Çocukluğum, daha doğrusu bebekliğimden aklımda kalan en erken ve en parlak hatıralardan biri şöyle: Bir odada tek başıma oturmuş, hafif tedirgin bir ivedilikle ismimi ezberlemeye çalışıyorum; “benim adım Tuğba, Tuğba, Tuğba…” O sıralar henüz “Tuğba” ya da “ben” olmak hakkında pek bir şey bilmiyorum, kuvvetle muhtemel aynı dönemde şahsıma sıklıkla yöneltilen bir sorunun tek kelimelik cevabını hafızama kazımaya çalışıyorum. – “Sen kimsin?” – “Ben Tuğba”. Peki ama Tuğba olmasaydım ben, ben olacak mıydım? Bu isim, varsa eğer özümde olan varlığa ya da bana mı aitti, yoksa bana hitap eden, özümü yoğuran, özümde hak iddia eden başkalarına mı? Kim olduğumu büyüdükçe mi tanıyacaktım; tanıdıkça mı büyüyecektim; ya da değişmeyen bir “ben” olacak mıydı hiç? Şüphesiz bu sorular o yaşlarda bu şekilde yer etmiyordu kafamda, ancak yine de, bir çocuk ismiyle nasıl var olur sorusunu sormuyor, yaşıyordum.
Gertrude Stein’in diğer eserlerine kıyasla pek bilinmeyen tek çocuk kitabı The World is Round [Dünya Yuvarlaktır], çocukluğun ve kendini tanım(lam)anın ıssız yolculuğunu, bu sorulara yönelen bir arayış eşliğinde kurguluyor işte. Stein, 1903 yılında çocukluğunu ve ergenliğini geçirdiği Amerika’dan Fransa’ya göç ediyor ve hayatının geri kalanında hep Paris’te yaşıyor. Bir yandan ağabeyi Leo ile koleksiyonculuk yapıyor ve dönemin Picasso, Cézanne gibi ressamlarının henüz şöhret kazanmamış tablolarına talip oluyor; diğer yandan her Cumartesi Fleurus Sokağı No:27’deki evinde düzenlediği sohbetlerde yazarlar ve sanatçıları ağırlıyor ve eserlerini üretiyor. Önce Üç Hayat isimli uzun hikayelerden oluşan kitabı, ardından partneri Alice B. Toklas’ın yaşamını kendi ağzından anlattığı Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü sayesinde yazar olarak dünya çapında bir ün kazanıyor. Akabinde, Amerika’da çocuk edebiyatının ünlü yayıncılarından William R. Scott, kendisine bir çocuk kitabı yazmasını teklif ediyor ve bir yıl sonrasında, yani 1939’da Clement Hurd’ün illüstrasyonları eşliğinde bu küçük kitap ortaya çıkıyor: The World is Round.
Her çocuk kitabı gibi içinde “büyüklerin” dünyasından izler barındıran The World is Round, 9 yaşındaki Rose’un, Rose olma halini şiirsel bir hakikat arayışı üzerinden sorguluyor. Rose, kim olduğunu düşünüyor, neden Rose olduğunu, neden Rose isminde küçük bir kız çocuğu olduğunu… Bu düşünceler hep şarkılarla dile geliyor; Rose hem şarkı söylüyor hem de söylediği şarkılara içlenip ağlıyor.
Ben küçük bir kızım ve benim adım Rose, Rose benim adım.
Neden küçük bir kızım
Ve neden benim adım Rose
Ve ne zaman küçük bir kızım
Ve nerede küçük bir kızım
Ve nerede benim adım Rose
Ve hangi küçük kızım ben Rose adındaki küçük bir kız olan Rose adındaki küçük bir kız mıyım. [1]
Dünya nasıl yuvarlaksa ve dünyanın yuvarlak olma hakikatini nasıl gündelik bir gerçeklik şeklinde anbean algılayamıyorsak Rose da dünyada var olma hakikatini, nerede, ne zaman ve niçin Rose isminde küçük bir kız olduğu sorgulaması üzerinden dokunabilir bir gerçekliğe dönüştürmeye, varlığıyla benliğini buluşturmaya çalışıyor. “İsmim Rose olmasaydı Rose olur muydum,” diye soruyor Rose. Beni tanımlayan şeyi değiştirirseniz ben, ben olmaktan vazgeçer miyim? Yoksa ben, siz bana ne derseniz deyin, ben miyim?
Görünen o ki Rose’un bu sorusunun ortaya çıkışında Shakespeare’den alınan ilhamın da bir payı var. Romeo ve Juliet’in meşhur aşkı, Romeo’nun düşman Montague soyadını taşımasından ötürü bir kavuşamama hikâyesine dönüşür. Bu engele ilişkin Juliet, Romeo’ya şöyle seslenir:
Benim düşmanım olan adındır yalnızca
Sen sensin, Montague olmasan da.
(…)
Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile
Kokmaz mı aynı güzellikte?
Romeo’nun da adı Romeo olmasaydı,
Kusursuzluğundan hiçbir şey kaybolmazdı. [2]
Stein’ın Rose’u da böyledir; Rose olmasa da adı, Rose’dur işte. Dünya, düzdür denilse de yuvarlaktır; gül adına papatya denilse de güzel kokuludur ve Rose, adına Gül denilse de kendisidir. Ama bu kendiliğin ne kadarı kendiliktir, ne kadarı yaratılan/dönüşülen bir Rose olma deneyiminden kaynaklanmaktadır? Bu ve birçok başka soru, Rose’un kafasını kurcalar. “Rose hep düşünür. Adınız Rose olunca düşünmek kolaydır.”
Rose’un bir kuzeni vardır bir de, Willie. Willie’nin benliği bir tür erkeklik kalkanıyla kaplanmıştır adeta ve Rose’un aksine, kendi(liği)nden ve değişmezliğinden oldukça emindir. Kim olduğuna dair çok soru sormaz, çünkü kim olduğunu bilir ya da bildiğini sanır. Kendiyle karşılaştığı yerlerde ise koşar. Willie de şarkı söyler sık sık, ama içlendirmez bu şarkılar onu, yalnızca daha heyecanlı ve güvenli kılar.
Benim adım Willie ben Rose gibi değilim
Ne olursa olsun Willie olurdum
Adım Henry olsaydı da Willie olurdum
Willie olurdum hep ve hep aynı Willie [3]
Rose ise soru sorar, el yordamıyla cevaplar arar. Bir tür yolculuğa çıkar bunun için, kendi içine değil, kendi dışına doğru. Bir dağa tırmanmaya başlar mavi renkli bir bahçe sandalyesiyle. Bazen keyiflenir, hayran kalır, cesaretlenir ve durup bir ağacın üzerine “Gül bir güldür bir gül” [4] yazar, süregelen bir döngünün salt bir halkası olarak yeniden yaratır kendini. Bazen de korkuları su yüzüne çıkar, yalnızlığını hatırlar, acizliğini düşünür ve Willie’nin yanında olmasına ihtiyaç duyar, duydukça da mavi sandalyesine sığınır. Büyür böylece Rose, dağın tepesine sandalyesini koyup “vardım işte” diyene kadar. Nihayet dağın tepesine çıktığında ilk kez sandalyesine kurulur, yıldızlara bakar, şarkılar söyler.
Fakat bir kez varınca tepeye, aslında varmadığını fark eder. Yalnızlığını hatırlar ve belki de şunun ayırdına varır: Yalnız olduğu sürede neden, ne zaman ve nerede Rose olduğu sorusu önemini yitirmiştir. Rose tepeden kendine doğru kuş bakışı bakabilmiş, fakat sonra gördüklerini anlamlandırabilmek için yine tanımlara ihtiyaç duymaya başlamıştır. Bu yüzden dağın karşıdaki tepesinde parlamaya başlayan ışığı görünce heyecanlanır hemen. Willie’den başkası değildir bu, ancak artık kuzeni değildir: Belki Willie de kendi yolculuğundan bir başka Willie olarak çıkmıştır.
Stein’ın yazını, tıpkı Rose ve Willie’nin kimlikleri gibi akışkan; metni durduran virgüller ve noktalar gizlenmiş, bu kadar çok sorunun barındığı bir yerde bir tane bile soru işareti yok. Bilinç nasıl akıyorsa kalemin ucundan Rose da öyle akıyor, akıyor ve dönüşüyor. Dönüşüyor ve kendisi oluyor. Aynı şekilde kitabı okumak da, her seferinde yeni bir düşünsel akış yaratıyor okuyanda.
İsmimi ezberlemeye çalıştığım ya da en azından okumayı öğrendiğim yaşlarda, The World is Round’u okuyabilmiş olsaydım ne düşünürdüm diye düşünüyorum son olarak. Belki hikâyeyi en yalın ve en birincil haliyle okur, ufak bir tabureyle evin avlusuna doğru bir yolculuğa çıkardım. Belki de Rose’un dünyasını şimdi olduğundan daha çok hisseder, içlenir ve bir şarkı da ben söylerdim…
[1] “I am a little girl and my name is Rose, Rose is my name.
Why am I a little girl
And why is my name Rose
And when am I a little girl
And when is my name Rose
And where am I a little girl
And where is my name Rose
And which little girl am I am I the little girl named Rose which little girl named Rose.”
[2] William Shakespeare (2019 [1597]), Romeo ve Juliet, Çeviren Özdemir Nutku, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
[3] “My name is Willie I am not like Rose
I would be Willie whatever arose,
I would be Willie if Henry was my name
I would be Willie always Willie all the same.”
[4] “Rose is a Rose is a Rose” Stein’ın ilk kez 1913’te yayınlanan “Sacred Emily” [Kutsal Emily] isimli şiirinde kullandığı bu ifade, sık sık başvurduğu, evirip çevirdiği bir tanım haline geliyor. Birçok eserinde adeta Stein’ın imzası olarak bir şekilde karşımıza çıkıveriyor. Ben “Gül bir güldür bir gül” şeklinde çevirmeyi tercih ettim.
Kaynaklar:
Metin Celal, “Güldür bir gül gül bir güldür”, Cumhuriyet Kitap Eki, 7 Haziran 2018.
Gertrude Stein (2013 [1939]), The World is Round, illustrated by Clement Hurd, foreword by Thacher Hurd, afterword by Edith Thacher Hurd, Harper Collins.
Gertrude Stein (2018 [1939)], La Terre est ronde, traduit par Marc Dachy, préface de Chloé Thomas, Editions Payot & Rivages, Paris.
Ana görsel: Kitaptan bir sahne.