Pek çok insan bana “Sahneye çıkacak egoyu nerden buldun? Rezil olurum diye hiç korkmadın mı?” minvalinde sorular yöneltti. “Sabahları çift yumurtayı sütle karıştırıp, aynadaki aksimden makas alıyorum; çünkü ben buna değerim” tarzı cevaplar vermiş olsam da, işin gerçeği çok saçma.

KÜLTÜR

Güzel Değil Ama Sempatik: Bir Kadının Stand-Up’çı Olarak Portresi

Sahneye çıkan pek çok insanın aksine, çocukken hiçbir komiklik alameti göstermedim. Altın gününe gelen teyzelere zinhar taklit yapmadım, taraktan mikrofonla ayna önünde kıvırmadım. Ortaokulda sınıfın fırlaması, lisede tiyatro grubunun ışıldayan yıldızı değildim. Yazı yazmak dışında hiçbir marifeti olmayan, kambur ve gözlüklü kızdım ben. Serviste saçım bile çekilmezdi, öyle de sıradandım.

 

Açık konuşmak gerekirse, bu “hayatın kamera arkasında takılma durumu” az buz değil, 30 yıl devam etti. Bundan 2,5 yıl önce sonbaharda, ekipçe Sundance Jonglörlük Festivali’ne gittiydik. Orada jonglörler birbirlerini düelloya davet ettikleri bir oyun oynuyorlardı. Sahneye çıkan hokkabaz, “Bahse girerim bunu yapamazsınız” diyerek ayağını tersten kafasına değdiriyor, yahut amuda kalkarak bira içiyordu. Kız ben orada bi özendim bunlara… “Ben de seneye bir marifet çalışıp gelip çıkıcam sahneye, o şovun parçası olucam!” fikri düştü içime.

 

Düştüğü yerde de kalırdı o fikir; “Bu yaştan sonra labut mu çevircem, ben toptan çok korkarım hem!” diye düşünürdüm. Lakin ve derken, Ocak ayında bir gece Deniz Alnıtemiz geldi. Bi iltifatlar, bi şirinlikler; dedim “Ne iş?”. Dedi “Benim bi projem var, stand-up yapmak istiyorum. Ama tek başıma sahneye laps diye çıkamam, yanıma adam arıyorum. Sen de komik yazan birisin neticede, gelsene.”

 

Pek çok insan bana “Nasıl oldu da evet dedin? Rezil olurum diye hiç korkmadın mı? Sahneye çıkacak egoyu nerden buldun?” minvalinde sorular yöneltti geçen zamanda. “Sabahları çift yumurtayı sütle karıştırıp, aynadaki aksimden makas alıyorum; çünkü ben buna değerim” tarzı cevaplar vermiş olsam da, işin gerçeği çok saçma. Oldukça kalabalık gruplar önünde defalarca rezil olmuş biri olarak fikrim, sahneye ilk adım attığım günden bu yana değişmedi. “Ölmeyiz herhalde” diye düşündüydüm. Ötesi, çok da önemli değildi.

 

Neler oldu neler…

 

Hanidiyse 100 kadar şov, 4 farklı şehir, onlarca değişik mekan ve izleyici atlattım. Atlattım diyorum zira, bazıları gerçekten ucuz atlatılmış vakalardı. Mesela, Ankara’da takım elbiseli, makosen ayakkabılı abiler karşısında “küçük pipi hikayeleri” anlatıp, “Abi bilir!” çekmenin çok akıllıca bir fikir olmadığını, neredeyse lincin eşiğinden dönerek öğrendim. Bir başka şovda, anlattıklarımı beğenmeyip, sahneye çıkıp “kutup ayısı” şakası anlatan sarhoş izleyicinin, kendinden nasıl gurur duyarak mekânı terk ettiğini görseniz şaşardınız.

 

Alkışı duydum, ihaneti gördüm. Sesim de oldu, sessizliğim de. Bi keresinde Leyla Gediz gelip “Bu ülkede böyle şeyler anlattığım için” teşekkür ettiydi. Ankara’da başka bir şovda, bekaret şakalarımda çılgın bir alkış kopartıp, yanlarındaki erkek arkadaşlarına “Ya ya… Aldın mı cevabını” çeken kızlar oldu. Tanımadığım insanlar tarafından kucaklandım, sırtım sıvazlandı. Şovlara “Kim Lan Bu Hayatımın Erkeği” okurları geldi, gururdan çatladım. Sahnede olmak, insanları güldürmek, hem akıl almaz derecede müthiş, hem de yazmaktan bile yalnız bir işmiş, onu anladım.

 

Bir tek, açıkçası çok ekmeğini yiyemedim sahnede olmanın. Bu ülkede komik bir adam maşrapaya da benzese bir piyasası, bir gideri olurken, bana varsa yoksa “Allah manitana kolaylık versin”ciler düştü. Okan’lar, Cem’ler hep manken dilberler yerken, bana kurşunlar… Hayır, iki yıllık sahne hayatımdan yediğim tek ekmek var, ona da bakıp “Bunun içinde un yok lan?” diyebilirsiniz, durum o kadar vahim. Neyse, çok özelime girmeyelim.

 

Velhasıl, sonuç, yani?

 

Şimdi “ekmek” dedim, “içinde un yok” dedim, nimete burun kıvırdım. Allah burun kıvıranları sevmez. O nimet kardeş söyleyene kadar fark etmemiştim; ben sahnede genelde beni üzen, canımı sıkan şeyleri anlatıyorum. Bu şeyler de ekseriyetle ve elbette, toplumumuzda kadının içler acısı haline gelip dayanıyor. Sosyolojik bir açılım yapmaya çalıştığımdan, sahneye çıkarken “feministin bayrak sallayanı ben olacağım” diye yemin verdiğimden de değil. Çıktım, konuştum, dönüp baktım; öyle olmuş.

 

Düşünürsek dünya üzerinde 31 hikayesi anlatan ve hikâyelerine çılgınlarcasına gülünen milyon tane erkek mizahçı var. Halbuki bu cins esprileri ben yapsam adım arsıza çıkar, isteriğe çıkar. Çıkartanlardan bazıları da kadın olur. Bunun sebebi sanırım, kadınların dünya üzerindeki tüm kaynakların sadece %20’sini kullanabilmesi. Paranın, gücün, özgürlüğün sadece %20’si bizim.

 

İş bu sebeple şayet bir kadınsanız, hayattan almak istediğiniz kaynakları seçerken, o %20’de var olmaya çalışan bir kadının sahip olduklarına değil, %80 içinde siftinen erkeklerin elindekilere göz dikiniz. Zira ne erkekler biliyorum, 20 kadınlık özgürlüğü tükete tükete helak oluyorlar, yazıktır.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ECİNNİLİK

Y30 Yaşında Bekar Kadın
30 Yaşında Bekar Kadın

Peki nasıl gayri tabii bir durum meydana gelmiştir ki, 30 yaşında bekar kadın sayısında her geçen gün artış gözlemlenmektedir? Bu kadına ne olacaktır?

KÜLTÜR

YAğzından mı Öpmüş?
Ağzından mı Öpmüş?

Türkiye’nin en “tüm değerlerimize derinden bağlı” ailesine yaptığınızı beğendiniz mi?

ECİNNİLİK

YKızlar Komik Olmaz Ki
Kızlar Komik Olmaz Ki

Kadınların ne olması ve ne olmaması gerektiği konusunda erkekler tarafından üretilen vecizelere bayılırım.

Bir de bunlar var

Yumurta Üretim Merkezinde Bir Beden
Bu Reklamlar Neyin Reklamı?
Güven İçin Şeffaflık: Veri Gazetecisi Mona Chalabi ile Röportaj

Pin It on Pinterest