Gülşen…
Melek güzelliğinde benim kızım. Hayatıma bir bombardıman gibi girdi. Hayatımı darmadağın ettikten sonra, alanlarını bir başşehir coğrafyalamasıyla belirledi. Başlangıç olarak gardrobumdan, yatağımdan ve dizüstü bilgisayarımdan vazgeçtim. İlişkimiz öyle başlayabildi. Sonra boş durmadı. Hınzır gözlerindeki kılıçların kirpiksi merasimine kandım; beni kendine anne etti. Boş durmadı. Yanıma bir baba uydurdu. Bazılarımızın babası memelidir. O ispatlayabilir. Hafta sonları babasında kalıyor. Beni babasına şikayet ediyor. Akşamsefası teyzesi var onun. Onun sevgisi akşam vakti elde edilir. Ona cilveler yapar, nazlanır. Yemekler, kıyafetler aldırır.
Geldi, “Ömrüme ömür katsalar istemem” dediğim aileyi bir sofra gibi ortamıza kuruverdi. Akrabayı taalukatı bir çırpıda teşkilatlandırdı. Memeli ve kocası olan bir baba. Akşamsefası teyzesine de diyecek yok. Eski kocası ve eski kocasının sevgilisi ve dahi yeni kocasıyla birlikte o, bir köpeğe insanlık ediyor. Kızımın teyzesi de, babası da sağlam.
Gülşen’in bir teyzesi daha var. Bir leş. O ne kadar çok severse, Gülşen o kadar. Ötesi yok. Gülşen’in öteki teyzesi ve Gülşen, akşam olunca aynı evin kapısından giriyor.
Bıraktım kendimi bu yumağın içine. Babasında kaldığı günler, beni şikayet ediyor. Kimlerle seks yaptığımı bir bir anlatıyor. Garip bir şekilde beni heteronormlaştırıyor. Al bir de çocuk ilişkisi; benim hep geç kaldığım şey. Yusuf onun kankası. Geçenlerde iki arkadaşıyla birlikte geldi; ona kutlu doğum gecesi yaptılar. Benim doğum günüm olsa bu kadar rafine bir topluluğu bir araya toplayamazdık. Ofis çalışanlarının hepsiyle farklı kodlanmış bir ilişki üzerinden arkadaş. Bora, onu akşamları eve bırakmakla ödüllendirildi. Hande aramıza en son katıldığından, bir tertip aşağıda. Çömezi onun. Çünkü Gülşen, daha önce başladı. Hande’yi sevdiğinde Bilge, Hande’yle birlikte korkuyor. Hande’ye baktığında Gülşen, en son mıncıkladığı kediyi hatırlıyor. Tuhaf bir şekilde, Gülsen ve Yusuf’la, Sezen ve Murat’la ilişkisi olgun. Seviyeli bir ilişki tesis edilmiş. En hakikatli aşkı Çağdaş. Güzellik mevzuu bahsinde herkes onun, en az Naz kadar iddialı olduğunu bilir. Naz mı? Naz, Ankara’nın en güzel, ikinci kızıdır. Yani en az ikinci… Naz’ın ikinciliği, Gülşen’le rekabetinden gelir. Gülşen’in nazarında Naz, Çağdaş’la gereksiz bir yakınlaşma içindedir. Çağdaş’a nispet edilen şeyi, varın siz tasavvur edin.
Gülşen’le olan ilişkime, en garip tepki annemden geldi. Hep, “Erkek ol. İleri dönme, geri dön ve bir çocuğun olsun” derdi. Benim gibi bir hayırlı evlat, annesinin dediğini kulak ardı etmez. Derhal harekete geçtim. Erkek olamayışım bile beni çocuk sahibi olmaktan vazgeçiremeyecekti. Gülşen kendini bize, bir müjde olarak verdi. Aynı müjdeyi anneme cereyan iletir gibi ilettim. Gülşen’i evlatlığıma almak için girişimlerde bulunduğumu söyledim. Anneme Gülşen’i anlattım. “Tıpkı benim gibi” dedim; “Trans bir kadın.” Hem canım, ne idüğünü bildiğim bir çocuğu büyüteceğim. Gerçi Gülşen’in hangi çağlarda olduğunu söylemedim ama o, henüz tuvalet alışkanlığı kazanmış bir çocuğun gıyabında konuştuğumuzdan emindi. Çıldırdı. “Madem o kadar paran var, yeğenlerin ne güne duruyor?” dedi. Gerçi temizlikçim de farklı düşünmüyor. İstemeden misafirliğe yakalanmış kulaklarımın duyduğuna göre, “Aç köpek” diyor benim için; “Bir de çocuk almış…” Onlara “aç köpek” ithamını iade edemiyorum. Ciğerime kadar bilirler. Ama 45 yaşımdayım. Heteroseksüel birisi olsaydım, seçimim hiç kimse nezdinde sorun teşkil etmeyecekti. Annemi, Gülşen’in ne idüğü, çıldırttı. Miras hakkının tehdit altında olduğunu düşündü. Hep zararlı işler yaptığımı düşünmüşmüş zaten.
Canım anneciğim, ki, Türkiye Cumhuriyeti bana evlat edinme hakkı falan vermez. Adli sicil kaydımda yazanlar, bana evlatlık verilmemesi hususunu endişeye mahal bırakmayacak şekilde zaten garantiliyor. Bunu ben de biliyorum. Ama devletin bile karışamayacağı, başka bir ilişki var burada. Anne, devlet bize karışmaz, çünkü bizi teşhis edemiyor. Kafası, var bulunduğumuz konusunda bile karışık. Gülşen’i alıp nereye koyacak mesela? Yok öyle bir yer. Benim yersizliğimin tıpkısı. Uzayda yer kaplamayan bir cisim, nasıl var olabilir?
Gülşen beni bir aile kurmaya tekrar ve tekrar zorluyor. İlk karşılaşmamızda, İstanbul’daydı. Survive koşullarını derhal ve tamamen anladım. Canım annemiz, Ebru Kırancı kendisine mukayyetti. Yetebildiği, yetişebildiği kadar… Hangi birine yetersin. Yetemezsin. Canım Ebru annem, seni geç anladım.
Tam burada işte, kuir teorisi, feminist paradigma, LGB hareketi ve Anarşizm hatta, geçiliyor; geride kalıyorlar. Bu durumu anlayamıyorlar. Ebru Kırancı’ya neden “anne” dedim acaba? Merak etseniz yeridir. Burcu ve İlayda, trans misafirhanesinin, balatası sıyrılmış, frensiz misafirleri. Survive’ları Ebru Kırancı’dan veresiye yazdırıldı. Ebru Kırancı Kürt olduğu kadar, ateisttir de. İkisi birbirinden bayağı kesirlere payda. İşler düşler çarpılıyor. Hesap böyle. Yani Ebru anne, cennete gitmek için yapmıyor bunu; umarım, anlatabiliyorum. Biyolojik kadınlara, anne olmayı öğretiyor. Hem sakat hem Kürt çocuklar kadar, Kürt olduğu kadar sakat çocuklar da ona “anne” diyor. Ebru gibiler öğretiyor bize anne olmayı. İstanbul’da travesti kabul etmiş ilk hastane, iki yabancıyı Ebru sayesinde tanıştırmıştır. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları, verdiği sözü tutamadı. Burcu şizofreni tanısıyla yatıyordu. Hastaneye verilme şartı, ailesinden korunmasıydı. Burcu’dan üç aydır haber alınamıyor. Ağabeyiyle birlikte, bilinemeyen bir yöne doğru kaçarken görülmediler. Ebru Kırancı, devletin yaptığını yapmaz. Çocuğunu, onu öldüreceğini bildiklerine teslim etmez.
Ebru gibiler, yaşlı transları da dışarda komaz. Evine ithal eder. Bizler, sizler kadar şanssız değliz. Biz annelerimizi seçiyoruz. Kurada bana hep sorunlu kızlar çıktı. Hepsi bir şeylere bağımlıydı. Sik, hepsinin ortak bağımlılığı. Hayatta kalabilsinler diye onlara yol yordam öğrettim. O vardı bende ve esirgemedim. Seks işçiliğinin esrarını verdim. Sonra bıraktım; sokak, al senindir.
Seks işçiliği üzerinden ilerleyemeyeceğimizi, ikimiz de en başında anladık. Seks işçisi kalifikasyonunda olmayan kızları biz, aktivist yapıyoruz. Basamakları çok kısa sürede tırmandı. Pembe Hayat’ta çay ikram etmek için makamına konuk bile alıyor. Bence ne LGBTT politbürosunda, ne Birleşmiş Milletler strateji plancıları arasında, ne de Avrupa Birliği’ndeki veya Uluslararası Af Örgütü’ndeki yüksek bürokraside Gülşen kadar ne yaptığını bilen var. Kesinlikle kalifiye olduğunu düşünüyorum. Çünkü Gülşen, inanmış biri. Önemli saydığı örgütlerin haberlerini her gün takip eder. Playlistlerini, Türkçe pop listelerine saygıda en az kusur işlemiş bir hakkaniyetle hazırlar. Bunları interaktif platformlarda yayınlar. Fırsat yaratır, bu haberlerin de çığırtkanlığını yapar. Facebook profilinden haykırır, herkesle paylaşır. Arada RTÜK’e mesai oluşturan konularda artistik değeri tartışmalı bazı fotoğraflar paylaştığı da olur. Keşke bu özgürlük davasına, onun kadar saf ve temiz inanabilsek. Gülşen, beni ve düşüncelerimi tokatlıyor. Gülşen, hinliğin kokusunu dedektör gibi seziyor ve ne döndüğünü soruyor. Anlatıyorum. Anlamıyorsa, o işin içinde gerçekten bir hinlik var demektir. Kervan durdurulmalı, kaybolan iğne bulunmalıdır. Ben Gülşen’i, kontrol kalemi gibi kullanıyorum. Anlayıp, kafası değil ayakları üstünde durduğuna onay verdiği her konu, benim için de öyledir. Anlayamıyorsa değil. Kararlarım ve yazılarım, Gülşen’in aklından süzüldükten sonra Yusuf’un radarına giriyor. Yusuf bu dibe çökmüş kahve telvesinden manalar çıkarıp, hayra yorduktan sonradır ki, önünüze getiriliyor. Üç önemli akıl süzgecinde damıtılmış tek yazı! İyisiniz.
Kendimize sizinkilerden daha kötü bir aile kurmamışız, gördünüz. Hasta, sakat, ibne, bağımlı, ebeveyn ve çocuklarımızı sizin gibi dışarıya tükürmüyoruz. İçimizde sıçtığımız ayrı bir bok. Bunlar, hep Gülşen’in yüzünden oldu. Bu kız, beni öldürür. Gülşen, artık eşraftan sayılıyor. Tabi… HDP’den, belli ki rahat bir koltukta oturmayan birileri Gülşen’i arayıp soruyor. Lambdaİstanbul, onun emrine amade. ODTÜ’lü teenager grubuyla takılır. Müslüman oluşu, bunların yanısıradır. Ben de bayılırım dine imana, akraba ve taallukata… Yılanın sevmediği narpız, deliğinde bitermiş. Benim kızlar, ya müslüman oluyor, ya faşist. Yarakseverlikleri ve kaliteli bir ev hayvanına sahip oluşları, ortak özelliktir.
Genç çocuklarla sevişirken, bir süre sonra, kocalarımı çocuklarım gibi sevmeye başlıyorum. Bende var bir tuhaflık. Ben başka bir kadınım. Söylediğim her söz, daha önce karşısında olduklarıma dairdir. Daha önce mutlaka, kendim tarafımdan inkar edildim. Ben, inkar eden ve edilen, tek kişiyim.
Aile kurumunun da içine sıçarım. Buyurun, yılın ilk çeyreğindeki enflasyon rakamı beklentisi anketlerine cevap verecek bir hane halkı size. Tüketici fiyat endeksleri hazırlayın, durmayın. Feminizmde de durum böyleydi, seks işçiliğinde de. İkisini de, karşısındayken oldum. “Estetiksiz” tabiri sırıtacaksa eğer, “kocaoğlan” diyelim bana. Fakat, gayet sağlam durdum. Kendimi sundum ve bu para etti, iyi mi? Şu ülkede ne satsan alıcı bulur. Satılmayan, alıcısı olmadığından değil, satıcısı olmadığındandır. Ben bunun bizatihi ispatıyım. Peruk olmayınca, saçsız, zavallı, şişko, tamam olabilir ama aynı zamanda yaşlı bir ibneyim. Peruk ve aparatlarla, histerik bir orospu oluveriyorum. Satışveriş yapıyorum. Fantastik bulanlar oluyor. İnsanları dolandırdığım gibi bir şüphe tarafından, mütemadiyen rahatsız ediliyorum. Hani ben fıkralarınızın malzemesiyim. Yaşlı, kıllı ve şişman… Sevmediğiniz beden hatlarımla, karikatürler yemlemiştiniz hani…
Ben bu düzenin içine sıçayım. Beni kraliçe yaptınız, kim inanır? Çünkü sizin bir kıraliçeye ihtiyacınız varmış. Boşluğu gördüm. Orayı doldurmaya hamle ediyorum. Çünkü bundan başka; yani kıraliçelik mesleği olmasa, beni kabul edecek sektör yok. Yakıştı da. Ben bir kıraliçeyim. İnanmazsanız, Galler Prensi söylesin. Ben öyle inanıyorum. Hepiniz inanın. Taç benim değil mi? Kendimi sunduğum gibiyim.
Çok güzel olduğu rivayetlere konu bir ev arkadaşım var. Ki, kendisinin bahsi, yukarıda Gülşen’in ikinci teyzesini takdim sırasında geçti. Kocasının kölesi. Özge, kocası tarafından düzenli aralıklarla, bir BDSM seansı tadında dövülür. O güzel beden, maalesef kocasının. Üstünde morluklar, birer barkod işareti gibi durur. O aslında bedeninden vazgeçti. Oysa ben, bir kıraliçeyi sunarım. Erkekler beni yalamaya ayak parmağımdan başlar. Kıraliçe sevmenin yordamı bu.
Aslında ben, bedenimle de dalga geçerim. Bedenim bana itaat etmek zorunda. Ne bedenimi ikna etmem gerekir gerçekten kadın olduğuma, ne de partnerimi. Apaçık: ben bir kraliçeyim. Herkes haddini bilsin. Bir erkek beni, öyle, sıradan bir ibneyi, ortalama bir kadını siker gibi sikemez.
Kadınlar vajinayı tamamen yanlış anlamış. Ben yanlışı düzeltiyorum. Ben, bu aileyi düzeltiyorum. Baba, ağabey, namusumu koruyacak erkek kardeş falan yok. Bakın bizim ailede, babamızın memesi var. Babamızın kocaları da varmış. Yinelemek gibi olmasın, Akşamsefası, eski kocasıyla yeni sevgilisiyle ve dahi eski kocasının yeni sevgilisiyle bir köpek arasında, aynı evi pay ediyor. Herkes mutlu. Benim kıraliçe oluşuma kim itiraz edecekmiş? Her şeyi düzelteceğime söz veriyorum. Rahat olun. Az bekleyin. Şu çarkı paslanmış düzenin ailesini ve şu ailenin çarkı paslanmış düzenini, erkek tahakkümünden kurtarayım önce. Kurtarayım, azad kılayım. Erkekleri insana benzeteyim. Tükürmeyen, sövmeyen, öldürmeyen, tecavüz etmeyen, asker olmayan haline getireyim. Onları tutup, fabrika ayarlarından bozayım. Sonra devlete el atarız. Etnik kimlikler ve anadil meselesi de masada. İrdeliyorum enine boyuna; notları var. Bir kaç ülke kurayım diyorum. Niye? Şapka devrimi olmadı mı? Ülke kurabileceğime inanmayıp, şapka devriminin yıldönümünde geçit resmi yapanlar! Aynı mısınız? Mülteci sorunu öte yanda. Ama en çok Avrupa’yı çimdiklemek istiyorum. Sıçıp, boklarını yiyecek durumdalar. Mutsuzlar. Hükmü henüz tebliğ etmedik ama hiç hayırlı düşünmüyorum Amerika hakkında da. Ortadoğu, her gün bir başka çocuğu, kundağıyla getirip kapıma bırakıyor. Nereden başlasam? “Yola madem çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım”, dünyaya barış getireceğim, çare yok. Getireceğim, getirmesine de, erkekler sorun. Pislik asker ve polisten yayılıyor. Yenilecek rakip o. Onu yeneceğim ve sahada olan sahada kalmayacak.
Bu yazı, Pembe Hayat‘ta yayınlanmıştır.