Nisha Susan’ın 4 Nisan 2018’de The Ladies Finger’da yayınlanan “Women Everywhere! We Need to Get Bigger and Fatter Right Now” başlıklı makalesinin çevirisidir.
Size bir dansözün hikayesini anlatayım. Yani ona benzer bir şey. Altmışlarının başında bir kadın uzun yıllardır üyesi olduğu sosyal kulübün geçenlerde bir buluşma ayarladığından bahsetti. Buluşma genelde ergenlerin takıldığı bir kafe-barın bodrumunda düzenlenmiş. Etkinlik başladığında her zamanki gibi bir konuşma yapılmış, sonrasında muhabbete geçilmiş. O anda içeri genç zayıf bir dansöz girmiş. Bana bu olayı anlatan kadın da dahil orada bulunan bütün kadınlar gözlerine inanamamış. Kendisi tutucu biri değil ama yine de kulübün şehrin her yerinde yapılacak olan seçmelerinden hemen önce, böyle bir etkinliğin dansöz gösterisine uygun olmadığını düşünmüş. Kendisinin ve oradaki diğer kadınların rahatsız olduğu her hallerinden belli oluyormuş. Etkinliği düzenleyen kişi çıkagelmiş ve oradaki kadınları azarlamış. Adam, kendisinin ve diğer erkeklerin gayet modern ve çağdaş olduklarını, kadınların da tam tersine eski kafalı olduklarını söylemiş. Daha çok genci kulübe katılmaya teşvik edebilmek için kadınların da erkekleri örnek alıp modernleşmesi gerektiğini söylemiş.
Bana olayı anlatan kadının söylediğine göre, o ve birkaç kadın isyan ederek mekânı terk etmiş. Adamın söylediği şeyler mi daha iğrenç gelmiş, kendini beğenmişliği mi yoksa koridora sarkan koca göbeği mi bilememiş. Ona şöyle sordum: “Sence kendi koca göbeğinin de dansözün düz ve kaslı göbeği kadar güzel olduğunu düşünüyor mudur?” Güldü ve “tabii öyle düşünüyordur,” dedi. Sonra ikimiz de kısa bir sessizliğe gömülüp Hindistanlı erkeklerin kendi göbekleriyle olan ilişkilerini ve Hindistanlı kadınların kendi göbekleriyle ilgili bir o kadar farklı olan ilişkilerini düşündük.
Babamın ve benim nesillerimizdeki erkekler gerçekten de kadınların bedenlerine gayet modern yaklaşıyorlar. Fidan gibi, doğum yaptığı belli olmayan kadınları beğeniyorlar. Yeni eşyalar edinmenin ve zayıf kadınlara hayranlık duymanın onları modernleştirdiğini sanıyorlar. Çocuk yapmış oyuncularla ilgili kötü şeyler söylüyor, otuzlarındaki kadınlara yaşlı diyorlar. Meclis üyesi Renuka Chowdhury, geçen hafta Eyaletler Meclisi’nde veda konuşmasını yaparken, Venkaiah Naidu ve Chowdhury arasında yaşananlar bana hiç yabancı gelmedi. Daha şubat ayında Başbakan Modi Parlamento’da konuşma yaptığı sırada Chowdhury güldüğü için Başbakan tarafından “Surpanaka”ya [Ramayana destanında geçen göbekli, şaşı, seyrek saçlı çirkin bir kadın] benzetilmişti. Olayın yaşandığı sıralarda daha samimi bir ortamda Chowdhury, “o [Naidu] benim zayıf halimi de biliyor. Beyefendi, herkes kilolarımla uğraşıyor ama bu meslekte ağırlığını koyman lazım,” dedi. Naidu’nun cevabı ise, “Sana naçizane tavsiyem, biraz zayıfla ve partiye ağırlık ver,” oldu.
Bu tip ince espriler yabancısı olduğumuz şeyler değil. Çünkü bu tip olaylar ülke sınırlarını aşan “şişman kız refleksi” ile, yani başka biri sizinle ilgili şişman şakası yapmadan önce şakayı kendinizin yapmasıyla başlar. Arnab Goswami 2015 yılında Smriti Irani ile yaptığı bir röportajda Irani’ye insanların kendisini ezmeye çalışıp çalışmadıklarını soruyor. Irani de “Sanmam, ezemeyecekleri kadar şişmanım,” diye cevap veriyor. Bu iki olayda da, umuyorum ki, devreye giren sadece şişman kız refleksi değildi. Her iki kadın da aslında şişman bir kadın olmanın gücünü benimsiyorlardı.
Pek çok kadın gibi ben de hayatımın pek çok döneminde zayıf, pürüzsüz ve güzel olmak istedim. Bu konuda biraz gönülsüzdüm ama bu gönülsüzlüğümün politikayla pek bir alakası yok. Daha çok kıyafetleri katlanmış halde sevmeme rağmen iş onları katlamaya gelince hissettiğim isteksizlik gibi. Bazen kilomdan rahatsız oluyordum, bazen aldırmıyordum, bazen de gerçekten heyecanlanıyordum. Birkaç yıl önce bir gün kafama dank etti. Biraz çaba sarf etsem şimdiki halimden çok daha zayıf olabilirdim, herkes tarafından objektif şekilde ince görülecek kadar ama asla ve asla ufak olamayacaktım. Bütün dünya tarafından zayıflıklarıyla hayranlık toplayan kadınlar varken bu aydınlanmayı yaşamamam mümkün değildi. Ben ufak olmak istiyordum. Oysa bu zamana kadar zayıf olmak istediğimi sanmıştım. Bu aydınlanmayı yaşadığım sıralarda şişman bedenimle olan ilişkim de değişiyordu. Güçlü hissediyordum.
Gerçek hayatta kadınların etkileyici ve yer kaplayan fiziksel varlığına pek rastlanmaz. Güzellik bunu sağlayabilir.
Bir diğer yol ise maceraperest olmaktır. Bilek güreşi, bungee jumping ve motosiklet kullanmak gibi ‘sert’ şeyleri yapmaya açık olmaktır. Bu etkileyici fiziksel varlık dediğimiz şey, Gillian Flynn’in Delikanlı Kız olarak çevirebileceğimiz Cool Girl tiplemesine tekabül edebilir. Ama benim sözünü ettiğim fiziksel varlık daha basit: iri olmak ve yer kaplamak. Erkeklerin kendilerinden önce odaya giren göbekleri gibi, kapıdan kafaları değmeden anca geçebilmeleri gibi ya da koridorda bacaklarını açıp yayılarak oturmaları gibi. Chowdhury “ağırlığını koymak” derken bundan bahsediyordu. Genetik piyangodan biz kadınların çoğuna çıkan bir seçenek değil bu. Kendiliğimizden kapladığımız bir alan olsa da erkekler dünyaya yayıldıkça biz de sıkıştırılıyoruz.
Malayalam dilinde iyi kızları takdir etmek için kullanılan bir söz var: ‘adakkam’ ve ‘othukam’, yani sessiz ve minyon. Alçakgönüllülüğün tuzu biberi. Bu aynı zamanda kısıtlamalarla gelen bir söz. İki yana birleştirilen o zayıf minik omuzlar, nereye konursa konsun düzgün tutulan eller ve gürültü yapamayacak kadar hafif olan sessiz ayaklar. Yıllar önce, sessizlikten ve minyonluktan nasibimi almadığım için ağırlığımı koyabildiğim kısa bir dönem oldu. Ergenliğimin başında erkeklerden daha iriydim, çoğundan da uzundum. Dokuzuncu sınıfta yeni bir okula başladığımda ergenlik ve sosyalleşme yüzünden hafiften sıyırmış olan erkek sınıf arkadaşlarım tarafından şaşkınlıkla karşılanıyordum. Bir keresinde içlerinden biri bana ‘sokakta hanımefendi, yatakta orospu olduğumu söyleyince’ onu duvara yapıştırdım. Öfkeden gözüm hiçbir şeyi görmedi. Arkadaşlarının küçük düşmesi diğer çocukların hoşuna gitmişti. Tezahüratlarını duymazdan gelerek oradan uzaklaştım. Ancak birkaç sene sonra kendimle ilgili ilk şişman şakamı yapabildim. Şakayı yaptığım kişi okulun popüler çocuklarından biriydi.
Sri Lankalı çekici sınıf arkadaşım (kendisi 12. sınıftaki kötü çocukların lideriydi ve uslanmaz bir meraklıydı) aramızda ateşli bir sır varmış gibi, “Nisha, büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye sordu. Ben de “daha da büyümemeyi,” dedim. Güldü, cesaret almıştı. “Bence porno yazarı olacaksın,” dedi. Yarım yamalak gülümseyip arkadaşlarıma döndüm. O lafa diyecek bir şey yoktu. Bende sezdiği bir şeylere karşılık verdiğini de biliyordum ama o zaman bunu söze dökecek bir düşünce dağarcığımız yoktu. İleriki zamanlarda, şişman kızlardan hoşlanan ama modernlikle kafayı bozdukları için hislerini o kızlara açamayan ve bu durumdan utanan çok adam tanıdım. Ama Bay Sri Lanka’yla yaşanan şey bu değildi. Muskat’taki yapay Amerikanvari dünyamızda fazla kilolarımın edepsiz, yasak ve asi potansiyeli taşıdığını daha 17 yaşındayken sezmişti.
Yakın zaman evvel bir adamla flört dönemimiz oldu. Adamda öyle bir yerli ve milli estetik anlayışı vardı ki gözümdeki sürmeye ve darmadağın olmuş sarime bile hayrandı. Ama flört dönemimiz boyunca, sürekli spor salonu üyeliği olan şu solgun, minyon kadınlara olan takıntısının ilerlediğini fark ettim. Bazen aklımızla yüreğimizdeki bir olmaz işte. Bu durum bizi zora sokacaktı elbette. Ayrılacağımız gün yakındı, biliyordum ve o günü ertelemem ancak adamın aradığı bolluğun bende olduğu fikrine direnmeyi unutmasıyla mümkündü.
İp cambazları misali her şeyi boş vererek telefon görüşmelerimizden birinde Kung Fu Panda hakkında konuşmaya başladım. Po’nun kendisini küçük düşürmesinin ve kendini daha fazla yemek için yeterince zorlamıyormuş gibi hissetmesinin çok hoşuma gittiğinden bahsettim. Po’nun şişko kız arkadaşı Mei Mei’nin ne kadar süper olduğunu anlatmaya geçemedim bile. Arkadaşın sesinden huzursuz olduğu belliydi. Po’nun neden Mei Mei’den hoşlandığını anlayamadığını söyledi ve biraz tartıştık. Sonra söylemekten çekindiği o kelimeyi yüksek sesle söyledim. Şişman. “Po’nun şişman olmasını seviyorum,” dedim. İşte o kadar. Romansımızın, krem brülenin kırılgan yüzeyi gibi çatlayıverdiğini neredeyse gerçekten duydum. Yerli ve millici çocuk bana şöyle dedi: “Boş ver bunları! Seni aslında evleneceğimi haber vermek için aramıştım.”
Yetişkinliğimde, iri bir kadın olmanın gücünü hissettiğim birkaç olay oldu. Size bana komik gelen bir tanesini anlatayım. Trenin üst ranzasındaydım. Akşam olduktan sonra 5-6 kişilik neşeli bir erkek grubu da benim kompartımana yerleşti. Hemen ardından şarkı söylemeye başladılar. Sıska bir genç ortadaki ranzaya çıktı, bana bakıp muzip bir sırıtışla şöyle sordu: “Gece uyurken üstüme düşersen ne yapacağız?” Gülümsedim ve şöyle cevap verdim, “Kesin ölürsün. O yüzden annenin adresini ver de ona yazayım.”
Geçen sene okuduğum birkaç haberde Harvey Weinstein’in tacizine uğrayan kadınlar, Weinstein’in şişman bedeninin ağırlığı altında ezildiklerini söylüyorlardı. Şimdi Weinstein ve Gwyneth Paltrow’un Oscar Ödülleri’nde çekilmiş şu ikonik fotoğrafına her baktığımda Paltrow’un zayıflığına ve bu kadar zayıf olmaya gerek duymasına hayret ediyorum. Tamil dilinde öylelerine kuchii, yani çıta diyoruz. Weinstein zaten şişmandı. Şişmanlardan nefret eden dünyanın merkezi olan Hollywood’da bir adam kilosunu süper güç olarak kullanabiliyor. Aynen Hindistan’daki politikacılar gibi. Modi’nin yumuşak dede vücudunu, 142 santimetrelik göğsü varmış gibi lanse edişini düşünün. (En şişkin zamanında Arnold Schwarzenegger’in göğsü bile 147 santimetreydi.) Herhangi bir kadın politikacının espri yapmadan kilosuna dikkat çektiğini ve bu kadarla sıyrılabileceğini hayal etmeye çalışıyorum. Ya da ölçüleri hakkında yalan söyleyip bunun yanına kaldığını.
Şişman olmanın gücünü hissettiğim başka bir olaydan bahsedeyim. Yeni Delhi’de bir sabah arkadaşımla parkta bir saat spor yaptıktan sonra tuktuk[1] beklemeye başladım. Bekledim bekledim, gelmeyince sadece Bangalore’da yeltendiğim bir şey yaptım ve hareket halindeki ama trafikte hızını düşürmüş bir otobüse atladım. 21 yaşındayken DTC (Yeni Delhi Toplu Taşıma) otobüslerine bindiğimde insanların yanaşma çabasından hem psikolojik hem fiziksel olarak acılı ezmeye dönerdim. On yıl sonra, boş koltuk için etrafa bakınırken iyi giyimli iş adamları ve üniversite öğrencilerinin korkulu bakışlarıyla karşılaştım. Yanında boş koltuk olanlar beni savuşturmak için çantalarını hemen boş yerlere koydular. İşte o an onların ne gördüğünü anladım. Şortundan baldırları görünen, beline uzanan saçlarına parkta yuvarlanmaktan çalı çırpı karışmış şişman bir kadın görüyorlardı. Soluk benizlerini görünce ellerimi belime koyup bir kahkaha koyuverdim. Kahkahamı duyunca hepten renkleri attı.
Renuka Chowdhury’nin söylediklerini duyunca şişman bir kadın olmanın gücünü düşündüm yine. Hint mitolojisinde ancak rakşasi yani insan eti ve kanıyla beslenen vampire, dişil şeytan figürü yüksek sesli kahkaha atabilir. Sanskritçede bu kahkahanın özel bir adı var: attahasa. Kelime aynı zamanda tanrıça Şakti’nin bedeninden parçalarının düştüğüne inanılan 51 tapınaktan biri için kullanılıyor. Modi’nin kendini ele verdiği Surpanakha iması buna dayanır işte: esaslı bir attahasa sadece krallar ve caniler içindir.
Bizim yerli ve millici adamın anladığı anlamda değil de, kendimizin yerlisi olabilirsek eğer, şişman bir kadının komik olmak zorunda olmadığını anlarız. Sessiz ve korkutucu olabilir. Kalküta’da ergenlik çağında iki boksörle röportaj yapmıştım. O ufak evde bu iriyarı kızlarla konuşurken, devasa anneleri arkalarındaki yatakta odalık gibi yatıyordu. Yüzünde bir tebessüm, tek kelime etmeden karşıya bakıyordu. Daha sonraları, beni boksör kızlarla tanışmaya götüren arkadaşım ürpererek kadının polis kocasını öldürdüğünü söyledi. Ertesi sabah kızlar Salt Lake’te antrenman yaparken yanlarına gittiğimde, birkaç yetişkin erkek boksör bana kızlardan korktuklarını söylediler. Kızlar annelerinden çok gülümsüyordu ama o kadar da çok değil. Haryana’dan Kerala’ya, Batı Bengal’den Manipur’a kadın boksörlerin pek gülümsememesi bana onlarla ilgili çekici gelen şeylerden biriydi. Onlarda Jayalalithaa’nın tekinsiz sakinliği vardı. Jayalalithaa tek bir tepsi darbesiyle tüm şişman şakalarının hakkından gelebilirdi. Bu kızlar sevdiğim anti-şakalardaki filler gibi kendilerini küçücük kutulara sıkıştırmaya çalışmıyorlardı. (Örneğin: Buzdolabında fil olduğunu nereden anlarsın? Tereyağında ayak izi kalmıştır.)
Bayanlar, anatomi bizim kaderimiz. O zaman kaderimizi değiştirelim. Kendimizi origami bebekleri gibi eğip bükmeyi bırakalım ve bir şeyler yiyelim. Yiyelim, içelim, bir güzel şişmanlayalım. Gülelim. Bırakın göbeklerimiz bizden önde yürüsün. Bırakın yuvarlak, ciddi yüzlerimize gömülü siyah gözlerimiz erkeklere korku salsın: daha önce adam öldürdüğümüzü ve bir daha öldürmekten çekinmeyeceğimizi bilsinler.
Yazdıklarımı okuyan bazı insanların iyi niyetle gülerek içlerinden, “Nisha, iyi komiksin kızım da, biraz gerçekçi olman lazım,” dediklerini biliyorum. Ben de onlara, “asıl sen gerçekçi ol,” diyorum. Ben daha da şişmanlayacağım.
Internetin adsız kahramanlarından birinin dediği gibi: pasta yiyin. Size laf eden olursa onları da yiyin.
[1] Bangladeş, Malezya ve Hindistan gibi ülkelerde yolcu taşımakta kullanılan üç tekerlekli motorlu bisiklet.
Ana görsel: Fernando Botero, Üç Hanımefendi.