İstanbul Sözleşmesi partner şiddetini tanımlamak için bırakın evli olmayı, aynı evde yaşamayı veya partnerin karşı cinsten olması koşulunu dahi aramıyor.

MEYDAN

Avukat Hatice Demir: “Sözleşme cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımı açıkça yasaklıyor”

Editörlüğünü Tuğçe Yılmaz‘ın yaptığı 5Harfliler İstanbul Sözleşmesi Dosyası kadına yönelik şiddetle mücadelede İstanbul Sözleşmesinin önemini ve sözleşmeden çekilme tartışmalarının kadınlar için anlamını araştırmakta, yazı ve röportajlarla konunun uzmanı feministlere ses ve kulak vermektedir. 

 

 

Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD) Hukuk Danışmanı Avukat Hatice Demir, İstanbul Sözleşmesi’nin toplumsal cinsiyete dayalı şiddete maruz kalan kişiler arasında ayrım yapmadığını söyleyerek “İstanbul Sözleşmesi kadınlar, Lgbti+’lar ve çocuklar için tek koruma mekanizması değildir, ancak çok büyük bir kazanımdır. Tam da bu nedenle bir adım bile geri atmadan İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkıyoruz,” diyor.

 

Tartışmanın kilit noktalarından biri haline gelen ve çoğu zaman isimleri dahi geçmeyen Lgbti+’lar İstanbul Sözleşmesi tarafından korumaya alınan gruplardan. Sözleşme, taraf devletlerin tüm cinsel kimlik ve yönelimlerin şiddetten korunması sorumluluğunu almasını beklerken, Sözleşme’ye karşı cinsiyetçi, homofobik, transfobik çağrılar üretilmeye devam ediyor. İstanbul Sözleşmesi’ne “aileyi bölüyor”, “boşanmayı kolaylaştırıyor” diye itiraz eden kesim, sözleşmede yer alan “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” ibareleri nedeniyle Lgbti+’ları kapsayan maddelere de itiraz ederek, Lgbti+’ları hedef göstererek kriminalize etmeye çalışıyor.

 

Kadınlara yönelik şiddetle ve cinsel kimlik, cinsel yönelim temelli ayrımcılık ile mücadelede bir kılavuz olan; aile yapısını bozduğu, toplumu cinsiyetsizleştirdiği gibi iddialarla sosyal medyada ve bazı yayın organlarında hedefe konulan İstanbul Sözleşmesi, Lgbti+ hakları konusunda taraf devletlere nasıl sorumluluklar getiriyor? Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD) Hukuk Danışmanı Avukat Hatice Demir ile konuştuk.

 

İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik “aileyi bölüyor”, “boşanmaları arttırıyor” gibi söylem ve ithamlar Sözleşme’nin evli kadınları koruduğunu açıkça gösteriyor. Peki Sözleşme evli olmayan kadınları nasıl koruyor?

 

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Sözleşme zaten kadınları evli ve evli olmayanlar olarak ayırmıyor. Esasında sözleşme “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”e karşı devletlere birtakım yükümlülükler yüklediği için, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin mağduru olan ve bu vakalar sonucu hayatta kalan herkesi koruması kapsamına alıyor. Sözleşme, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin tanımını da 3/C maddesinde Herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler,” olarak yapıyor. Bu tanım, toplum içerisinde cinsiyetlere özgülenen rollere bürünmeyen; örneğin yemek yapmadığı, çocuk yapmayı reddettiği, çalışmakta ısrar ettiği, evlenmemekte direttiği, namus kavramını tersyüz ettiği, hemcinsleriyle birlikte olduğu ve seks işçiliği yaptığı için şiddet gören –başta kadınlar olmak üzere– herkesi kapsıyor.

 

Sorunuzun cevabı sözleşmede yine tanımlar kısmında “Aile içi şiddet; eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgâhı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır,” denilerek belirtiliyor. Dolayısıyla sözleşme sadece resmi nikâhlı kişiler arasındaki değil, partnerler arasındaki şiddetin de önlenmesini kapsıyor.

 

Partner şiddetinin Sözleşme’deki kapsamı nedir? Örneğin aynı evde yaşadığımız kişiyi evden uzaklaştırmamızı kolaylaştırıyor mu Sözleşme?

 

Sözleşme temel olarak imzacı devletlere, toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti önle, kişileri bu tür şiddetten koru, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet eylemlerini etkin biçimde soruştur, kovuştur ve hayatta kalanlara destek mekanizmaları oluştur, diyor. Ayrıca toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi için politika üretirken devletlerin hangi başlıklara özellikle dikkat etmesi gerektiğini belirtiyor.

 

Sözleşmenin lafzı ve ruhundan, partner şiddetinin evlilik bağından bağımsız olarak birlikte olunan kişiler tarafından maruz kalınan şiddet olduğu anlaşılıyor. Sözleşme partner şiddetini tanımlamak için bırakın evli olmayı şart koşmasını, aynı evde yaşamayı veya partnerin karşı cinsten olması koşulunu dahi aramıyor. Zaten sözleşmenin kullanmayı tercih ettiği kelimelerden de bu anlaşılıyor. Örneğin eş/koca demiyor da partner diyor.

 

Evden uzaklaştırma ile ilgili olarak ise, yetkili makamlara, 52. Madde’de “Ani tehlike durumlarında, aile içi şiddet faillerinin, mağdurun veya risk altındaki şahsın ikametgâhını yeterli bir süre için terk etme emri verme ve faillerin mağdurun veya risk altındaki şahsın ikametgâhına girmesini veya mağdurla veya risk altındaki şahısla temas etmesini yasaklama yetkisi verilmesini temin edecek yasal veya diğer tedbirleri alma” yükümlülüğü koyuyor. Bu yükümlülük ayrıca iç hukukumuzdaki 6284 sayılı kanunla da uygulanıyor.

 

Sözleşme’den geri çekilmesine bahane olarak sunulan “cinsel yönelim” ibaresi ve Lgbti+’ların hakları nasıl geçiyor ya da geçiyor mu?

 

Sözleşmede cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği, sözleşmenin “Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması” başlıklı 4. Maddesinin 3. Fıkrasında geçiyor: “Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hâl, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.”

 

Görüldüğü üzere, sözleşme “Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten koruduğun kişiler arasında ayrım yapamazsın,” diyor. Ve Lgbti+’lar da bu şiddetin en çok hedefi olan gruplardan olduğu için, Sözleşme mağdurları korurken cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımı açıkça yasaklıyor. Sözleşmede açıkça cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği geçmeseydi dahi, sözleşmedeki tanım gereği Lgbti+’ların koruma kapsamında olacağı muhakkaktı. Zira hepimizin bildiği üzere toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşısındaki en dezavantajlı gruplardan biri Lgbti+’lar.

 

Yine sözleşmenin açıklayıcı kitapçığının 87. Paragrafında sözleşmenin amacı kapsamında, savunmasız durumda olan kişiler arasında Lgbti+’ları da saydığı açıkça belirtilmektedir. Maddede, savunmasız durumda olarak sayılanların failler tarafından özellikle hedef olarak seçildiği de vurgulanmaktadır: “Madde 4, paragraf 3’te belirtilen ayrımcılık yasağına ek olarak bu paragraf, alınan önlemlerin güç durumdaki kişilerin ihtiyaçlarının özel olarak gözetilmesini sağlamak üzere pozitif girişimlerde bulunulmasını öngörmektedir. Çünkü failler, durumları nedeniyle kendilerini yeterince savunamayacaklarını, kovuşturma ve tazminat talebinde bulunamayacaklarını bildikleri bu kişileri özel olarak hedef seçmektedir. Bu Sözleşme’nin amacı açısından, belirli nedenler dolayısıyla güç duruma gelen kişiler arasında şunlar da yer almaktadır: Hamile kadınlar, küçük çocuğu olanlar, zihinsel ve bilişsel sorunları olanlar dâhil engelliler, kırsal kesimde ve ücra yerlerde yaşayanlar, madde bağımlıları, fuhuş yapanlar, ulusal veya etnik azınlık mensupları, belgeleri olmayanlar ve sığınmacılar dâhil olmak üzere göçmenler, geyler, lezbiyenler, biseksüeller ve transeksüeller, HIV ile yaşayanlar, evsizler, çocuklar ve yaşlılar.”

 

 

Sözleşme Lgbti+’lar için nasıl bir koruma sağlıyor?

 

Sözleşme Lgbti+’lar için spesifik bir koruma sağlamaktan ziyade, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten –ayrım yapılmaksızın– tüm mağdurların korunmasını hedeflediği için, Lgbti+’lar da sözleşmenin koruma şemsiyenin altına giriyorlar. Bu sözleşmenin Lgbti+’larla sıklıkla anılmasının sebebi, toplumsal cinsiyeti merkeze alan ilk ve tek sözleşme olması ve toplumsal cinsiyetin tanımında açıkça kadınlara ve erkeklere biçilen rollere uyum sağlamayanların korunması gerektiğini vurgulaması.

 

Sözleşme bir kimsenin lezbiyen olması sebebiyle ailesinden şiddet görmesinin engellenmesini, seks işçilerine dönük suçlarda “Fuhuş yapıyordu/Ahlâksızdı” mazeretinin cezada indirim sebebi sayılmamasını, trans cinayetlerinde “Kadın sandım, erkek çıktı o yüzden öldürdüm,” savunmalarının dikkate alınmamasını, Ahmet Yıldız, Roşin Çiçek davaları gibi eşcinsel olduğu için ailesi tarafından öldürülen kişilerin davalarının etkin soruşturulmasını ve “Eşcinseldi, adımızı kirletiyordu, bizi rezil ediyordu, namus için öldürdük,” savunmalarının ceza miktarını düşürmemesi gerektiğini söylüyor. Koparılan kıyametin temel sebebi de bu.

 

Yoksa herkes çok iyi biliyor ki Sözleşme, kimseyi eşcinselliğe özendirmiyor. Bunun sebebi sözleşmenin eksik veya hatalı olması değil, eşcinselliğin bir özenilme hâli olmaması. Eşcinsellik bir özenilme hâli olmadığı gibi bir hastalık ya da suç da değil. Sözleşme imzacı devletlere “Sen kimsenin eşcinsel diye, biseksüel diye, trans diye, kadınlık/erkeklik rollerine uymuyor diye şiddete maruz bırakılmasına sessiz kalamazsın. Bunu önlemek ve kişileri bundan korumak için politika geliştirmek zorundasın,” diyor.

 

Sözleşme’nin Lgbti+’ları nasıl koruduğunu dair verebileceğiniz somut bir örnek, kamuoyuna yansıyan bir dava var mı?

 

Buna dair verebileceğim en somut örnek, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun sayesinde Lgbti+’ların da maruz kaldığı partner şiddeti ya da (kimden gelirse gelsin) ısrarlı takip durumlarında koruma tedbirlerine başvurup sonuç alabilmemiz. Yakın zamanda sonuç aldığımız bir dosyadan söz edeyim: Lezbiyen bir kadın, uzun süredir iş ortaklığı da yaptığı partneri tarafından, yakın zaman önce kendi işini kurmak için ortaklıklarını bitirmek isterken psikolojik ve ekonomik şiddete maruz bırakılıyor. Şiddet uygulayan tarafından, ortaklılarını feshederken payını karşılıksız şekilde kendisine bırakmazsa ailesine lezbiyen olduğunu söylemekle tehdit ediliyor. Kadın, statüsünün ailesine bildirilmesi halinde başına geleceklerden tedirgin oluyor haliyle. Bütün uyarılarına rağmen bir sonuç alamıyor ve nihayetinde biz İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanuna dayanarak failin şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması, müvekkilin bulunduğu yerlere ve işyerine yaklaşmaması, iletişim araçlarıyla veya sair surette müvekkili ve aile bireylerini rahatsız etmemesi yönünde koruma kararı çıkarıyoruz.

Bunun İstanbul Sözleşmesi’yle ne alakası var diye düşünenler için açıklayayım; bir kadın lezbiyen olması sebebiyle, yani esasen toplumsal olarak kadınlara biçilen rollere uymadığı için tehdit alıyor ve şantaja maruz kalıyor. Bu tehditlerin gerçekleşmesi durumunda bu kadın ailesi tarafından şiddet görebilir ve hatta öldürülebilir. İstanbul Sözleşmesi hem bu tehditlere karşı kadının korunmasını hem de tehditlerinin gerçekleşmesi halinde kadının korunmasını devlete şart koşuyor. Karşı çıktıkları, özendirme dedikleri şey bu.

 

Türkiye Sözleşme’den geri çekildiğinde kadınları ve Lgbti+’ları, öncelikle şiddet konusunda, yasal olarak hangi zorluklar bekliyor?

 

Elbette kadınları ve Lgbti+’ları koruyan tek mevzuat İstanbul Sözleşmesi değil. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Anayasa, 6284 sayılı Kanun, Türk Ceza Kanunu (TCK) gibi birçok sözleşme ve kanun var. Fakat bizler Sözleşme’den çekilme talebinin bir adım olduğunun farkındayız. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten mağdurların korunmasını hedefleyen; bu konuda politika üretilmesini, alanda çalışan Sivil Toplum Örgütleriyle birlikte adımlar atılmasını şart koşan bir sözleşmeden neden çekilinir? Hele de bu tartışma bu kadar “ailenin dağılması, eşcinselliğin meşrulaştırılması” gibi manipülatif ve tamamen spekülasyona dayalı şekilde yürürken? Sözleşmeden çekilinmesi halinde bütün kazanımların tek tek tırpalanacağını görmek zor değil.

 

Sözleşme karşıtlarının birleştiği noktalara bakınca kadınların nafaka haklarının ellerinden alınması, şiddet uygulayanın evden uzaklaştırılmasının engellenmesi, Lgbti+ derneklerinin kapatılması gibi taleplerde birleştiklerini görüyoruz. Hatırlatmak isterim, bu ülkede Lgbti+’lar doğrudan devlet eliyle kriminalize ediliyor ve marjinalleştiriliyorlar. Sözleşme devlete tam aksi yönde sorumluluk yüklerken, devlet yetkilileri televizyonlarda Lgbti+’ları hedef alan açıklamalar yapıyorlar. Derneğimiz SPoD’un Pandemi Raporu’nda da açıkça görüleceği üzere, danışma hattımızda Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın açıklamasını izleyen son 45 günde cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli ayrımcılık ve şiddet konulu başvurularda %100 artış görülmüştür.[1] Raporda da belirttiğimiz üzere nefret söylemlerinin ardından şiddet vakalarının da arttığı bu süreç, Lgbti+’ların giderek daha güvensiz hissetmesine neden olmuştur. İstanbul Sözleşmesi tam anlamıyla uygulanmasa da var olmasına rağmen karşılaştığımız tablo buysa, sözleşmeden çekilme sonrası bizi daha iyi bir geleceğin beklemediği açık. Yine de belirtmek gerekir ki, her ne olursa olsun Lgbti+’lar hakları için mücadele etmeye devam edeceklerdir.

 

İstanbul Sözleşmesi kadınlar, Lgbti+’lar ve çocuklar için tek koruma mekanizması değildir; ancak çok büyük bir kazanımdır. Tam da bu nedenle bir adım bile geri atmadan İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkıyoruz.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ENGLISH

YLawyer Hatice Demir: “The Convention explicitly bans discrimination based on sexual orientation and gender identity”
Lawyer Hatice Demir: “The Convention explicitly bans discrimination based on sexual orientation and gender identity”

Thanks to the Istanbul Convention, in the event of a partner violation or persistent pursuit against LGBTQ+ individuals, we can get results when we apply for restraining or protection orders.

Bir de bunlar var

İranlılar Onurla, Korkmadan Yaşamak İstiyor
Sally Rooney’den Filistin halkının talep ettiği boykota destek
Onur haftasında bir ilk: İnterseks paneli

Pin It on Pinterest