Gogoberidze çoğu filminde kendi hayatından ve Stalinizmin gadrine uğramış, kendisi gibi bir film yönetmeni olan annesinin yaşam deneyimlerini yeniden kurar. Şimdilerde 93 yaşında olan Gogoberidze, bayrağı kendi kızının da içinde bulunduğu yeni nesil Gürcü yönetmenlere devretmiş bulunuyor.

SANAT

Gürcü Sinema Hanedanlığının Merkezindeki Feminist Yönetmen: Lana Gogoberidze

 

 

93. doğum günü şerefine, feminist film yönetmenliğine olan sadakatiyle başlı başına sinema hanedanlığının bir faslı haline gelen Gürcü yönetmen Lana Gogoberidze’in eserlerini anıyoruz. Rachel Pronger’ın 13 Ekim 2021’de Calvert Journal’ın “Women, Recollected” projesi kapsamında yayınlanan yazısını Gizem Atlı çevirdi. Kültür dünyasının 20. yüzyıldaki unutulmuş öncü kadınlarına ışık tutma şiarıyla yola çıkan projeyle rastlaşmaya, ileriki haftalarda da, yine bu sayfalarda devam edeceksiniz.

 

 

Yönetmen Lana Gogoberidze, Gürcü filminin merkezi figürlerinden biri. Ama sinema tarihinin bir yüzyılını kapsayan kaydadeğer kadın film yapımcılığı hanedanlığının da kalbinde yer tutuyor.

 

Gogoberidze, 1970’li ve 1980’li yıllarda Sovyetler Birliği’nde ortaya çıkan ve belirgin biçimde kadınların damgasını taşıyan, açıkça politik bir sinemanın gelişmesinde çok önemli bir rol oynadı. 13 filmi kapsayan, altmış yılı aşkın kariyerinde sürekli olarak kadınların deneyimlerini beyaz perdeye taşıdı, kadınların değişen rollerini sorguladı ve Sovyet Toplumu etraflarında fırıl fırıl dönerken bile onların samimi iç yaşamlarını keşfe çıktı.

 

Gogoberidze, kişisel ile politik arasındaki bağlantıyı dert edinen bir yönetmenden bekleneceği üzere, kendi aile geçmişinden de sık sık yararlandı. Gogoberidze çoğu filminde kendi hayatından ve Stalinizmin gadrine uğramış, kendisi gibi bir film yönetmeni olan annesinin yaşam deneyimlerini yeniden kurar. Şimdilerde 92 yaşında olan Gogoberidze, bayrağı kendi kızının da içinde bulunduğu yeni nesil Gürcü yönetmenlere devretmiş bulunuyor.

 

İlk Yılları

 

Lana Gogoberidze 13 Ekim 1928’de Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te doğdu. Babası Levan bir Komünist parti çalışanı, annesi Nutsa ise bir film yönetmeniydi.

 

Nutsa ilk uzun metrajlı filmini Lana’nın doğumundan sadece bir yıl önce, 25 yaşında yaptı. Esfir Shub ve Olga Preobrazhenskaya‘nın yanı sıra, SSCB’nin ilk itibarlı kadın yönetmenlerinden biriydi ve Sovyet sinemasının devleri olarak anılacak birçok yönetmenle (Alexander Dovzhenko, Sergei Eisenstein ve Mikhail Kalatozov) yakın ilişki içindeydi. Nutsa 1920’li ve 30’lu yıllarda üç film yaptı: Their Kingdom (Onların Krallığı, 1927),Buba (1930)ve Desperate Valley (Umutsuz Vadi, 1934).

 

Ancak, Nutsa’nın sanat kariyeri, Sovyet lideri Joseph Stalin’in zorbaca tasfiyeleri sonucunda yarıda kesildi. Kocası 1937’de bir gizli polis tarafından öldürüldü. Nutsa ise 12 yılını geçireceği, Kuzey Kutup Dairesi’ndeki bir esir kampına sürgün edildi. Annesinin sürgününün ardından bir yetimhaneye gönderilen küçük Lana bir süre sonra teyzeleri tarafından kurtarıldı. Lana yetişkinliğine kadar annesini bir daha görmedi. Sürgünden döndüğünde kızıyla bir yabancı gibi buluşan Nutsa bir daha film yapmadı ve önceki yönetmenlik kariyerinden hemen hiç bahsetmedi.

 

Lana Gogoberidze’in annesi, yönetmen Nutsa Gogoberidze

 

Lana Gogoberidze bu sıkıntılı geçmişe rağmen annesinin izinden gitmeyi hayal ediyordu. Ancak, 1946’da okulu bitirdiğinde sinemaya geçiş yapması mümkün olmadı. Çünkü Tiflis’te film enstitüsü olmadığı gibi (ve bir otuz yıl daha olmayacaktı), Stalin’in gadrine uğramış bir anababanın kızı olarak Moskova’daki Rus Devlet Film Okulu’nda (VGIK) okumak gibi bir seçeneği de yoktu. Gogoberidze bunun yerine enerjisini akademiye kanalize ederek İngiliz ve Amerikan edebiyatı okudu ve Walt Whitman şiirinde uzmanlaştı. Aslına bakılırsa, sabırla uygun zamanın gelmesini bekliyordu. Nihayet 1953’te Stalin öldü, seyahat kısıtlamaları gevşedi ve Gogoberidze sonunda Moskova’ya ulaşmayı başardı. 1959’da, annesinin mirasını devralmak üzere VGIK’den mezun oldu.

 

Üslubu ve İşlediği Konular

 

Gogoberidze öğrenciyken yaptığı ilk filmi Gelati‘den (1957) son filmi Golden Thread’e (Altın İplik, 2019) kadar altmış yılda toplam 13 film yaptı. Genellikle SSCB’nin ilk feminist film yönetmeni olarak anılan Gogoberidze aslında birtakım kadın yönetmenlerin sinemanın imkânlarını kadınların hayatlarını sorgulamak için halihazırda kullandığı bir dönemde öne çıktı, dolayısıyla hem selefleri hem de akranları vardı.

 

Gogoberidze 1960’larda, Kira Muratova ve Larisa Shepitko gibi Sovyet film yönetmenlerinin öncülüğündeki “kadın filmleri” dalgasıyla ilişkilendirildi. Üç yönetmen arasındaki açık üslup farklılıkları göz önüne alındığında, bu etiket indirgeyici olmakla birlikte, aralarındaki tematik örtüşmeyi de bir ölçüde yansıtmaktadır. Shepitko’nun Wings (Kanatlar, 1966) filmi ve Muratova’nın Brief Encounters (Kısa Karşılaşmalar, 1967) filmi, Gogoberidze’in çoğu eseri gibi, evrimleşmekte olan Sovyet toplumundaki değişen statüleriyle yüzleşen hoşnutsuz kadınların iç yaşamlarını sorgulayan filmlerdir.

 

Gogoberidze’i farklı kılansa “kadınların sineması” etiketini benimsemesidir. Shepitko bu terimi küstahça bulduğu için reddederken, Gogoberidze bu tanıma her zaman ilgi duymuştur. Gogoberidze için bu terimin pratik karşılığı, kadın öznelliğine korkusuz bir bağlılık, kadınların mesleki ve ev içi hayatlarını keşfetmeye yönelik ciddiyet sahibi bir yaklaşım ve açıkça feminist siyaset anlamına gelmiştir.

 

Gogoberidze, kariyerinin başlangıcından itibaren kadın hikâyelerine yakınlık göstermiştir. Sovyetler Birliği’nin 40. yıldönümü için yaptığı uzun metrajlı ilk filmi Under One Sky (Aynı Gökyüzünün Altında, 1961) filminde Gürcü tarihinin üç farklı dönemine denk gelen 1921, 1941 ve 1961 yıllarında yaşayan üç kadının hikâyesini anlatır.

 

Lana Gogoberidze’in Some Interviews on Personal Matters (Kişisel Konularda Bazı Mülakatlar, 1978) filminden

 

Bu yapının da akla getirdiği üzere, geçmiş ve gelecek Gogoberidze’in birçok filminde bir arada yer alır. Tarih, günlük yaşamlarımızdan pençelerini çekmeyi reddeden aktif bir güç gibi hareket eder. Gogoberidze belki de herkesten daha iyi biliyordur bunu. Golden Thread’in(Altın İplik)yapımı sırasında açıkladığı gibi: “Bu karakterler benim kuşağımdan, Sovyet geçmişinin ağırlığı altında ezilmiş insanlar. Bu geçmiş kimisi için sonsuz esaret anlamına gelir, kimisi içinse özgürlük ve meydan okumanın ön koşuludur… geçmiş bizim yükümüz müdür yoksa hazinemiz mi?”

 

Gogoberidze çalışmalarını sürekli olarak geçmişi işlemek için kullanır. Çoğu filminde anneler ve kızları arasındaki ilişkiyi anlatması bu açıdan şaşırtıcı olmasa gerek. Otobiyografik olduğu bariz olan Waltz on the Pechora (Pechora’daki Vals, 1992) filminde Sibirya’ya sürgüne gönderilen bir anne ile 1930’ların Gürcistan’ında bir yetimhaneye gönderilen kızının paralel kaderlerini işler. Gogoberidze filmde kızın (ya da kendi) hikâyesini renkli film olarak, anneninkini (ya da Nutsa’nınkini) siyah-beyaz gösterir. Bu ayrım kurtarılmış, yeniden kurulmuş hatıra ile spekülatif, hayali anlatı arasındaki boşluğa dikkat çeker.

 

Gogoberidze en ünlü filmi Some Interviews on Personal Matters’da da (Kişisel Konularda Bazı Mülakatlar, 1978) yineotobiyografisinden yararlanır. Filmin kadın kahramanı Sofiko (Gürcü sineması hayranlarının The Colour of Pomegranates [Narın Rengi] filminden tanıdığı Sofiko Chiaureli) ev ile iş arasında bir denge tutturmaya çalışan bir gazetecidir. Ayrıca sürgünde bir anneyle büyümüştür; filmde genç Sofiko’nun ayrı düştüğü ebeveyniyle on yıl sonra yeniden bir buluştuğunu gösteren bir flashback sahnesi bile vardır. Some Interviews on Personal Matters Gogoberidze’in Batı’da daha fazla ilgi gören, uluslararası festivallerde gösterilen ve sayısız ödül kazanan ilk filmidir. Bu ilginç ve girilmesi kolay filmin neden bu kadar geniş bir izlerkitleye ulaştığını anlamak zor değil, çünkü film dönemin ikinci dalga feminist fikirlerini (çalışan kadınların vermek zorunda kaldığı mücadeleler, “çift vardiya,” çocuk bakımı vs.) coğrafi ve politik özgüllükleri aşan bir sıcaklıkla gözler önüne serer.

 

Lana Gogoberidze’in Some Interviews on Personal Matters (Kişisel Konularda Bazı Mülakatlar, 1978) filminden

 

Nutsa’nın filmleri yasaklandığı ve yakın zamana kadar kayıplarda olduğu için, Gogoberidze annesinin eserlerinin nasıl bir gelişim izlediğini hiç görmemiştir. Yine de annesinin etkisi Gogoberidze’e gizliden gizliye işlemiş görünüyor. Belgeselci annesi gibi, o da filmlerinde genellikle belgesel teknikleri kullanır. Örneğin, Gogoberidze Some Interviews (Bazı Mülakatlar) filminde, gazeteci olan kadın kahramanın mesleğini, hayatları hakkında konuşan “gerçek kadınlarla” yapılan aşamalı röportajları birbirine teyellemek için kullanır; röportajlar, ana olay örgüsüyle yan yana ilerler. Bu teknikler, Gogoberidze’in daha geniş planda topluma ilişkin süregiden yorumunu bir kadının mücadelesine odaklanan bir filmin içine yerleştirmesine olanak sağlar. Sonuç ise yaş ve sınıf yelpazesinde farklı konumlarda yer alan kadınların bir portresi, tekil değil kolektif bir hikâye ve kişisel olanın politik olduğu yollu feminist ilkenin güzel bir örneğidir.

 

Mirası

 

Gürcistan zengin sinema kültürüyle ünlüdür ve son yıllarda ülkede yaratıcı bir yeniden uyanış yaşanmaktadır. Yakınlarda adını duyurmaya başlayan en ilginç film yapımcılarının çoğu kadındır ve çalışmaları çok çeşitli ve kendine has olsa da, kaçınılmaz olarak Gogoberidze’in attığı temeller üzerine kuruludur. Nana Ekvtimishvili ve Simon Gross’un kadınların evdeki rolünü feminist bir bakış açısıyla ele aldıkları My Happy Family (Benim Mutlu Ailem, 2017)filminde ve Ana Urushadze’nin Scary Mother’ı (Korkunç Anne, 2017) ve Dea Kulumbegashvilli’nin Beginnings’i (Başlangıçlar) gibi, bizi tavizsiz bir kadın öznelliğine yerleştiren filmlerde onun etkisini hissediyoruz. Bu yönetmenler de, öncü selefleri gibi, sıradan kadınların hayatlarını sanat için zengin ve önemli bir konu ve toplumun tamamına bakmamızı sağlayacak bir mercek olarak görüyorlar.

 

Salomé Alexi’nin Line of Credit (Kredi Limiti, 2014) filminden

 

Gogoberidze’in mirasını en net, kendi ailesine baktığımızda görebiliriz. Gogoberidze sebatı ve özgeçmişi sayesinde, Nutsa’nın itibarını ölümünden sonra geri kazanmayı başarmıştır. Gogoberidze 2000’lerde annesinin filmlerinden birinin negatiflerini bir Moskova arşivinde bulmuş, böylece Nutsa Gogoberidze’in deneysel belgeseli Buba (1930) çekilmesinden on yıllar sonra, 2013’te ilk kez Rusya dışında halka açık olarak gösterilmiştir. Belgeselin bu yeni kopyası, ifşa edici bir kaybolmuş klasik, belgesel türünün gelişiminde önemli bir dönüm noktası ve Sovyet sinema tarihinin kayıp bir parçası olarak övgüyle karşılanmıştır.

 

Gogoberidze’in annesinden devraldığı film yönetmenliğini bu defa kızı Salomé Alexi kendisinden devralarak devam ettiriyor. Alexi’nin Tiflis’te ailesini ayakta tutmak için mücadele eden orta yaşlı bir dükkân sahibini konu aldığı, komedi-dram türündeki ilk uzun metrajlı filmi Line of Credit (Kredi Limiti, 2014) beğeniyle karşılandı. Alexi hafif komik tonuyla annesinin üslubundan ayrılsa da, onun çalışmalarıyla tematik örtüşmeler kendini belli ediyor. Bir kadının iç yaşamının samimi bir portresini sunan filmin arkaplanında yine değişen bir toplumun hikâyesi akıyor.

 

Gogoberidze kadınlarının hikâyesi, Gürcistan’da yön değiştiren siyaset ve iktidar rüzgârlarının izini sürebileceğimiz bir hikâye. Bu hanedanın Gürcü sinemasını daha uzun yıllar şekillendirmeye devam edeceğini umuyoruz.

 

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YTerfler, trans kadınlar ve feminizm
Terfler, trans kadınlar ve feminizm

Kadınların deneyimlerini cinsiyetlendirilmiş bir dili benimseyerek konuşma hakkı için mücadele ederken, aynı zamanda trans kadınları insanlıktan çıkarmayı, aşağılamayı veya saygısızlık etmeyi reddedebilir, feminist analizin geri dönüşü için mücadele edebiliriz.

MEYDAN

YTecavüzü Silah Olarak Kullanmak
Tecavüzü Silah Olarak Kullanmak

Gazze'ye yönelik soykırım saldırısının 7 Ekim'den bu yana hız kazandığını ama bundan önce de onlarca yıldır devam ettiğini göz önüne alırsak, Filistin halkına yönelik cinsiyete dayalı şiddetin onlarca yıldır devam ettiğini ve buna rağmen tamamen yok sayıldığını söyleyebiliriz. Filistinli feministler bunun sayısız kanıtını sunuyor.

SANAT

YKatalin Ladik’in Beden Sanatı, Doğu Avrupalı Kadınların İtaatkâr Maskesini Yırtıp Attı
Katalin Ladik’in Beden Sanatı, Doğu Avrupalı Kadınların İtaatkâr Maskesini Yırtıp Attı

Katalin Ladik onlarca yıllık kariyeri boyunca kolaj, deneysel müzik, performanslar, fotoğrafçılık, beden sanatı, posta sanatı ve ses oyunlarını kapsayan yoğun ama odaklı bir disiplinlerarası pratik geliştirdi. Kâğıtla, sesle ve kendi bedeniyle çalışan Ladik, üretimlerinin çeşitliliğine rağmen her şeyden önce bir şair olmaya devam ediyor.

SANAT

YTeresa Pągowska’nın Astarsız Tuvallerindeki Kadın Bedenleri
Teresa Pągowska’nın Astarsız Tuvallerindeki Kadın Bedenleri

Pągowska'nın stilinin en karakteristik unsurlarından biri, ham tuvali sık sık göz önüne sermesidir.

Bir de bunlar var

Dans Edince Oldu Mu?: Helly Luv’ın ‘Devrim’i
“Sanat bir yere yerleşmek zorunda değildir”: Zeynep Okyay ile Söyleşi
Kaptan Nuh ve İsimsizler

Pin It on Pinterest