Sarah Ihmoud’un 21 Ekim 2023’te Palestine Studies sayfasında yayınlanan “‘Ghassa,’ The Lump in One’s Throat Blocking Tears and Speech” başlıklı yazısının çevirisidir.
(Mona‘ya)
“Soykırıma şahitlik edilen bir anda, feminist pratik ne demek?”
Süregelen vahşetin günlük tablosunu okuduktan sonra defterime bu kelimeleri karalamıştım. En az 1000’i çocuk 4200 Filistinli öldürülmüş ve sadece on günde bir milyonu aşkın insan yerlerinden edilmişti. Tam o esnada Mona Ameen’den bir WhatsApp mesajı aldım. Mona Gazze’de genç bir kadın akademisyendi; birkaç hafta önce konuşmuştuk. Dünyadaki Filistin feminizmi üzerine bir araştırma kapsamında röportaj yapmak için bana ulaşmıştı. Bir saat civarı konuştuk; sorularını Arapça sordu, bense ona çoğunlukla İngilizce cevap verdim. Röportaj boyunca bazen düşünceli sessizliklerim, bazen patlayan kahkahalarım oldu. Günlük elektrik kesintisinden ötürü konuşmamız yarıda kaldı, sonrasında tekrar bağlandık ve tabii tüm bunların arasında paylaştığımız hikayeler oldu. Geçen hafta savaş başladıktan sonra ona mesaj attım, oysa savaş yetmiş beş yıl önce başlamıştı. Ölü sayısı tırmandıkça ben de Mona için daha fazla endişeleniyordum. Ondan gelen ilk mesaj “Hiç iyi değilim, komşularım ve iş arkadaşlarım şehit oldular ve sıra bana geliyor… Bizim için dua et!” oldu.
Mona, tıpkı Gazze’deki birçok Filistinli gibi, sömürge savaşının alternatif mekan-zamanında asılı kalmıştı. Her an kapısını çalabilecek ölümü beklerken bir yandan da hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Zaten Gazze’de birçok İsrail saldırısı yaşamıştı. 2014’teki hava saldırısında erkek kardeşinin ayağı yaralanmış ve kesilmek zorunda kalmıştı; 2021’de daha çok zulme tanık oldu. Aslen Gazze Şeridi’nin kuzeydoğu ucundaki bir şehir olan Beyt Hanun’da yaşıyordu. Son saldırıdan sadece birkaç gün önce işgal güçlerinden bir “uyarı” almış ve evinden kaçmıştı. Bombardımanın ardından evi artık oturulamaz haldeydi ve Şeyh Rıdvan’a sığınmıştı. Şu anda dünyadaki kadınlara ve feministlere bir mesajı olup olmadığını sordum, şöyle cevapladı:
“Tüm kadınlara ve feministlere mesajım, Filistin ve Filistinliler hakkında paylaşım yapmaya devam etmeleri, gerçekleri yazmaları, haberleri ellerinden geldiğince yaymaları, bizim hakkımızda konuşmayı bırakmamaları, bizler sadece sayı değiliz, dünyaya bunun herhangi bir bombardıman olmadığını söyleyin; bu seferki en zoru ve biz bir soykırım yaşıyoruz, kadınlara ve feministlere çok sayıda annenin çocuklarını kaybettiğini ve çok sayıda çocuğun hayatlarına annesiz devam etmek zorunda kaldığını anlatın. Bizim hakkımızda paylaşım yapmaya, paylaşım yapmaya ve paylaşım yapmaya devam edin… Dualarınızda bizlere yer verin.”
Şimdi onun mesajlarını tekrar tekrar okurken, o gün konuştuğumuzda sesinde duyduğum nezaketin hatırasına tutunuyorum. Mona’nın alçak gönüllüğüne de tutunuyorum; dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde yaşayan genç Filistinli bir kadının alçak gönüllülüğü Amerika merkezli bir akademik kurumda bu sömürü savaşına uzaktan şahit olma imtiyazına sahip bana, Filistin diasporasının bir parçası olarak feminizm anlayışım ve pratiğim ile ilgili sorular yöneltiyor. Sorduğu sorulardan biri beni özellikle çok şaşırttı: Eleştirel bir bilinç olarak feminist farkındalık uyandırmanın gücüne inanıyor musun? Hedefleri neler ve senin gözünde batı feminizminden nasıl farklılaşıyor?
Şu anda bize feminizmi uygulamanın ne anlama geldiğine dair dersler verenler: Mona ve Filistinli kadınlarımız, sahadaki insanlarımız. Yine de Mona’nın sorusuna bir önerme ile cevap vermek isterim: Soykırıma varmış bir savaşın içinde sömürgesizleştirici sevgiyi yaşatmak bir eleştirel feminist bilinç pratiğidir.
Feminist bilinçten söz açarken, Filistinli kadınları yerli erkeklerimizin bilhassa Müslüman erkeklerimizin, yabani vahşetinden kurtarılması gereken savunmasız kurbanlar gibi gösteren evrensel, zamansız bir feminizmden bahsetmiyorum. Bu tehlikeli oryantalist anlatı emperyalist bir savaşı kitlelere satmak için kullanıldı; işgali, hırsızlığı ve anavatanımızın yıkımını haklı çıkarmak için bir silaha dönüştürüldü. Bu, sömürgecide korku ve nefretin körüklenmesine yardım eden, onları halkımıza karşı ne kadar büyük olduğunu anlayamadığımız bir askeri saldırı için harekete geçiren anlatının ta kendisi. Zikrettiğim feminizm, bizi sadece geleceğin teröristlerini, yani İsrail tarafından katledilen binden fazla ve sayısı her geçen gün artan Filistinli çocukları doğuran “insan hayvanı” (bu terimi İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant 9 Ekim’de kullandı) olarak gören sömürgeci feminizm de değil. Yapılan son saldırıda tüm dünya onların insanlıklarının ellerinden alınmasına, çocukluklarının ve geleceklerinin inkar edilmesine izin verdi. Ben, sömürgecilikten arındırılmış bir Filistin feminizminden bahsediyorum.
Bir soykırıma şahitlik ederken feminist pratik ne demek: sevgiyi radikal bir bilinçle kucaklamak demek, hayatta kalma mücadelesine dayalı radikal bir sömürgecilik tasfiyesine gönül vermek demek. Yasımızın derin karanlığında birbirimize tutunmak, birbirimizle el ele yürümek, ölüm manzaralarına tanıklık etmek ve Mona’nın bize ısrarla söylediği gibi, hakikati söylemek demek. Mona’nın sözleri bizi bu غصة/gusse’den, sesimize ket vuran boğazımızdaki bu yumrudan kurtulmaya, rüzgara karşı cesurca ve yüksek sesle konuşmaya davet ediyor.
Doğruyu söylemek sadece insanlarımızın suya, gıdaya, barınmaya günlerdir erişimi olmadığı gibi duyması bile dayanılmaz gelen şeylere kulağımızı tıkamamak anlamına gelmiyor. Mona’nın bana yazdığı gibi, “Eğer bombalar bizi şehit düşürmezse, açlıktan ve susuzluktan öleceğiz.” Binalarımız, evlerimiz ve hatta hastanelerimiz hedef alındı ve büyük ölçekli bir yıkıma uğradı; derinlerine insanlar gömüldü ve hala enkazlardan ölü bebeklerimiz çıkarılıyor. Tüm Gazze halkı, koloniye hayat vermek adına öldürülmesi gereken,insanlığından sıyrılmış bir düşmana dönüştürüldü. Şu anda feministler olarak doğruyu söylemek demek sömürgeci anlatıları reddetmek bu toprağın kadınları olarak hep sahip olduğumuz ve geliştirdiğimiz yaşam enerjimizin gücünü ve yaratıcılığını onaylamak demek. Yerleşimci sömürgeciliği ve soykırım savaşını ortadan kaldırmak için hep sahip olduğumuz bu güç, onun tahakkümünü krize sürüklüyor. Gerçeği söylemek, aynı zamanda özgürlük ve saygınlık anlayışımızı da yaymak anlamına gelir.
Eğer kulak verirsek bu anlayışın izlerini Gazze’deki insanlarımızın seslerinde bulabiliriz, Mona’nın da dediği gibi:
“Birçok savaştan sağ çıktım, ama bundan sağ çıkabileceğimi sanmıyorum! Ölmek istemiyorum;hayallerim var. Seyahat etmek istiyorum, yüksek lisansımı tamamlamak ve doktoraya devam etmek istiyorum; daha çok hayalim var, hala gencim…
Dünyaya söyle… Dünyaya söyle: ben buradayım, buradaki birçok insandan biriyim. Buradaki herkes travmatize ve bunu nasıl ifade edebileceğini bilmiyor ama biz unutmayacağız. Lütfen bizi konuşmaya devam edin, hikayemizi ve şu anda olanları anlatmaya, yaymaya devam edin ve bizi dualarınızdaneksik etmeyin.”
Mona’nın mesajı, onun birçok savaşa rağmen hala orada olduğunun, hayallerinin, yaşananları unutmayacak olmasının, sömürgeci bilgi ve hatıra kıyımı girişimlerine rağmen Filistinlilerin yaşam ve gelecek inşasının ispatıdır.
Mona’ya cevap yazdım: “Dünyanın tüm bu olanlara izin vermesini asla affetmeyeceğiz, insanlarımızın için mücadele vermekten de vazgeçmeyeceğiz.” Sözlerini paylaşacağımı söyledim, aynı zamanda onu ve insanlarımızı sevdiğimizi de ilettim. İnsanlarımızı ve vatanımızı sevmek bir ve aynıdır; bir sömürgeci bunu asla anlayamaz ve bunu bizden asla çalamaz. Bunu bilmek ve bu sevgiyi bu kadar derin hissetmek, bizim çoktan kazandığımızı bilmek demek.
İsrailli yerleşimciler Filistinlilere yine bir kıyamet anı yaşatırken Mona’nın sözlerine sıkı sıkıya tutunmalıyız: Reddetmeye devam etmeli, yas koyulaşınca ve boğucu hale gelince boğazımıza oturan o yumrudan, غصة/gusse’den kurtulmalı ve kayıtsızlığın sesini cesurca bozmalıyız. Bu soykırım şiddetini avaz avaz afişe etmeliyiz. Aynı anda birbirimizi ve hayat için verdiğimiz toplu mücadelemizi sevmeye ve onaylamaya devam etmeliyiz: Bu sömürge projesinin zafiyetini ve temelsizliğini ifşa eden en önemli şey. Bu reddedişimiz bir sevgi biçimidir. Bu soykırım savaşının ortasında bizim reddiyemiz ve sevgimiz sömürgeci altyapının çatlaklarını ve sınırlarını ortaya çıkarır. Sevgimiz tam da bu anda hayati bir önem taşımakta çünkü bu, bize Filistin yaşamını onaylama ve anavatanımızda bir gelecek için mücadeleye devam etme cesareti veren devrimci bir sevgidir. Bu, Filistin’in, bizim hayatta kalma duamızdır.
Yazar Hakkında:
Dr. Sarah Ihmoud, Meksika kökenli Amerikalı ve Filistinli bir antropolog. Filistinli kadınların ve Filistin feminizminin yaşanmış deneyimlerini, geçmişlerini ve siyasi katkılarını öne çıkaran çalışmaları var. Filistin Feminist Kolektifi’nin (Palestinian Feminist Collective ) kurucu üyesi ve Massachusetts Eyaleti, Worcester şehrinde bulunan College of the Holy Cross’ta Antropoloji alanında yardımcı doçent olarak görev alıyor.