"Yazarlar sitede kendi aralarında kesinlikle konuşmasın" eleştirilerini dikkate aldık ve bunu olabildiğince sık yapmaya karar verdik.

SANAT

Gone Girl’ü İzlediniz mi?

Elle yazısı etrafında filizlenen “Yazarlar sitede kendi aralarında kesinlikle konuşmasın” eleştirilerini dikkate aldık ve bunu olabildiğince sık yapmaya karar verdik. Gıcıklığına değilse de, artık mümkün olduğunca yayın programına dahil etmek istediğimiz bu yazılar sitede her şeyi her zaman niye işleyemediğimizin güzel bir göstergesi oluyor.

 

Geçenlerde üç kişi (Oşu, Karı Kuvvetleri ve Ümmü Borgir), Gillian Flynn’in aynı isimli romanından sinemaya uyarlanan Gone Girl‘ü izlemeye gittik. Filmin genel olarak çok beğenildiğini, kadın karakterin ve hikayenin ise bazı tartışmalara konu olduğunu okumuş ama filmden önce fikir edinmemiştik. Başlarda gülüyorduk, Ben Affleck’in üzgün kaslı karakteri bizi ciddiyete davet edemiyordu. Derken işler ciddileşti. Hikayenin odağındaki karı-kocadan karı olanın koca olana nasıl bir kumpas kurduğu, kadının galiba seyirciye tanıdık gelmesi beklenen psikopatlığı coştukça asıl kumpas bize kuruluyor hissi geldi içimize oturdu. Film bitip ışıklar açıldığında çeşitli küfürler mırıldanarak yerimizde oturmuş birbirimize bakıyorduk. Salonu terkederken bir yandan heyecanla “gördün mü olanı? olanı gördün mü? vay başıma gelenler” gibi şeyler sayıklarken hislerimizi siteye de taşımamız gerektiğine karar verdik. Ama dünya çığlığımızı duyacak mıydı?… Aşağıdaki, filmi izlediğimiz günü takiben birbirimize yolladığımız bir takım fikir ve alıntıların –kamyon yüküyle spoiler barındıran– derlemesi.

 

***

 

 

[Ertesi sabah, 07:23, yatakta yan dönmüş halde] KK: Şu an uyandım ve filmi düşünüyorum. Elif Batuman’ın yazısını okudum, bizi dehşete düşüren hiçbir şeye değinmemiş, “kitabı büyük bir beğeniyle okumuştum, film daha da iyiydi” demiş. Filmin anlatımında, psikopat bir karıya sahip olmanın özel zorluklarından ziyade hepimizin birbirine alıp verdiği söylenmeyen varsayımlar vardı diyor: Yani “Evlilik ve çocuk doğurma yaşına gelen kadınları bekleyen şeyler: olay hiçbir zaman bu (şehirli, eğitimli, zeki, taş, vs) kadınların dikkatle yaratılmış ve bakımı yapılmış kimlikleri değildi, olay tüm bunların erkekler ve çocuklar için kurban edilmesiydi.” Film evliliği şiddetli bir suç olarak sahneye koyuyor diyor. [Evlilik meselesine ve Batuman’ın söylediklerine aşağılarda bir yerde tekrar geliyoruz]

 

Fakat filmin evlilikle ilgili ne söylediğine değinirken bunu kadın karakterler üzerinden yapış tarzından hiç rahatsız olmamasına şaşırdım. Bir de filmdeki kadın karakteri topluma empoze edilen (!) feministten ve feminizmden “farklı” olduğu için beğenenler varmış: “Eğer seksüel olarak manipülatif, erotik biçimde agresif ve çıldırmış nezdinden korkusuz bir karakteri mi, yoksa feminist propoganda ve tatlılığa sonuna kadar batmış alternatifini mi seçeceğimi sorsalar, ben ilkini seçerim.”

 

Oşu: Şimdi okudum ikisini de.. Yani iki yazıda da bu kadar mı her dediklerine katılmayabilirim. Yanlış yanlış YANLIIIIŞŞŞ

 

Ümmü: Manipülatifle tatlı arası seçmek zorunda mıyız, niye iki tane seçeneğimiz var?

 

Dün yolda dönerken “Bütün boklukların yanında film bi de kötüydü” dememin sebebini buldum sonra. Film ikinci yarıdan sonra resmen bi kıssaya dönüşürken hiç gözünü kırpmadı. Ve “sizin bildiğiniz tatlı çift”ten bu korku dolu kıssaya geçişte de müthiş bi sinsilik gizliydi.

 

Şimdi “Amazing Amy” teşhis konulabilecek bir psikopattıysa mükemmel erkeğin yanında otururken, her şey iyiyken tv’den gördüğü Ben Affleck’i neden yeniden deliler gibi arzuladı? Çünkü aslında çizilen portre psikopat filan değil, “zayıflıkları ve takıntılarıyla işte karşınızda bir kadın”dı. Kıssa derken de bunu kastediyorum, aslında film kadının ve genel olarak evlilik hayatının kıssası değil miydi? Aradaki cinayetler oyunlar biraz çukulata sosuydu sanki, asıl mesele şuydu, çok çok daha tanıdık bir hikaye: Ben Affleck ile Amy mutlu senelerden sonra ayrılıyorlar, Ben ilk şok geçtikten sonra Amy’nin ne kadar mannnyak, ne zehirli olduğunu anlıyor ve etrafına anlatıyor, etraftakiler baştan inanmak istemiyorlar ama tam inandıkları, Ben’i topluma tekrar kazandıracakları sırada Amy “büyü”sünü konuşturuyor, oyunlarını sıralıyor ve ŞAK adama yüzüğü, boyunduruğu geçirip işi hallediyor. Ne olduğunu kimse anlamıyor, herkes uzaktan gelen bu tuzağa nasıl düşüldüğünün hayretinde, dahası herkes her şeyin farkında ama kadın en büyük ihtirasını elde etmişti gene. Film biterken yeniden bir aileler. Bütün “geleneksel” hamilelik oyunlarını oynayıp hem de bi yandan arabada “Kuul kız nedir… Kuul kız her erkeğe göre değişir, sen de erkeğe göre değişirsin” gibi gerçek kuul kız imkanını da yerle bir eden işbilir/saykotik konuşmalar yaptıktan sonra. Şimdi bunlar karakter mi gerçekten? Yoksa birilerinin çıkarmamızı gerektiğini düşündüğü dersler mi? Daha doğrusu, birilerinin erkeklerin çıkarması gerektiğini düşündüğü dersler mi?

 

Oşu: Ben’in ikizi ve dedektif dışındaki tüm kadın karakterler korkunçtu: Aptal hamile komşu, seks bombası ve yuva yıkan genç oyuncu, katıksız kötü ve manipülatif TV programı sunucuları, bir kasaba dolusu erkek peşinde umutsuz ev kadınları ve tabi kontrol manyağı ve Amy’yi proje çocuk olarak sevgisizce yetiştirmiş olan, kocasını yemiş ve sindirmiş ANNE. Başka kadın kalıbı kaldı mı?

 

Falsosuz tek kadın karakter Ben’in ikizi. Erkeksi, bekar ve İKİZ demiş miydim? Kendini tamamen Ben’e adamış, kendi hayatı olmayan kadın. Hatta bir yerde, ‘bunu karına anlattın ve bana anlatmadın mı’ diye içerliyor Ben’e. Ha şunu da atlamayalım, beraber Amazing Amy’den aldıkları parayla açtıkları barı işletiyorlar.

 

Olayları çözmeye çalışan dedektif kadın da erkeksi, boşanmış, kendini işine ve adalete adamış, sezgisel güçleri kuvvetli ve onca erkek polisin ve dedektifin arasında bir kadının manipülasyonunu anlayabilecek tek doğru kişi. Çünkü o bir kadın ve ancak kadın aklı kadınsal manipülasyonları anlayabilir. Tüm mallaştırılmış erkek polis ve dedektifler kalpleri eriyerek ve hayranlıkla Amy’nin yaşadığı felaketleri dinlerken uyanık kadın dedektifimiz iş arkadaşlarından ‘terbiyesiz’ bakışları yemek pahasına Amy’nin hikayesini didikliyor. Namusunu korumak için kafa kesen ve sonra sünmüş kedi gibi yardıma muhtaç halde bulunan Amy kalpleri fetheder.

 

Erkek tarafına geçersek… Ana karakterimiz Ben zaten saftirik ortalama Amerikanınız. Büyük şehirden gelmiş avukat tam bir kurt ve ikizi dışında Ben’e inanan tek kişi. Avukat Amy’nin oyunları ortaya çıktıkça kendisini gülmekten ve ‘vay be ne kadın’ demekten alamıyor. Amy’nin babası ise annenin pasif kocası. Entel zengin herifse yine bambaşka bir Amy’nin parmağında oyuncak tiplemesi. Amy tarafından hadım edilmiş (metaforik) ve 20 yıldır onu bekliyor. Sonunda da zaten seksi beyaz elbisesi içinde, sıcak bir seksin ortasında adamın boğazını kesecek ve oluk oluk kanın akışını izleyecek.

 

Yani bu karakterlerin neresinde Elif Batuman’ın karşılaştırmaya değer gördüğü We Need To Talk About Kevin’deki karakter örgüsü ve derinliği var allaşkına? We Need To Talk About Kevin’in yamuklarını da ayrıca tartışabiliriz ama bu iki film kıyas bile götürmez benim gözümde.

 

KK: Bugün sabah aynı şeyi düşünüyodum. sadece ana karakter değil filmdeki bütün kadınlar pislik, tuzak kuran pis kaltaklar, erkeklerse iyi veya kötü insanlar olmalarından bağımsız kadınların elindeler.

 

Filmin en çıldırtıcı yanlarından biri erkeklerin kolayca av olduğu, herkesin kadına inandığı, herkesin kadından yana durduğu bir dünya çizmesi. Boğaz kesme sahnesine kadar da sözkonusu kadının canavar olduğu söylenmiyor pek. Hele tecavüzle suçlayıp hayatını mahvettiği adamda bittim, çünkü en büyük kabusu bu olan ve boş vakitlerinde dünyada böyle iftiralarla erkeklerin hayatını mahveden kadınlar olduğundan korkan gerçek insanlar tanıyorum.

 

Guardian’dan: Filmin ana temalarından biri tecavüz ve aile içi şiddet hakkında yalan suçlamalarda bulunmanın bebek işi sayılacak kadar kolay olduğu. Karakterlerin hepsi, bir kadının istismara uğradığını söylediği an şövalyevari bir koruma duygusuyla çevrelendiği paralel bir dünyada yaşıyorlar. Bunu burada ve Amerika’da yaşayan kurbanların hepsine söylesenize – onların istismar iddiaları şüpheci polisler tarafından çoktan gözardı edildi bile.

 

Ümmü Borgir: Evet! O kadının yalan söyledikçe etrafındaki şevkatin palazlandığı, şiddete uğradığını anlattığı yerlerde doktorların polislerin tavrının gittikçe Şeksbir komedisine dönüştüğü sahneler neydi? Hangi dünyada yaşıyosunuz? Ve film ne demeye çalıştığının o kadar farkındaydı ki. O ifadeler sırasında verilen komikli esler tesadüf değildi yani. Bu arada filmde avukatı oynayan Tyler Perry denen herifin Amerika’da dünyanın en tırt yönetmen ve oyuncusu olarak genelde kadınların bi tür şaka olduğu ahlakçı film serilerinde oynadığını da eklemek istiyorum. Kendisini gururla tanımladığı bir şeyi alıp ciddi sinemaya taşıyabilme hususunda Yılmaz Erdoğan’ın bir zaman anadolu şahin slx’ine binmesiyle eşdeğer olabilir. Bu filmde oynarken aldığını düşündüğüm zevkten içim çekildi.

 

Gene dün gece bu filmin en büyük palavralarından birinin kesin başka birilerinden de duymamıza ramak kalan, filmin post-post feminist bir yerden geldiği iddiası olduğunu düşündüm. Hani ÖYLE BİR DÜNYA DÜŞÜNÜN Kİ kadının bu kadar eziyete uğradığı senaryosu ancak şevkat ve bin kat pamukla karşılanıyor, aile içi şiddet artık bir sorun değil, tabii eğer karınızı dövmekle suçlanmıyorsanız, filan. VE ŞİMDİ O DÜNYANIN BAZILARININ GERÇEĞİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜN. Baaam. Her kuşak kendi Öldüren Cazibe’sini mi yaratıyor nedir. Artık düşman tencerede köpek kaynatan feminist ikonu Glenn Close değil, Harvard diploması alıp evde oturan ve tüm enerjisini senin hayatını mahvetmeye harcayan Amazing Amy.

 

KK, dünden beri “Hiçbir başka stereotipi bu kuvvette yeniden üreterek film yapamazsın bugün. Buna siyah, Yahudi, azınlık, hepsi dahil” dediğini düşünüyorum. O kadar haklısın ki.

 

Peki romanın bi kadın tarafından yazılmasına ne diyosunuz? (Ben hiçbişey diyemiyorum, bu film hiçbişey diyememem için bi kadın tarafından yazıldı ve senaryolaştırıldı) Şuna bakınız:

 

‘Bazı eleştirmenler kadın karakterlerin sık sık pek iyi bir ışıkta tasvir edilmemesi üzerine Flynn’i kadın düşmanlığıyla suçladı. Flynn suçlamalara karşılık olarak “Kadınların doğaları gereği iyi ve besleyici olduğu fikrinin feminizme giden çok ama çok minik bir kapı açtığı”nı söyledi. Flynn ayrıca “ucuz, vamp veya şıllıkımsı tiplerin artık ciddiye alınmadığını – ama kadınların da kötü niyetli, taş kalpli ve bencil olabileceği fikrinin hala reddedildiğini” söyledi.’

 

Bu kadar katmanlı bi “ortalama erkeğe korku senaryosu” çalışmasını da feminist başarı diye yutturmaya çalışıyorlar ya helal olsun. Sanki kadınların plancı ve sinsi olduğuna dair kanıt hikaye kıtlığımız vardı da. Kan Dökülecek’teki o deli çocuk rahip gibi İncil’i açıp sümkürerek gerekli yerlere parmak basasım geldi. Bu arada bu olayın mahkemenin de aylarca yalanlarının içinden çıkamadığı, erkek arkadaşını öldüren katil Jodi Arias’tan ÇOK esinlenildiğini düşünüyorum. Benzerliği göreceksiniz hikayedeki. Arias şiddet gördüğü istismarcı bir ilişkinin içinde kişiliğini tamamen şekillendirip sonra ilişki iyice kötü bir hal alınca erkek arkadaşını feci şekilde öldürmüş, sonra da ortadan kaybolmuştu. Yakalanınca ne kadarının doğru olduğuna karar verilemeyen bi kurban portresiyle medyayı ve mahkemeleri oyaladı. Galiba Arias’ın olayın ayrıntıları konusunda ne kadar yalan söyleyip söylemediğini hala belirleyemiyorlar. Tabii söylememe gerek yok ama Arias’ın ilişkisinde gerçek şiddet ve istismar olduğu, bu şiddete Arias’ın da katkıda bulunduğu, bunun yanında Arias’ın çeşitli psikolojik rahatsızlıklardan mustarip olduğu ispatlanmış durumda. Gone Girl bunu “anan sana hamileyken çok güzel ve sapıktı” diye bir tür aile hikayesi gibi yutturmaya çalışıyor.

 

Oşu: Ya allah aşkına herkes mi kör yoksa bu kadar popüler olmuş bir filme karşı çıkmak ve ‘klasik’ feministlik yapmak (çünkü artık gerçek feministler post-feminist!) kuul olmayacağı için böyle abzürük abzürük yorumlar mı yapıyorlar esas oğlanın etrafında dans ede ede?

 

‘Time dergisinden Eliana Dockterman, izleyicinin hangi tarafı seçeceğine karar vermeye çalışmasını, yani filmin izleyiciyi bu şekilde angaje edişini Gone Girl’ün mükemmelliğine bir kanıt olarak almış:

 

“Yazar Gillian Flynn ve yönetmen David Fincher izleyiciyi toplumsal cinsiyet dinamiklerini çözümlemeye iten bir film yapmışlar. Amy Desi’nin boğazını keserken ya da ölüm numarası yaparken tam bir canavar.  Ama bunları hayatı boyunca onu kutulara sokmaya çalışmış insanlara bir başkaldırı olarak yapıyor. Yani bu radikal bir başkaldırı ve toplumun kadınlara dair beklentilerine dikkat çekiyor. Seyircinin ‘hangi karakteri daha sempatik buldunuz’ sorusuna cevap vermek istemesi, filmi güçlendiriyor.”

 

Bu da Catherine Liu, California-Irvine üniversitesinde film ve medya çalışmaları profesörü. Gone Girl’ün Film Noir göndermelerine odaklanarak filmi analiz ediyor:

 

Film mizojen mi? Feminist mi?

 

Yanlış sorular. Film Noir hep ekonomik hareketliliğe odaklanan anksiyeteyle ilgilenmiştir. İşçi sınıfından bir adam genelde bir gangster sevgilisinin pençesine düşer. Kadın, kahramanımıza son bir iş yaptıktan sonra kötü yoldan çıkacağının sözünü verir. Kurtarılmaya ihtiyacı varmış gibi durur. Gone Girl de bu temaları ele alıyor. Ekonomik kriz, üst orta sınıf  imtiyazı ve güçlü kadın motifinin üzerine femme fatale bir karakter işler… Bu ekonomiyle alakalı, şekerler.”

 

Eyvallah; filmdeki film noir göndermeleri, ekonomik arkaplan, orta üst sınıf imtiyazının işlenişini konuşabiliriz. Bu açılardan bakmayalım demiyorum da ‘Yanlış soruyu soruyorsunuz’ ne ya? HÖST. Niye soramıyormuşum ben bu soruyu? Sen filme ‘sıradan’ insanların görmediği bir açıdan yaklaşmak ve açıklık getirmek istiyorsan iyi güzel. Ben sana diyor muyum ‘şekerim film noirı araya sokma şimdi’ diye? Tamam yap sen film noir referansını ama bana bilmemkaçyüzyıllık numaraları yutturmaya çalışma.

 

Ümmü: Öff. Yazan da kör köyün beşgözlü avcısı sanki, ne demek istediğini bile anlamadım tam olarak. Tabii ki film üzerinden kadın düşmanlığını tartışırken aradaki ekonomik kriz ve para meselesini atlamak olmaz da, bütün meselenin ekonomik (hayatlarındaki kriz ve işsizlik özelindeki mikro ekonomiden bahsediyorum) olduğunu iddia etmek tam da görüşü soruldu diye sevinen ve herkesi şok etmeye yemin eden boktan üniversite hocası tavrı değil mi? (Fincher’ı ararken telefonundan görüntü de alsın bari, açmıyordu diye)

 

Bu film üzerinden yapılan feminizm tartışması “rol model mi değil mi” gibi gerizekalı bir seviyeye indirgenemez kesinlikle.

 

Oşu: 12’den vurdun bence.

Makalenin yazarı şöyle bitirmiş:

 

‘Fincher üzerine Atlantic Video tarafından yapılmış bir filmde Fincher işlerini şöyle özetliyor: “Bence insanların hepsi sapık…Benim kariyerim de bunun üzerine kurulu.” Bunları söyledikten sonra Fincher kafasını tüm şirinliğiyle eğiyor ve yavaş, muzipçe başlayan gülümsemesi şeytansı bir sırıtışa dönüşüyor. Tombul suratlı, saçları grileşen, orta yaşlı adam edepsiz bir şey söylediğinin farkında olan küçük yaramaz bir çocuğu oynuyor gibi. Fincher filmlerinin kuralı estetik olarak göze son derece hitap eden, pahalı ve klasik film tekniklerini kullanması. Böylece  görsel çürüme içindeki kültürümüzü ve tuhaf sapkın doğamızı izlerken kendimizi akıllı ve ciddi hissedebiliriz. Sahte şoklar yaratan ve en nihayetinde boş olan bu işler çağdaş pop kültür başarısının mükemmel ‘temeli’.’

 

KK: arkadaş ciddi bir kısım insan lise son kompozisyonu gibi film eleştirisi yapıyormuş (kendisi henüz gmail seviyesindeyken söylediği laf).

 

Yalnız film yine de evlilikle ve evliliğin (milyonuncu kez) yargılanışıyla ilgili ya. Kitabı da okuyacağım sanırım bu yüzden. Her şey 7/24 asabi dolaşmak için.

 

Batuman’ın işaret ettiği bazı sorular önemli bence yine de. Kadınların erkeklere aslında artık ihtiyaç duymadığı bir dünyada (şu an küçük bir dünya olsa da çok hızlı büyüyor), mükemmel bir evlilik diğer açılardan “mükemmel kadınların” hala onur madalyasıysa, bu evlilik ihtiyacı neyle üretilecek, yoktan var edilecek, varmış gibi yapılacak? Çünkü evliliğin kurum olarak kutsallığı (toplumun yapıtaşlarından olduğu için kutsallaştırılması) ve monogamik yapısı bir yere gitmiyor.

 

Ümmü Borgir: Bir yere gitmiyor derken her zaman burada olacak anlamında mı bi boka yaramıyor anlamında mı?

 

KK: Bir boka yaramıyor anlamında. Bir değişim var ama kadınların iş gücüne katılıp para kazanma hızından çok daha yavaş.

 

Ümmü Borgir: Bu arada geçenlerde iki dişi fareden çocuk fare yaptıklarını biliyor musunuz? Tamamen erkek faresiz ortamda. Erkek fareler mizuri’de burbon içip yayılırken… sinsi sinsi… fare boy çarklarını yavaşça döndürerek…

 

…bu işlemde sıra insana gelsin havalar ne sönecek be ne sönecek.

 

yani böyle bir şey mümkün olduğunda bazı odaklar ne yapacak acaba, o filmin sonunda Ben Affleck’in pipisinin göründüğü çükülişıs duş sahnesinin bi güç göstergesi ya da döllerim haaaa’dan ziyade yalnızca keyif veren bi nevi yeteneksizsiniz proğramı olacağı gün gelince.

 

heralde önce bi panikle bütün kadınları öldürmeye çalışıcaklar sonra yorulup uyuyakalacaklar.

 

Hadi film hakkındaki son izlenimlerimizi paylaşalım, sonra yaptığımız alıntıları ÖZLÜ BİR BİÇİMDE özetlersek basarız bunu.

 

KK: Film hakkındaki bütün izlenimlerimi unuttum ben. Dünden beri kendi kendime ‘döllerim haaa’ deyip gülüyorum.

 

Ümmü Borgir: Bu arada Zombies vs Plants’in sahil temalı yeni bölümünde ilk defa kadın zombiler var. Bana kimse süreç işlemiyor dedirtemez. Diyoruuuuuuum… ve hindistan cevizi güllemi orta yere kuruyorum.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YGazze için 8 Mart’ta Küresel Grev Çağrısı: Gazzesiz Bir Feminist Mücadele Yok!
Gazze için 8 Mart’ta Küresel Grev Çağrısı: Gazzesiz Bir Feminist Mücadele Yok!

'8 Mart'ta bize katılın ve ataerkil ve sömürgeci sistemlerin tahtlarını sarsacak küresel bir grev için bizimle birlikte örgütlenin!'

MEYDAN

YTrans Onur Haftası (Pride) Komitesi: “Dönmeyiz, Buradayız, Bir Aradayız”
Trans Onur Haftası (Pride) Komitesi: “Dönmeyiz, Buradayız, Bir Aradayız”

Yıllardır süregelen düzene bir darbe niteliğindeki söylemlerimizle, “Dönmeyiz, Buradayız” diyerek 18 Haziran Translarla Eşitlik Günü’nde sokaklara çıkıyoruz.

MEYDAN

YYazarak Kuirleştirmek Atölyesi
Yazarak Kuirleştirmek Atölyesi

Avrupa Birliği tarafından finanse edilen CultureCIVIC Kültür Sanat Destek Programı’nın desteğiyle hayata geçen Yazarak Kuirleştirmek adlı atölye ve konuşma programı Mayıs-Eylül ayları arasında çevrimiçi olarak devam edecek. 31 Mayıs’ta başlayan program kültür ve sanat nesnelerini, otoriter kurum ve bireylerce onlara dayatılan ayrımcı anlatılardan özgürleştirmeyi hedefliyor.

MEYDAN

YBir Garip 8 Mart
Bir Garip 8 Mart

Dün okunan basın açıklamasında da dendiği gibi evet yastayız, evet öfkeliyiz ama bu enkazı birlikte kaldıracağımıza inanan milyonlarca insanız da.

Bir de bunlar var

Yeşilçam’ın Seks Filmleri Furyasında Kadın Seyirciler*
Linda Nochlin’in Vefatı ve Feminist Sanat Tarihinin Doğuşu
Frida Kahlo’nun Diego Rivera’ya Yazdığı Aşk Mektupları

Pin It on Pinterest