Çeviri işi kanımca yeryüzündeki en zor işlerden biri. Çevirmenlere büyük hayranlık duyuyorum. Ben ne zaman kalkışsam, büyük, kalın, aşılmaz bir duvardan geri sekiyorum gibi hissediyorum. İyi çeviri dünyayı güzelleştiriyor, kötü çeviri yaşanmaz kılıyor (evet, ayrım bu denli keskin).
5harfliler’in şu aleme kattığı en önemli değerlerden biri, yine kanımca, yeri, zamanı geldikçe muhtelif çevirileri bazen ertesi gün yayınlaması. Şurada bir örnek var, başka biri burada. Çeviriye “bela” diyen bir örnek…. Hımm, çok çeviri yapmışız, siz en iyisi etiketi takip edin.
Hamlet’i Türkçe’ye kazandıranlardan biri Sabahattin Eyüboğlu. 1940’ların hemen başında olacak sanırım, çevirisine bir “söz” yazmış. Kendi macerasına da değinerek, çevirinin tozlu, toprak yollarına değinerek bir Şekspir güzellemesi yapıyor. Bu “Çevirenin Sözü” ile başbaşa bırakıyorum sizi:
Çevirenin Sözü
Bu çeviriye Remzi Kitabevi’nin isteği ve Nurettin Savaştayen’in sürekli sıkıştırmaları üzerine çekine çekine ve başlayıp takıldığım yerde bırakmak düşüncesiyle giriştim. Ama başlar başlamaz yine büyüsüne kapıldım Shakespeare’in ve Macbeth çevirisinde olduğu gibi başka her işimi yüzüstü bırakıp gecemi gündüzümü verdim Shakespeare’e seve seve. Ne çıktı sonunda ortaya? Yeniden çevirmeye yüzüm ve gücüm olsa her söz üstünde yeniden arpacı kumrusu gibi düşüneceğim ve belki bir hayli değiştireceğim bir metin. Tam yerinde oturdu sandığı bir sözü ertesi gün bile yadırgayabiliyor insan. Bir tatlı bela bu dilden dile söz çevirme, hele Shakespeare gibi karanlığı ışıklı, ışığı karanlık bir şairi çevirme. Okumaktan, dinlemekten çok daha zor elbet, ama daha keyifli, çok daha doyurucu. Hamlet’i de, Macbeth’i de kaç kez okuduğum, sahnede gördüğüm halde ancak çevirirken ikisinin de gerçek tadına vardım. Bir söz simyacısı, bir sanat simyacısı, bir insan sarrafı bu Shakespeare. Elini değdirdiği çamur altın oluveriyor, kullandığı her söz İngilizce olmaktan çıkıp Shakespeare’ceye dönüyor, bir başka, bir öte anlam yükleniyor. Her şairde öyle değil mi diyeceksiniz, öyledir doğru; ama bu gerçeği en iyi ortaya koyanlardan biri şüphesiz bu dev sanatçı.
Benim İngilizcem kitaptan, kendi kendime öğrendiğim yarım yamalak bir İngilizcedir. Onun için Fransızca, Türkçe bulabildiğim birçok çevirilere başvurarak çalıştım. En çok yararlandıklarım. Yves Bonnefoy, François Victor Hugo, Orhan Burian. Halide Edip Adıvar-Vahit Turhan’ın çevirileri oldu. Bunların yardımıyla asıl metni kavramaya çalışıp ondan sonra kendimce karşılık arıyordum. Böylece her çeviricinin Shakespeare’i bir başka hale soktuğunu gördüm. Kim bilir ben de ne hale sokmuşumdur, ister istemez. Şairleri kuşa çevirmek çeviriciliğin şanındandır. Ama kuşa çevirdiğimiz şairler bizim taktığımız bücür kanatlarla da uçabiliyorlar ne hikmetse. Büyük soluklarının rüzgârıyla belki. Her çeviren kendi dünyasına çekmiş Hamlet’i. Ama Hamlet de buna en elverişli eserlerden biri doğrusu. Kişileri, sözleri, olayları ne kolay benimsenebiliyor, kendi çevremizde gördüklerimize benzetilebiliyor. Hamlet hem ne kadar kendisi, hem ne kadar her insan, hem ne kadar belli bir çağın, hem ne kadar bütün çağların adamı. Konuştuğu dilin tadına hem yalnız İngilizcenin daniskasını bilen varabilir, hem de benim gibi az bilen. En güzel masalları hem büyüklerin, hem küçüklerin tattığı gibi.
Bu çevirinin bazı güç yerlerinde değerli dostlarım Minâ Urgan ve Cevat Çapan’ın uyardıkları oldu beni.
Eksik olmasınlar.
—
Bundan daha güzel bir “söz” olabilir mi? Tüm itirafları, içtenliği, yazara duyduğu sevgi ile adeta bir başyapıt. Bücür kanatlar peşindekiler için bir ilham kaynağı.
MEB tarafından basılan dünya klasiklerinin yeniden basımını İş Bankası Yayınları yapıyor bildiğiniz gibi, metin o baskıda yer alıyor.
***
Görüntü, Duygu Aytaç’ın Kadın Hamletler yazısından.
“İstanbullu Ermeni tiyatrocu Siranuş Hanım (ya da Merope Kantarcıyan) 1901 yılında Hamlet’i oynuyor.”