Hamile olduğunu öğrenmek dünyanın en tuhaf hislerinden biri. Karşı kıyıya geçmek gibi biraz. İnsan kendini köprüyle mi, salla mı artık nasılsa, henüz geçtiği karşı kıyıdan geride kalanlara el sallarken görüyor: “Ben artık buradayım.” Sadece burada olan kadınların bilebildiği büyük bir değişimin eşiğinde. Tabi isteyerek, planlayarak, belki biraz hayal kurarak gerçekleşen hamileliklerden bahsediyorum.
Fakat hamile kalmak bir değil, bir dizi mucizenin sonucuysa, haberi aldıktan sonra önünde uzanan mucizeler silsilesini, oradaki iyi, kötü ihtimalleri hemen kavrayamıyor insan. Herşey yolunda gidecek dokuz ay boyunca, hiçbir aksilik olmayacak. Oysa bazen aksilik oluyor. Hamileliğin altıncı haftası civarı atmaya başladığı söyleyen ikinci bir kalp daha en başta bir yerde duruveriyor. İşte burası kadınların varlıklarıyla ilgili işlerin çok karıştığı bir yer.
Hamile kalmak biraz neredeyse somut diyebileceğimiz bir başarı duygusunu da beraberinde getiriyor. Epey kişisel bir başarı üstelik. Bedenen yeterli, sağlıklı olunduğunu gösteren bir kanıt, bir ispat. Fakat bundan çok daha fazlası da var bu başarı duygusunun içinde ve aslında o fazlalığı da insan ancak aniden biten hamileliklerde yaşadığı derin başarısızlık duygusu sayesinde anlayabiliyor.
Düşük yapan kadınlar biraz da bu yüzden konuşmazlar kendi deneyimleriyle ilgili. Düşük yapmak kadının fiziksel varlığıyla, bedenin içinde yanlış giden birtakım gelişmelerle ilintili değildir sadece, o kişisel başarı duygusunun karşısında daha da kişiselleşmiş bir başarısızlık duygusu vardır. Biraz neyin sonucu biliyor musunuz? Çocukluğunda oyna diye eline tutuşturulan bebekten başlayarak kur diye önüne serilen hayal dünyasının balon gibi gürültüyle patlamasının. Düşük yapmak bir gün ancak anne olarak tamamlanacağını düşündüğün kadınlığın için utanç verici bir aşama sanki.
İnsan vargücüyle kendine yükleniyor önce, ne yaptm da bu oldu? Orada koltuktan hızlı kalkmıştımdan, o peynir ekşiydi yemeyecektim, o yukarıdaki rafa uzanmayacaktıma uzanan ihtimaller zincirinde kendine bir yer arıyor insan. Bir anlam, bir sebep. Sonra etraftan gelen karışık sinyaller bir kadının hamile kalarak aslında nasıl ağır bir yükün altına girdiğini daha net kılıyor.
Bilmemkim tam dokuz düşük yaptı, onuncu bebek sağlıklı oldu.
Bunu tahmin ediyorum düşük yapan her kadın en az bir defa bir teselli cümlesi olarak duyuyor. Başkasının acısından kendimize neden pay çıkarıyoruz, her acı kendi yerinde kalsa, hiç kıpırdatılmasa yerinden?
Üstelik dokuz düşük mü?
Bu kadının hayattaki tek amacı doğru hamileliği bulana kadar devam etmek mi?
İşte bu “hamile kaldım, başardım” ve “düşük yaptım, zaten ben büyük bir hatayım” çizgisinde kadınların kulaklarına doldurulmuş yığınla saçmalığın izleri var. Kadınlar bir başlarına kalamıyorlar hayatın hiçbir anında. Öylesine kapalı devre olup biten hamilelik gibi bir sürece dair o kadın dışında kimsenin söyleyecek bir sözü yok. Ama söz kadına kaldığında bile oradaki hassas terazinin kefeleri çoktan doldurulmuş oluyor. Bir kadının ancak çocuk doğurduğunda rüştünü ispat edeceğine dair inanışlarla ve bunun tam karşısında çocuk doğurmayan kadının bir anlamda gerçek olmayan kadın oluşuyla. Anne olmak, olamamak ve olmamak durumları için çoktan biçilmiş elbiseler var, duruma göre birini giyiyor kadınlar. Halbuki kendine kalsa kadın, bedeninde büyüyen, büyümeyen bir canlının sevincini, üzüntüsünü sadece sevinç ve üzüntü olarak yaşasa.
Ben tüm bunları dördüncü kere hamile kaldığımı yeni öğrendiğim için yazıyorum (dokuz değil, çok şükür). Üç kayıptan sonra, dördüncü hamileliğin ihtimaller dünyasının, benim varlığımla, kadınlığımla, yeterliliğimle, eksikliğime belirlenmediğini artık iyice anlamış olarak. Ben tüm bunların üstünde, dışında, başka bir yerdeyim. Bir başınayım ben aslında, ama bedenimde şu an iki kalp atıyor. Bütün bunları temizlemem, anlamam, anlamlandırmam ve doğru yere koymam için üç kere aynı yoldan geçmem gerekti yalnız. Düşük yapan kadınlar konuşsunlar, utanmasınlar hiç, bu yüzden de yazıyorum.
***
Ana görsel: Atina’dan duvar resmi, Kouk