Birgül Oğuz’un novellası İstasyon’un (Metis 2020) sonlarına doğru, baş karakter Deniz, kendisiyle kalmakta olan yeğeni Elif’in çizdiği bir kumsal kabini resmine bakar. Resmi dikkatle inceler, yana çevirir, baş aşağı koyar ama karın üzerine çizilmiş ayak izleri, resimdeki kabine doğru mu gidiyor, yoksa oradan mı geliyorlar, bir türlü çıkaramaz. Bu sessiz anlaşılmazlık, sanatçının güdülerine dair bu dingin sessizlik, Deniz’in bir anda çökmesine ve ağlamasına neden olur.
Novella boyunca, müphemlikle baş başa kalma fırsatı sunulur biz okurlara. Oğuz’un fazla olay ve detaydan kaçınarak, hikâyesi aracılığıyla hafif hafif adımlanacak bir patikayı dikkatle bulma özenini hissederiz. Çok şey söylenmeden bırakılmıştır. Oğuz, Kıraathane podcasti için Nilüfer Kuyaş’la yaptığı bir röportajda (6 Nisan), İstasyon’un mahalini kasten muğlak bıraktığını kabul eder. Kuyaş’ın hikâyede “kendini ele vermek istemeyen bir taraf” olduğu yorumuna yanıt olarak şöyle söyler; “Hikâyenin kendi ruhundan başka bir şeyi işaret etmemesini çok istedim. Yani, hangi dönemde nerede hangi ülkede geçiyor… Bunlar ön plana çıksın istemedim.”
Hikâye büyük bir şehrin açıklarındaki küçük bir adada geçmekle birlikte –bu durumda akla gelen çoğunlukla Büyükada olurdu– okuru söz konusu şehrin İstanbul ya da Ankara olmadığına ikna etmek için, şehir hikâye boyunca “başkent” diye anılır. Herhangi bir hedef tayini denemesi ancak yanıltıcı olacaktır. Romanın ruhunu koşullar değil atmosfer, coğrafya değil mekân belirler. Nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilmeye ihtiyaç duymadan, uzun yürüyüşlerinde bizi de yanına götüren, bir adanın manzarasını ormanın içinden ve sahile inen küçük patikalarla gezen Deniz’i takip ederiz.
Güncel politikanın ve alegorinin yükünden kaçınmak için spekülatif bir adaya kaçan Türkiyeli bir yazar olarak Oğuz, burada yalnız değildir. Pamuk ve Oğuz’un, adalarının ille de Türkiye’nin mükemmel bir modeli olmadığını açıklamak için gösterdikleri çaba, hayal güçlerinin ya da yazma kabiliyetlerinin noksanlığından kaynaklanmaz. Tümüyle, yereldeki boğucu ve hiçbir getirisi olmayan kültürel politikalar ve uluslararası alanda küresel edebiyatın büyük bir kısmına dayatılan kısıtlayıcı, ulusal alegori çerçevesiyle ilgilidir. Bengü Vahapoğlu’nun kısa süre önce Twitter’da söylediği gibi, Pamuk’un Minger Adası, Moore’un Ütopya’sı, Stephenson’ın Hazine Adası ve Faulkner’ın Yoknapatawpha’sının da aralarında olduğu sayısız kurmaca coğrafyanın arasına katılır, bu nedenle de onu övgüyle karşılamamız gerekir. Bu tip kurmaca coğrafyalar, doğrudan tarihsel ve politik hakikatlere karşılık gelme ihtiyacı olmaksızın, tefekküre yer açacak bir soluk verme imkânı, yaşadığımız dünyada olup bitenleri düşünmek için sağlıklı bir dozda zihinsel yabancılaştırmayı hedefler tam olarak. Müphemlik esastır.
Benzer şekilde, Oğuz’un İstasyon’u da, anlaşılmaz olduklarında dahi başkalarını sevmeyi ve onlara saygı duymayı öğrenmek üzerinedir tam olarak. Bu insanlar için olduğu kadar onların sanatları için de geçerlidir. Bir başka deyişle, insanlardan kendilerini ifade etmelerini beklemeden onlara nasıl bakabilir/özen gösterebiliriz? Başkalarına nasıl alan açabilir ve onlardan “kendilerini ele vermelerini” istemeyiz? Bu alan yalnızca fiziksel değil, zihinsel ve duygusal da aynı zamanda. Deniz biraz yalnız kalmak için adadaki arkadaşı Nihal’in evine bakmaya gelir fakat Nihal uzaktan dahi olsa onu kontrol etmek için bir dizi email gönderir. İlgi ve endişe yüklü oldukları açık olsa da bu emailler Deniz’i rahatsız eder. Deniz hemen yanıt vermediğinde Nihal bir başka kadından, Bahar’dan, Deniz’i gidip bizzat yoklamasını ister. Bahar denetimi sezinler, bunu dillendirir de:
“Denetleniyormuş gibi hissediyorsun. Haklısın da.”
Adanın tüm sakinleri Deniz’in etrafta dolaştığını fark etmiş gibidir. İçlerinden biri düşüncelere dalıp gittiği için onu azarlar bile. Deniz’in kontrol edilmeye ihtiyacı yoktur, yalnız bırakılacak kadar önemsenmeye ihtiyacı vardır.
Deniz etrafındakilerin yanında varlığını sürdürmeye çabalar, hatta bir karşılık, bir cevap beklemeden onların bakımını üstlenir. Elif onunla kalmaya gelir, çocuk neredeyse tamamen sessizdir, sürekli telefonundadır ve Deniz onunla bir bağlantı kurabilmek adına romanında ilerlemekte zorlanır. Her şeye rağmen, Deniz’in davranışları, birinin kendini açıklamak zorunda olmadığı haysiyet sınırlarını tanıdığını ve bazen birinin üstüne titremenin en anlamlı ve özenli biçiminin sessizlik olduğunu gösterir. Deniz insanolmayan varlıklara da aynen böyle yaklaşır. Dostluk kurduğu sokak köpeği Arkadaş adada çıktığı uzun yürüyüşlerinde ona eşlik eder, hatta eve girer, şöminenin yanına kıvrılır ve uyur. Deniz, Arkadaş’ın istediği vakit gelip gitmesine karışmaz ve köpek çoğunlukla evin hemen dışında bellediği bir yerde uyumayı tercih eder. Deniz’in köpeğin iradesini, haysiyetini tanıyan bu sessiz tavrı novellanın en etkileyici yanlarından biridir.
Deniz’le yeğeni Elif arasında geçen önemli bir yüzleşme anında, Arkadaş tuhaf bir biçimde gelerek aralarında durur. Ne yaptığı ya da ne istediği belli değildir. Anlatı özellikle Deniz’e odaklanır, Deniz’in tam da böyle bir anda köpekteki bu ani değişime nasıl tepki vereceğine ve ne yapacağına. Öfke ve şefkat arasında gider gelir ve sonunda Arkadaş’ın orada, aralarında durmasına izin verir. Bir başkasının anlam veremediği tepkisine nasıl yanıt vereceğini dikkatlice düşünür ve köpeğin bu tuhaf hareketini kabullenir, onu kendi haline bırakır. Bu karar Deniz’e müthiş bir duygusal rahatlık getirir, sanki köpeğin davranışı kendi duygusal anlaşılmazlığını çözmüş gibi.
Novellada bakım etiğinin ele alınışı okura derinden tesir eder. Bu etik evrenseldir, en azından feminizmi evrenseldir. Hikâye, karakterlerarası bağlılık ve dayanışma ilişkileri içinde aldığımız gündelik, ufak tefek kararların ahlaki boyutlarını inceler. Bu hikâyedeki karakterlerin veya ilişkilerin hiçbiri Türkiye’ye mahsus değil. Amerikalı bir okur olarak hikayenin rahatlıkla kurmaca bir Puget Sound’da yahut Outer Banks’te ya da belki Galveston Adası’nda geçebileceğini düşünüyorum. Biz de işimize burnunu sokan komşulara, ketum ergenlere ve yalnız kalabilme özgürlüğünü arayan kadınlara aşinayızdır.
Tek bir şey hariç. Novellada yer alan bir ilişki var ki beni evrenselden Türkiye özeline, spekülatif olandan anekdota geri çağırıp durdu, o da insanların Arkadaş’la olan ilişkisi. Daha evvel başka bir değerlendirmemde değindiğim gibi, “Amerikalılar köpeklere kendi şımarık ve koşulsuz sevgi duyan çocukları gibi yaklaşsalar da Türkiyeli biri, yabanla evcil arası ne idüğü belirsiz bir alanda yaşayan bir sokak köpeği görüp onun sahibi olmadan da köpeğe yemek verip bakabilir.” Eğer İstasyon Yoknapatawpha bölgesinde geçiyor olsaydı mahalle sakinleri için özel olarak düzenlenmiş ve mahallede yaşananlara dair bir mesajlaşma uygulaması olan NextDoor’da ahlaki bir panik yaşanıyor olurdu. Arkadaş çoktan bir barınağa gönderilmiş ve belki sahiplendirilmiş olurdu, daha Deniz adaya varmadan. Deniz için, bir Amerikalı olarak Arkadaş’ın özerk alanını tanımak mümkün olmazdı. Onları uçağa bindirmekten tutun da bebek arabalarına koymaya kadar kendi nevrozlarımızı evcil hayvanlarımıza yansıtmak bizim milli sporumuzdur. Köpekleri kendi haline, kendiliklerine bırakmak konusunda daha kaç fırın ekmek yememiz gerek.
Aradaki bu fark bana Oğuz ve Pamuk’unkine benzer spekülatif adaların, daha doğrusu kurmaca coğrafyaların anonim yahut genelleyici olmadığını hatırlattı. Tekinsiz ve belki déjà vu olmak için oradalar. Her şeyden çok inandırıcı bir yadsınabilirlik peşindeler. Geç Osmanlı toplumunun etnik ve uluslararası politikaları hâlâ Minger Adası’nda yaşanmakta. Benzer şekilde, krizle gündelik arasındaki ayrımın kalktığı, kadınlara yönelik şiddetin her an hissedilebilir olduğu bir Türkiye, Deniz’in kaldığı adanın kıyılarında dolanmakta. Okurken sezdiğimiz arkaplan budur ama her okur bunu çıkarmayacaktır. Deniz’in anlattıklarının satır aralarına ne kadar sızacağı okura kalmış.
İşte bu yüzden İstasyon, Türkçe ethosunu temsil etmekten ziyade küresel edebiyat dünyasında yer alan saygın bir evrensel metin olarak anılmalıdır. Farklı ülkelerden okurların da başkalarını, insanolmayan başkalarını dahi müphemliklerini kabul ederek bakım etiğinin içerisinde değerlendiren bu ahlaken incelikli ve iyi yazılmış edebi esere erişimi olmalı. Kendini anlatmak zorunda olmadığında bu novellanın söyleyeceği daha çok şey var.
* Yazının İngilizce orjinal metnini de buradan okuyabilirsiniz.
Kapak görseli: “Master Bedroom,” Andrew Wyeth, 1965.