Geçtiğimiz yazın Ağustos ayını, sıcak havanın yaylalar ve dar sokakları saran taş evler hariç şehrin her karesini kavurduğu Hatay’da geçirdim. Bundan aylar öncesinde, Karakutu Derneği’nin 2018’de kanserden hayatını kaybeden avukat ve kadın hakları aktivisti Nurcan Z. Çarıkçı Engizek’i anmak ve bu doğrultuda genç kadın araştırmacıların projelerini desteklemek amacıyla sağlamaya başladığı Nurcan Z. Çarıkçı Engizek Genç Kadın Fonu’na, arkadaşım Kardelen Erkmen’in önerisiyle başvurmuş ve fonu almaya hak kazanmıştık. Projemiz Hatay’daki kadın kooperatiflerini araştırmak, tanımak ve bu konuyu tartışmaya açmak üzerineydi ve malum Ağustos ayı, yoğun bir fiziksel karşılaşmanın yaşandığı bir saha çalışmasına ayrılmıştı. Projenin devam ettiği Şubat-Aralık 2021 arasında neler yaşandı diye şöyle bir geri çekilip baktığımda sizlerle paylaşmak istediğim epey bir şey olduğunu fark ettim sevgili 5Harfliler ve bir yazı serisi fikri çıktı buradan.
Proje konusunun seçimi, Kardelen’in hafıza, benimse toplumsal cinsiyet alanında yaptığımız çalışmaları kesişimsel bir araştırmayla buluşturma gayretinden doğdu. Hatay’ın gerek ülkenin kolektif bilincinde gerekse şehrin gündelik yaşamında yer etmiş çok kültürlülüğü ve “medeniyetler mozaiği” olma gururu, dışarıdan bakanlarda, botanik, gastronomik, kültürel, etnik ve dini anlamlarda yaşatıla(maya)n ve aktarıla(maya)n mirasına ilişkin bir ilgi uyandırabiliyor. İnşa edilen bu kültür ve medeniyetlerin parlayan yüzünde çoğunlukla erkekler olsa da kadınların bir araya gelerek kurduğu kimi yapılar, şekillenen bu kültürel hafızayı ve kentsel dokuyu yoğurarak yeniden üretebiliyor da. Hatay’da epey aktif, kuvvetli ve sayıca fazla olan kadın kooperatifleri de bu yapılardan biri.
Sahada bu kooperatiflerin birçoğu ile bizzat tanışma fırsatımız oldu; hikâyelerini dinledik, üretim süreçlerine tanıklık ettik. Kimileriyle birkaç gün, kimileriyle birkaç saat geçirebildik ancak bu buluşmalar, bana birbirimizi çok uzun zamandır tanıyormuşuz gibi hissettirdi ve ilk kez gittiğim Hatay’ı, belki sıradan bir gezi dahilinde asla deneyimleyemeyeceğim bir şekilde tanımama vesile oldu. Tanıştığımız her herkese çok minnettarım.
Kadın kooperatifleri şüphesiz, kentle özleşen bilgi ve pratiklerin çoğaltılmasına, özellikle kırsaldaki kadınların sosyoekonomik kalkınmasına, dayanışma ve mücadele anlayışlarının sağlamlaşmasına yardımcı olacak bir zemin sağlıyor. Bu anlamda “(d)aha çok elit ve orta sınıf kadın bakış açısının hakim olduğu kadın hareketinde ‘öteki’ kadınlar için bir niş yaratıyorlar.” [1] Kadınlar kendi bilgileriyle, kendi söylemleriyle, kendi gündemlerini oluşturuyorlar. Peki öyleyse Hatay’daki kadın kooperatiflerinin gündeminde neler var? Bu kooperatifler neler söylüyor, neler biliyorlar? Kolektif yapılarıyla bu kooperatifler, politik kararlardan, güç ilişkilerinden, yetki-otorite belirsizliğinden, ekonomik kaygılardan ve kırsala özgü fırsatlarla güçlüklerden bağımsızlar mı? Ne tür üretim ve ortaklık stratejileri geliştiriyorlar?
Bu sorulara net bir cevap önermekten ziyade sürece dair gözlemlerimi paylaşmayı deneyeceğim bu yazı serisine, kooperatifleri oluşturan kişiler ve ortaklardan söz ederek başlayacağım.
Kooperatifler, ICA – Uluslararası Kooperatifler Birliği’ne göre –ki bu tanım Ticaret Bakanlığı tarafından da kullanılıyor- “müşterek sahip olunan ve demokratik olarak kontrol edilen bir işletme yoluyla, ortak ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını ve arzularını karşılamak için gönüllü olarak bir araya gelmiş kişilerin özerk birliği” olarak tanımlanıyor. Türkiye’de kooperatifler, 1969’da yürürlüğe giren ve halen de geçerli olan Kooperatifler Kanunu’na göre düzenleniyor. Kadın kooperatiflerininse resmi bir tanımı yok, Simurg – Kadın Kooperatifleri Birliği tarafından “ihtiyaçları ve öncelikleri temelinde hizmet geliştirmek üzere yerel kadın grupları tarafından oluşturan yapılar” şeklinde tanımlanıyor.
Türkiye’de kadın kooperatifleri, yasal statü ve yükümlülükler bakımından diğer kooperatiflerden farklı değil, dolayısıyla Kooperatifler Kanunu’na tabi olarak kuruluyor ve işliyorlar. Bunun anlamına daha sonra değineceğim. Ancak Ticaret Bakanlığı’nın Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planı (2012-2016) kapsamında desteklediği kadın girişimciliği ve hazırladığı Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi Anasözleşmesi, kadın kooperatiflerini yukarıdaki ilk tanımdan birazcık farklı bir çerçeveye yerleştiriyor. Bundan kasıt şu: Hükümetin ve aynı zamanda çeşitli kurum, kuruluş ve örgütlerin gündeme getirdiği, ilgi gösterdiği ve teşvik ettiği kadın girişimciliği, kadın kooperatiflerini öz-örgütlenme esasından ziyade teşvik temelinde kurulan yapılar olarak şekillendirebiliyor zaman zaman. Bu da kadın kooperatiflerinin işleyiş ve özellik bakımından birbirinden farklı beklentilere ve yaklaşımlara sahip olmalarıyla sonuçlanıyor.
Hatay’ın neredeyse her ilçesinde bir kadın kooperatifi var. Şehrin kuzeyinden başlayarak sayacak olursak Erzin ve Dörtyol’da, İskenderun ve Arsuz’da, Hassa ve Kırıkhan’da, Antakya ve Defne’de, Samandağ ve Vakıflı’da, Altınözü ve Yayladağı’nda kadınların işlettiği kooperatifler mevcut. Şehrin yüzölçümü olarak görece büyük olması coğrafi olarak birbirine yakın konumlanan kooperatifler arasındaki diyaloğu arttırırken şehrin tarihi ve turistik merkezi sayılan Antakya’dan uzak kalan kooperatiflerde bir tür kopukluk hissi yaratabiliyor. Bu bakımdan, Antakya ve çevresindeki kooperatiflerin kendilerini Hataylı olmaktan çok Antakyalı olarak tanımladıklarını gözlemlemek mümkün. [2]
Amanos Dağları’nın yalnızca coğrafi olarak değil, aynı zamanda sosyal olarak da adeta bölgelere ayırdığı şehrin özellikle kültürel ve etnik anlamdaki heterojen ve parçalı yapısı kadın kooperatifleri özelinde de hissediliyor. Kadın kooperatifleri her ne kadar herhangi bir kimlik belirtecine yönelik ayrımcılık yapmadan kadınlara ulaşmaya çalışıyorsalar da kooperatifler, çoğunlukla benzer dil, etnik köken ve sosyal ortamdan kadınların birliğiyle kurulup büyüyor. Bu da şüphesiz kooperatiflerin kuruldukları ilçenin sosyopolitik yapısıyla ilişkili. Örneğin, 2012 yılında Antakya’dan ayrılarak ilçe yapılan Defne, sakinlerinin muhalif görüşlü kişilerden oluşmasıyla biliniyor. Öyle ki, AKP’nin en az oy aldığı mahallelerden oluşan Defne ilçesi, 2017’deki anayasa değişikliği referandumunda “hayır” rekortmeni olarak kayıtlara geçiyor. Bir başka örnek: Antakya, Samandağ ve Vakıflı, Arap, Ermeni ve Türk veya Alevi, Hristiyan ve Sünni kimliklerin çeşitlilik anlamında baskın olduğu kooperatiflerken Erzin ve Dörtyol’da bu bakımdan daha tek tip profillerin öne çıktığı kooperatifler olduğu göze çarpıyor. (Ayrımcılık meselesinden bahsetmişken bir parantez açıp, bütün şehirde Afgan ve Suriyeli mültecilere karşı çekimser bir tutum olduğunu da belirtmek gerek, kooperatiflerin ulaştıkları kadınlar bu anlamda şehrin/ilçenin “yerlisi” sayılan kişilerden oluşuyor çoğunlukla.)
Bu kadın kooperatiflerinin bazıları yerel yönetimlerin teşviki ya da ortaklığıyla kurulan kooperatiflerken diğerleri kadınların kendi örgütlenmeleriyle kurulmuş kooperatifler olabiliyor. Çoğunlukla orta yaşlı, eviçi emekleri görünmezleştirilmiş kadınların güç birliğinden doğan kooperatiflerin kuruluş hikâyelerinde şöyle bir ortaklık var: Kadınlar evde veya katıldıkları eğitimlerde herhangi bir maddi beklenti olmaksızın ürettikleri ürünleri kooperatifin kendilerine sağlayabileceği pazar aracılığıyla satabilmek, kendilerine ve çevrelerindeki kadınlara ekonomik ve sosyal bir özgürleşme alanı yaratabilmek istiyorlar. Bu talep, aileiçi ilişkiler özelinde çoğunlukla olumlu karşılanıyor. Bunun birkaç sebebi var. İlki kadın kadına çalışacak olmanın eşler nezdinde “kabul” görmesiyle alakalı. Eşlerin onayı, kadınların karar mekanizmalarını şekillendiren birincil kriter olmasa bile önemli bir rol oynayabiliyor. Aynı çerçevede, kooperatifin sıradan bir tam zamanlı işe göre daha esnek çalışma koşullarına müsaade etmesi, eviçi sorumluluklar ile kooperatifiçi sorumlulukları eşzamanlı olarak yürütmeye yaradığından, kimi kişiler tarafından daha tercih edilen bir düzen sağlayabiliyor. Son olarak, Hatay’ın özellikle Antakya, Samandağ ve İskenderun ilçelerinden Orta Doğu (yoğunlukla Suudi Arabistan) ve Kuzey Afrika ülkelerine doğru gerçekleşen erkek işgücü göçü, kadınların kooperatifle kurduğu ilişkide belirleyici olabiliyor. Kadınlar, eşlerinin yokluğunda ev geçimini ve diğer aile bireylerinin bakımını sağlamak konusunda daha fazla sorumluluk üstlenebiliyor ve kooperatife katılmak, sosyoekonomik anlamda bir kolaylaştırıcı olabiliyor. Yine aynı çerçevede kimi kadınlar, kooperatifin ilçelerine önemli bir istihdam sağlayacağını, ekonomik olarak canlılık kazandıracağını, kadınları sosyoekonomik olarak güçlendireceğini ve böylece, erkeklere (bu durumda babalar, eşler, erkek kardeşler ve benzerine) göç etmek dışında farklı alternatifler yaratabileceğini düşünüyor.
Saydığım motivasyonlara ve benzerlerine sahip bir grup kadın bir araya geldiğinde/buluşturulduğunda kooperatif kuruluyor. İmzaları atmak işin en kolay kısmı; asıl iş kooperatifçiliği anlamak, kooperatifi işletmek ve sürdürülebilir bir düzen oturtmakta. Kooperatifçilikte az çok deneyimli birçok kadın şunu söylüyor: “Bu kadar zor olacağını öngörmemiştik.” Nitekim öncesinde altyapı kurmadan, hazırlık çalışmaları ve planlar yapmadan, mevzuata hakim olmadan kooperatif kuran kadınlar, akabinde çeşitli güçlüklerle karşılaşabiliyorlar.
En az yedi kadın anasözleşmeye imzayı atarak ortak oluyor ve kooperatifi kuruyor. Fakat, kooperatif üretim ve ürün temini, işleme, paketleme, pazarlama, muhasebe gibi çok farklı alanlarda faaliyet gösterirken istihdam anlamında genelde yediden fazla insanın hayatına dokunuyor. Gıda ağırlıklı faaliyet gösteren bir kooperatif için bu insanlar kendisinden ürün temin edilen çiftçi kadınlar olabiliyor mesela. Peki kooperatifle dolaylı ya da direkt olarak ilişkilenen bu faydalanıcılar, kooperatife ortak oluyorlar mı? Ortak olmak ya da olmamak, kooperatifle bir bağı olan kadınlar için ne anlama geliyor?
“Türkiye’de Kadın Kooperatiflerinin Mevcut Durumu” raporu kapsamında şöyle bir ayrım yapılmış: “Ortak, kadın kooperatifinde pay sahibi, resmen ortak olmuş kadın anlamına gelmektedir. Yararlanıcı ise kadın kooperatifine ortak olmadan faaliyetlerine aktif şekilde katılan ve/veya kadın kooperatifinin çeşitli hizmetlerinden yararlanan kadındır.” Öte yandan, bu ayrım sahada zaman zaman kafa karıştırıcı olabiliyor. Zira Hatay’daki her kadın kooperatifinin ortaklığa atfettiği anlam, ortaklık için koştuğu şartlar ve ortaklarına sağladığı ayrıcalıklar birbirinden epey farklı olabiliyor.
Kimi kadın kooperatiflerine göre, kooperatife düzenli ve aktif katkısı olan kadınların ortak alınması kooperatifin büyümesi, kadın emeğinin değerlendirilmesi ve haklarının korunması adına vazgeçilmez bir koşul. Bunlar büyük ölçüde, KEIG – Kadın Emeği ve İstihdam Girişimi’nin 2015 yılı araştırma raporunun yaptığı sınıflandırmaya göre “örgütle(n)me yaklaşımını” benimseyen ve çoğunlukla öz-örgütlenme esasına göre kurulmuş kadın kooperatifleri. Yani, “aşağıdan yukarıya” bir yapılanma söz konusu. Temel hedefin yerel düzeyde kadınların sosyoekonomik olarak güçlenmesini ve hizmetlere erişimini sağlamak olduğu bu kooperatiflerin sosyal amaçları, ekonomik amaçlarının önünde. Bu bakımdan kooperatif, ortakları ve faydalanıcılarına her zaman büyük gelir getiren faaliyetler sağlayamıyor. Ortaklar, faydalanıcılardan farklı olarak yıl sonunda gelir-gider farkı dağılımı yapılıyorsa bundan faydalanabiliyor, sermayede hakkı olduğu için olası bir ayrılık sürecinde kendi payına düşeni alabiliyor ve sosyal olarak normal şartlarda erişemeyebilecekleri çevrelerin, eğitimlerin ve fuarların bir parçası olabiliyor, farklı beceriler kazanabiliyorlar. Kooperatif ise bütün ortakların sağladığı güçbirliğinden destek alarak daha çok kadınla bağ kurmaya çalışıyor.
Öte yandan, ortaklık anlamında eşitlikçi ve hiyerarşisiz bir kooperatifçilik tahayyül eden bu model, sosyal ve ekonomik gerçeklikler çerçevesinde yer yer güçsüz kalabiliyor. Örneğin, kooperatif bünyesindeki ortak kadınlar, çalışma koşullarından veya gelir azlığından şikayet edebiliyor ya da belli bir güç elde ettikten sonra bireysel girişimciliği kooperatifçiliğe tercih edecek hale gelebiliyorlar. Nitekim yalnızca çalıştıkları saatler kadar ödeme yapılan kadınlar bazen, düzenli gelir getirecek aktiviteleri esnek emek tarzına tercih edebiliyorlar. Benzer şekilde, ilçe merkezlerinde bulunan kooperatif tesisine kolay erişimi olmayan köylü kadınlar, ortak olmalarına karşın evlerinden çalışıyorlar. Bu da ortaklığın belirsizleşen işlevini sorgulamalarına sebep olabiliyor. Kooperatifiçi ilişkiler de bu sorgulamalara bağlı olarak yıpranabiliyor.
Bazı kadın kooperatifleri, ortak olmanın otomatik olarak kadına haklarını ve emeğini teslim etmeyebileceği görüşünde. Aksine, istihdama ve işlemeye hazır bir altyapının oluşturulmasının ortaklıktan önce geldiğini düşünüyorlar. Buna göre, hazır bir temel olmadığında ortaklar ile ortak olmayanlar arasında bir fark kalmıyor, çünkü statüsünden bağımsız olarak kooperatife emek eden her kişi saatlik olarak ödenmiş oluyor. Bu kooperatifler, bahsettiğim rapora göre “verimlilik yaklaşımı” ya da “istihdam yaklaşımını” benimseyen kooperatifler. Çoğunlukla ortaklık payı ya da yerel yönetim teşviki ile kurulan bu kooperatifler, kadınlara düzenli ve sürekli istihdam sağlama hedefini, piyasanın talepleriyle buluşturarak işliyor. Bu bakımdan fason çalışma önplana çıkıyor ve ekonomik amaçlar, çoğunlukla sosyal amaçlardan önce geliyor. Geniş bir faydalanıcı kitlesinin olduğu bu kooperatifler, kadınlara çeşitli mesleki eğitimler, iş-ürün geliştirme eğitimleri ve çeşitli sosyalleşme faaliyetleri de sağlıyor.
Bu model, her ne kadar farklı kadın gruplarının hayatına dokunabilse de kendi içinde demokratik ve yatay bir yapı olmaktan uzaklaşabiliyor. Zira, talep edilen ortaklık payını karşılayacak gücü olmayan kadınlar için ortaklık, kooperatifçiliğe dair daha en başından caydırıcı bir koşula ya da ancak çeşitli şartlarda aşılabilecek bir engele dönüşebiliyor. Yani, kooperatifi kuran kadınlar yönetici/sermaye sahibi, diğerleri ise çalışan/faydalanıcı pozisyonuna atanmış oluyorlar ve kooperatifçilik anlayışı sorunsallaşıyor. Bu da kısa zamanda hiyerarşik bir yapılanmayı ve alt/üst ilişkilerini doğurma potansiyelini barındırıyor.
Bu durum, beni serinin bir sonraki yazısında daha çok tartışmayı deneyeceğim meseleye götürüyor: Kooperatiflerin kuruluşu sırasında ortaklık payıyla sağlanan sermaye ve kooperatif dışından gelen destekler, iç-dış güç ilişkilerinin belirlenmesinde ne tür rol oynuyor?
Sonraki yazıda görüşmek üzere!
[1] İlknur Üstün (2016). “Şengül Akçar ile Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı ve Kadın Kooperatifleri üzerine söyleşi: ‘Sade ve sessiz kadınlarına kendi adlarına konuşabilmeleri için…’” Birikim | Sayı 321
[2] Bu konuya yönelik güzel bir okuma için yayın hayatına yeni başlayan Nehna’nın şu yazısına danışılabilir: Emre Can Dağlıoğlu, “Hatay ne demek?”, 27 Ekim 2021, Nehna.
Kaynaklar:
Duguid, F., Durutaş, G., Wodzicki, M. (2015). Türkiye’de Kadın Kooperatifleri’nin Mevcut Durumu. Dünya Bankası.
KEİG (Kadın Emeği ve İstihdam Girişimi), Kadın Kooperatifleri Kılavuzu, KEİG Yayınları Dizisi, 2018, İstanbul, URL:
KEİG (Kadın Emeği ve İstihdam Girişimi), Türkiye’de Kadın Kooperatifleşmesi: Eğilimler ve İdeal Tipler, KEİG Yayınları Dizisi: Araştırma Raporu, Ekim 2015, İstanbul.
Kapak görseli: Defne Kadın Kooperatifi, Defne dalı ve meyvesi