ve onlarla yaptığımız sohbetlerin biraz daha çerçevelendirilmiş hali olsun istiyoruz. Çünkü hiçbir zaman 3 tane profesör oturuyor konuşuyor durumuna düşmek istemiyoruz.
Hatice: Ben de bunu “kişisel olan politiktir”deki mefhumun muhalifinden “politik olan da kişiseldir, dolayısıyla herkesin o politik şey üzerine söz söylemeye hakkı vardır” şeklinde okumuştum. Örneğin, birinin paranın değer kaybı hakkında konuşması için ekonomist olmasına gerek yok. Sadece etkilenen olması yeterli veya öznesi olması yeterli gibi… Bunu yapmanızı da feminizmin getirdiği “özne konuşsun” tavrı üzerinden alıyorsunuz diye okuyorum.
Fulden: Evet, zaten feminist bir refleks ve pratik olarak bunu tercih ediyoruz.
Nesli: İlk başladığımızda zaten çok sık konuk almayacağımızı biliyorduk, çünkü konuklu bölümlerin hem süresi uzuyor hem de kurgusu vs. çok daha zor oluyor. Ama çok net bir tavrımız var bu konuda; isterse allame-i cihan isterse canımız ciğerimiz arkadaşımız olsun cis hetero erkek konuk almayacağız. Tam da bu sebepten…
Hatice: Ben “Erkek Özgüveni” bölümünü çok güçlendirici ve etkileyici buluyorum. Özellikle bu aralar kapanıp yorganın altından çıkmak istemediğim bir dönemdeyim ve ara ara açıp dinlemek bana çok iyi geliyor. Sizin “en sevdiğim bölümler” listenizde neler var?
Nesli: Benim de en sevdiğim bölümlerden biri, bu arada, “Erkek Özgüveni.” Onu kaydederken de hazırlanırken de çok eğlenmiştim. Kendi kendimize yükselip alçalıp eğlenip bütün süreci aktarabildiğimiz bir bölümdü. Filenin sultanları bölümüne hazırlanırken de çok eğlenmiştim. O dönem ful voleybol izlediğim bir dönemdi ve elimizden geldiğince tartışmak istediğimiz konuları tartışabildiğimiz bir bölümdü, oradan çıkan sonuçtan da gayet mutluyum. Aslında “Gaslighting” bölümü de bir taraftan hem böyle o günlerde dert ettiğimiz konuları konuştuğumuz, bir taraftan da eğlendiğimiz bölümlerdendi. Hep 2. sezondan seçtik, eski bölümleri çok fazla hatırlamıyoruz galiba.
Fulden: Ben “Şişmanlık” bölümünü çok seviyorum, çünkü beden olumlama hareketi, feminist hareket vs. gelip sana diyor ki “bedenini sev.” Bunu böyle sürekli anlamaya ve dönüştürmeye çalışıyordum. Gerçekten kendim için kendimi dönüştürebildiğimi ve bunun mizahını yapabildiğimi gördüğüm için çok seviyorum “Şişmanlık” bölümünü. Ama “Açılmak” bölümünü de çok sevdiğimi hatırladım seninle konuşurken. Çünkü büyük şehirde yaşıyorsun, çok rekabet dolu bir ortam falan. Kendi can yakıcı hikâyeni anlatırken bile bir performans içinde olabiliyor ya insan. Gerçekten bir performans kaygısı gütmediğim ve bana dair, kendi yaşantıma dair bir bölümdü “Açılmak.” Bu yüzden o bölümü de çok seviyorum sanırım. Aslında bazı bölümleri aynaya karşı da söylüyoruz gibi… Senin “Erkek Özgüveni” bölümünü “güçlendirici” olarak tanımlamandan, böyle bir bağ kurdurabildiği ve daha dayanışmacı bir şey çıkarabildiği için de çok mutlu oldum.
“Kadınlar ve lubunyalar olarak alanımız az ama sözümüz çok.”
Hatice: Son olarak, #ÜzerineBirŞeyler’in nasıl bir etkisi olmasını, nasıl bir alanın açılmasına ya da doldurulmasına hizmet etmesini istiyorsunuz?
Fulden: Ben #ÜzerineBirŞeyler’i sadece bir podcast olarak görmüyorum. Kadın ve lubunya medyasının bir parçası olarak da görüyorum. Zaten ben böyle bir ihtiyaçtan dolayı bu yola girdim, #ÜzerineBirŞeyler üzerinden daha fazla kadın ve lubunya medyası nasıl birbiriyle dayanışır, onun vesilesi olsun. Bunu ne kadar yapabiliyoruz, ne kadar hayata geçirebiliyoruz bilmiyorum. Biz de podcasti hayata geçirirken çok zorlanıyoruz çünkü. Belki her zaman alan açamıyoruz ama isteğim odur ki #ÜzerineBirŞeyler’in varlığı böyle bir alan açsın. Bir tartışma başlatmak ya da bir dayanışma pratiği örmek açısından kadın ve lubunya medyasının bir parçası olsun istiyorum.
Nesli: Aslında bizle birlikte bir şeyleri kendi içinde tartışıyor olmak bile bu alanın bir parçası olmak anlamına geliyor. Bir de biz nasıl “Erkolar yapıyorsa biz niye yapmayalım?” diye başladıysak, birileri de “bunlar yapıyorsa biz niye yapmayalım” diye de başlayabilir ve bu alanda bir şeyler üretmeye çalışabilir. Çünkü kadınlar ve lubunyalar olarak alanımız az ama söyleyecek sözümüz çok. O yüzden birilerine bir şeylere başlamak için güç oluşturabilirsek ya da birilerinin isteğini ateşleyebilirsek ne mutlu. Bize ulaşıp da konuşmak isteyenler olursa da buna kapımız çok açık. Keşke bir araya gelebileceğimiz alanlarımız da olsa. Var aslında böyle bir hayalimiz; açık bir etkinlik yapmak dinleyenlerle… Bu hayallere bir noktada ulaşabilirsek yaptığımız şeyi yapma nedenimize de ulaşmış gibi olacağız.
Fulden: Biri bize dedi ki “Ben siz soru sorduğunuzda yazmaya çekiniyorum, sanki ‘bize sosyal medyadan ulaşın’ dediğinizde gerçek bir davet değil gibi düşünüyorum.” Bu kafamda çok yankılanıyor. Neden bunun kür bir davet olduğunu düşünüyor bizi dinleyen bir kadın? İnsanlarla podcast arasında bir bariyer mi var, varsa neden? Bu da benim aklımda kalan bir soru… İlk defa bir röportaj yaparken yarattığımız şeyin anlamı üzerine düşünme fırsatımız oldu, bu açıdan ayrıca teşekkürler.
Hatice: Ama bir sürü kişi de böyle düşünmüyor ki size yazıyor ve aktarım yapıyor. Yine de bu davetin kür bir davet olmadığı duyurusuyla kapatabiliriz. #ÜzerineBirŞeyler üzerine bir şeyler konuşmak isteyenler Nesli ve Fulden’e ulaşsın. Ayrıca soru, sorun/bize ulaşın davetlerinin kür olduğunu düşünenler neden böyle düşünüyor, bu bariyeri nasıl aşabiliriz, hakkında söyleyecekleri olanlar da yorumlarda bize ya da #ÜzerineBirŞeyler’e yazabilirler.