“Göster ama verme”, “kendini ağırdan sat” gibi sözleri birçok heteroseksüel kadın, hayatının bir döneminde duymuştur sanıyorum. Ben duyduğumda lisedeydim. “Verenler” pişman olmuş olmalılar ki böyle bir nasihat ortaya çıktı diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bu yazıda aşk oyunlarına, masum bir baştan çıkarma dersiymişçesine “göster ama verme” kuralını sokan yapılar üzerinden biraz düşünmek istedim.
Göster ama verme stratejisi, arzuyu dinamik tutan ve cinsel ilişkiyi, ulaşıldığı takdirde baştan çıkarma oyununu gereksiz kılacak nihai bir hedef olarak belirleyen bir pratik olarak karşımıza çıkıyor. Cinselliği bir tür imkansızlık, ulaşılmazlık içerisinde konumlandıran bu strateji, aklıma öncelikle tarihin eski sayfalarından bir örneği, “saraylı aşkı” (l’amour courtois) getiriyor. Orta Çağ Fransız edebiyatına damgasını vuran saraylı aşkı tanımak için André le Chapelain’in XII. yüzyılın sonlarına doğru yazdığı De Amore (Aşka Dair) isimli kitaba bakılabilir. André le Chapelain bu kitapta saraylı aşkın kılavuzunu oluşturan otuz bir maddelik bir Aşk Kanunu sunuyor. Dikkatimi çeken birkaç madde şöyle:
1)Evlilik aşka teşkil etmez.
2)Kıskanç olmayan sevemez.
(…)
14)Kolay bir fetih aşkı değersizleştirir, zorlusu ona değer katar.
Aşk Kanunu, aşık olunan kişinin (cinsel olarak) elde edilmesinin zorluğunu kendine bir engel olarak görmüyor. Aksine bu zorluk, aşka “değer” katıyor. Bu, şu sosyal bağlam dahilinde anlam buluyor: Saraylı aşk gereğince aşık olunan kadın, çoğunlukla evli ve erkekten daha ayrıcalıklı bir sosyal sınıftan oluyor. Buna göre aşk, “bütünüyle elde edilmesi” imkansız bir kişinin idealine duyulan tutku ve cinsel olarak “tüketilmesi” olanaksız bir bedene duyulan arzu çerçevesinde şekilleniyor. Arzu, aşkın kamçısı oluyor: Aşık olunan kadın, ne bütünüyle “teslim oluyor”, ne de bütünüyle kendini ulaşılmaz kılıyor. İkisinin arasında bir yerde, yani “gösterip vermediği” bir alanda baştan çıkarma oyununa katılıyor. İlk bakışta, adımları önceden belirlenmiş bu kur yapma ritüeli, kadına erkek karşısında bir güç veriyormuş gibi görünüyor; fakat oyun dinamikleri tekrar incelendiğinde erkeklerin saygınlık, asalet ve güç gösterilerini kadınlar üzerinden gerçekleştiriyor oluşu daha belirgin hale geliyor. Bu bakımdan saraylı aşk hikayelerinde kadın uğruna yapılan kahramanlıkların, ezici çoğunlukla erkek bakış açısından anlatılıyor olması pek de şaşırtıcı değil sanırım.
Yüzyıllar arasında hızlı bir geçiş yapıp günümüze geldiğimizde “göster ama verme” stratejisinin çok farklı örneklerine rastlamaya devam ediyoruz. Osman Özarslan’ın taşra gece hayatının erkekleri ve konsomatrisler arasındaki ilişkiyi ele aldığı Hovarda Alemi kitabında, konsomatrislerin müşteriler karşısında kendilerini konumlandırış biçimi buna güzel bir örnek. Erkekler üç tipoloji altında sınıflandırılıyor: paralılar, belalılar ve yakışıklılar. Paralılar ve belalılar, konsomatrisi elde etmek için her türlü “kahramanlığı” gösterecek erkek müşteriler olarak karşımıza çıkıyor. Fakat kahramanlığın sürekliliği, konsomatrisin baştan çıkarma oyununu belirsizlik alanında oynamaya devam etme becerisiyle belirleniyor. Buna göre kadınlar, gerek sözleriyle, gerek bedenlerinin albenisiyle müşterilerin gözünde erotik bedenlerinin değerini yükseltmeye çalışıyorlar; fakat bu değeri baki kılacak en önemli kriter, müşterinin ulaşmayı hedefliyor olabileceği cinsel bedeni ondan sakınmak olarak belirleniyor. Yani ne bütünüyle ulaşılabilir, ne de bütünüyle ulaşılamaz olmak…
Bu noktada konsomatrislerin sözlerinde bir ortaklık dikkat çekiyor: “göster ama verme”; yani para akışını, ilgiyi, saygıyı ve korumayı kaybetmek istemiyorsan baştan çıkarma oyununu kurallarına göre oyna. Erkekler açısından konsomatrislerle kurdukları ilişkiyi eğlenceli ve heyecanlı kılan şeyse bu belirsizlik alanı işte, öyle ki saha çalışmasında görüşülen erkekler iş seksten ibaret olsaydı “orospuya giderdik” gibi açıklamalarla elde etmeye çalışmanın, elde etmekten daha cazip olduğunu belirtiyorlar. Özarslan bunu şöyle açıklıyor:
“İmkansız erkekliğin imkansız hediyesi böylelikle bir imkansızlıkla daha yoluna devam etmeyi dener: İmkansız tatmin. İşte bu, içerisinde sonsuza kadar kovalamanın, tatmin olma ve yakalamaya tercih edildiği, imkansız avdır” (syf. 96).
Nitekim bu oyun, kadının kaçtığı, erkeğin kovaladığı; kadının değerli hazinesini “koruduğu”, erkeğinse bu hazineyi fethedip “sahip” olmaya çalıştığı bir senaryo yaratıyor. Erkek açısından bu durum, bir noktadan sonra arzunun, peşinde koşulan özneden ziyade (sosyal statü, tatmin vs.) elde etme eyleminin ta kendisine yöneltilmesi ihtimalini beraberinde getiriyor. Kovalamaca, kovalanan öznenin kendisinden daha tatmin edici hale geliyor ve ilgi, elde etmenin başarısıyla kaybolup gidiyor. Kadın ise bu vesileyle bekleyişe ve sakınmaya dayalı bir tutum sergilemeye davet edilmiş oluyor.
Yine günümüzden bir örnek verecek olursak, çağımızın son ve en “özgür” keşfi olan çevrimiçi tanışma platformlarının da “göster ama verme” stratejisinden dersini aldığını söyleyebiliriz. Çevrimiçi tanışmalar üzerinden dönüşen aşk ve cinsellik pratiklerini inceleyen Marie Bergström, çevrimiçi uygulamaların cinsel tanışma ve yakınlaşmalara kontrolcü göz ve normlardan uzakta gerçekleşebilme fırsatı tanıdığını, fakat bunun kimi toplumsal cinsiyet rol ve beklentilerini bütünüyle yok etmediğini söylüyor. Ailenin ve toplumun görünür yasakları haricinde oynanan aşk oyunları, öğrenilmiş ve içselleştirilmiş kimi kontrol mekanizmalarından kolay kolay kurtulamıyor.
Daha basitçe açıklamak gerekirse, uygulama kullanıcılarının ifadelerine göre halen tanışmalar sırasında erkeğin ilk adımı atması ve kadının “haddinden fazla” ilgili/arzulu görünmemesi beklenebiliyor. Nitekim, arzularını rahatça dillendirebilen ve direkt yüz yüze görüşmeyi teklif eden kadınlar, erkek kullanıcıları ürkütüyor; erkekliklerini ve kahramanlık gösterilerini tehdit ediyor. Dolayısıyla kadın bir yandan erotik kapitalini yer yer karşı tarafa iletmekle ve bir tür ulaşılabilirlik alanı yaratmakla yükümlüyken, diğer yandan da cinsel bedenine erişimin sınırlarını kontrollü şekilde çizmek kaydıyla kendini “değerli kılmaya” mecbur bırakılıyor. Erkeklerse bir taraftan aldıkları cevapların azlığı ve seyrekliğine yönelik serzenişte bulunurken diğer taraftan, kendileriyle açıkça ilgilenen kadınlara karşı şüphe, endişe ve ilgisizlikle yaklaşıyorlar.
Sonuç olarak, elde edilmek için uğraşılmayan kadın, basit ve ucuz kadındır algısı farklı çerçevelerde hala geçerliliğini koruyor. Aynı şekilde erkeğin ilgisinin de her an kaybolabilecek, her an kaçabilecek bir hevesmişçesine dinamik tutulması ve beslenmesi gerekiyor; ve kadın bu ilgiyi koruyabilmek için arzusunu törpülemeyi, mesafe koymayı ve “gösterip vermemeyi” daha kolay bulabiliyor.
Peki ya sizin heteroseksüel ilişkilerinizde, online tanışma platformlarında “göster ama verme” nasihatini kulağınıza küpe ettiğiniz zamanlar oldu mu? Ya da bu ulvi nasihate uymadığınız için pişmanlık duyduğunuz?
Yorumlarda buluşalım.
Görsel: Georges Barbier.