İngiliz yazar Doris Lessing vefat etmiş. Kendisini Türkü Söylüyor Otlar‘dan bir alıntıyla uğurlayalım:
“Böylece, sert tepelerden boğucu, tozlu nefesler püskürten, hafif esintili, sıcak, durgun, ağustos ve eylül ayları geride kaldı. Mary, daha önceleri birkaç dakikasını alan işler için saatler harcayarak, düş dünyasında dolaşan bir kadın gibi davranıyordu. Kızgın güneşin altında şapkasız dolaşıyor; acımasız, kalın ışınlar sırtını ve omuzlarını yalayıp onu sersemleştirirken, zaman zaman, baştan başa çürüdüğünü, güneşin derisini eritip ağrıyan kemiklerini örten yumuşak, çürük bir yüzeye dönüştürdüğünü düşünüyordu. Böyle ayakta durmaya devam ettikçe başı dönüyor, adamı şapkasını almak için yolluyordu. Sonra, saatlerce tavukların arasında onları görmeden, amaçsızca dlanmamış da, gerçekten ağır bir iş yapmışçasına bir rahatlıkla iskemlesine çöküp hiç kımılamadan, hiçbir şey düşünmeden oturuyordu ama evin içinde kendisiyle baş başa olan o adamın varlığı, hiç çıkmıyordu aklından.
…
Göğün ortasından yayılan kızıllık, tepelerin üzerindeki dumanı renklendiriyor ve ağaçları canlı, sıcak bir sarıyla ışıklandırıyordu. Dünya, bir renk mucizesi olan bu dünya onundu, onun içindi! İçinden gelen kurtulma ve coşku duygularıyla ağlamak istiyordu. Dünya, bir renk mucizesi olan bu dünya onundui onun içindi! İçinden gelen kurtulma ve coşku duygularıyla ağlamak istiyordu. Sonra onu, o dayanamadığı ağustosböceğinin ağaçlar arasındaki sesini duydu. Bu güneşin sesiydi ve nefret ediyordu güneşten. Güneş doğuyordu artık, siyah bir kayanın ardında sevimsiz, kırmızı bir renk demeti belirmiş ve sıck, sarı ışığın bir parçası maviliği delmeye başlamıştı. Birbiri ardına ağustosböcekleri ötüyor ve kuşlar artık duyulmuyordu. Bu ısrarlı alçak haykırışlar kadına, sıcak çekirdeğinin çevresinde dönen güneşin sesi, acımasız, pişkin ışığın gürültüsü, yayılan sıcaklığın çığlığı gibi geliyordu. Başı karıncalanmaya, omuzları sızlamaya başlamıştı. Sıkıntı veren kırmızı disk, ansızın tepelerin ardından sıyrılırken göğün rengi silindi; çorak, güneşle neşesi kaçmış bir dünya serildi gözlerinin önünde; küllenmiş kahverengi, zeytin yeşili ve duman rengi her yerdeydi; ağaçların arasında salınarak tepeleri örtüyordu. Gökyüzü, onu karılayan kalın, sarımsı duman bulutlarıyla kadının üzerine kapandı. Dünya ufalmış, sıcak, duman ve ışıktan bir odaya kıstırılmıştı.”
Güneşi gökyüzünden mutfak eldiveniyle alıp insanın göğsünün orta yerine koymayı bilmiş bu büyük yazar, huzur içinde yatsın.