Türkiye'deki sağcı imar zihniyeti ile Nazi mimarisi arasındaki benzerlik.

MEYDAN

Gigantomani

Kelime yabancı mı geldi? Mimariyle gündelik bir merak düzeyinde dahi ilgiliyseniz duymuş olabilirsiniz. Sovyet mimarisinin bir hasletini tarif etmek için kullanılır. Olağandışı büyüklükte inşa edilmiş eserler için. Devasa fabrikalar, binalar, heykeller, çiftlikler, her nevi muhtelif kompleks… Sadece Sovyet mimarisine has bir kavram değil elbette. Nazi ve Faşist mimarisinin de belirgin bir vasfıdır. Kuzey Kore ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde de örnekleri vardır. Yunanca dev ve delilik kelimelerinden türetilmiş bir birleşik isim.

 

Peki gigantomaninin, sistemin azametini göstermek için devasa binalar inşa etme zihniyetinin evveliyatı ile bizdeki sağcı imar zihniyeti arasında bir rabıta yok mu? Gigantomani kavramına iki yerde rastlamış olduğumu hatırlıyorum. Önce kolhoz kritiklerinde, Stalin dönemi pratiklerine dair yazılanlarda. Sonra kıta Avrupa’sındaki tren istasyonlarıyla ilgili yazılarda. Faşistler ile Nazilerin mimari anlayışları için kullanıldığını sonradan öğrendim.

 

Emperyal Roma’ya özenen, üstün ırkı temsil edecek, Nazilerin başarılarını sergileyecek, Nazi Partisi ve Devleti’ni güçlendirecek, topluma ve gelecek nesillere delil teşkil edecek devasa binalar inşa etmiş Naziler. Nürnberg’te, Berlin’de, Münih’de. İlgilisi için Colin Philpott’un Relics of the Third Reich: The Buildings the Nazis Left Behind (Pen and Sword, 2016) kitabı iyi bir başlangıç. Adolf Hitler için mimarlık “taştaki kelime”dir. Siyasetten ayrı düşünülemez. Ve biçim işleve göre belirlenmelidir. Eski yapılar basitçe taklit edilemez. Binaların azameti bireye güçsüzlüğünü hissettirmeli ve onu Nasyonal Sosyalizm’in değerleri ile biçimlendirmelidir.

 

Benim hemen yukarıda andığım görüşlerin bir kısmını hazret Eylül 1937’de Nürnberg’te verdiği “Üçüncü Reich’ın Binaları” başlıklı kültürel nutkunda bizzat sarf etmiş. Üstelik Üçüncü Reich’ın Silahlanma ve Savaş İmalatı Bakanı olarak atanmadan önce Nazilerin baş mimarlığını yürüten Alpert Speer’in sonradan bizzat yasa (die Ruinengesetz) olarak benimsenmiş bir “Harabe Değeri Teorisi” (die Ruinenwerttheorie) dahi var. “Özür dileyen Nazi” Speer’i 2. Dünya Savaşı’na, Hitler Almanya’sına ilgi duyanlar hemen bilecektir. Leni Riefenstahl’ın 1935 tarihli Nazi propaganda filmi İradenin Zaferi’nde görünen Nazilerin devasa merasim alanı Zeppelinfeld Stadyumu’nun mimarıdır.

 

Speer abidevi, devasa Nazi binalarının inşaatlarında baki kalmayacak, çelik kiriş ve betonarme gibi kimliksiz, modern malzemeler kullanmaktan imtina edilmesi gerektiğini söyler. “Demir değil taş.” Bu sayede binlerce yıl sonra Üçüncü Reich’ın binaları harabeye döndüğünde bile kalıntılar antik Yunan ya da Romalı öncüllerine benzeyecektir. Ait olduklarını düşündükleri “gelenek”le kurmaya çalıştıkları bir rabıta. Bizzat Hitler’in malzemeye dair söyledikleri çarpıcıdır: Ancak mermer ve granitten mamul büyük kültürel belgeler böylesi bir sistemi, Üçüncü Reich’ı simgeleyebilir.

 

Bizim pespaye, gösteriş düşkünü sağcı imarcılığımızın gözdesi de mermer ve granit değil midir? Peki ya o devasa AVM’leri, camileri, birtakım kamu binalarını geleneksel İslami mimari örneklerine göre inşa etme iddiası ve ortaya çıkan ne idüğü müphem binalar? Salt öykünme. Gelenekle kurmaya çalışılan rabıta üzerinden bir mecazla: Nazi mimarisi “gigantomakhia”nın, Yunan mitolojisinde Olimpiyalılar ile Kaos arasındaki savaşın devlerini inşa peşine düşmüşken, bizimkiler dev diye ancak sirklerde ucube diye gösterilen hilkat garibeleri inşa ediyor.

 

İnşaat ve din kardeşliği, rant ve vakıflar… İnşaatçılıkla kamu mallarının ranta çevrilmesi… 1980’lerin başından beri bu memlekette sermaye birikimi esasen bu şekilde elde edilmiyor mu? Kamu arazileri bitmeye yüz tuttuysa, yık yeniden yap. Kentsel dönüşüm dedikleri esasen nedir? Birkaç yıl evvel seçimlerin hemen öncesinde olağanüstü hal yetkisi ile ihdas edilen yeni bakanlıklardan birinin isminin Kalkınma Bakanlığı olması (“Adalet ve Kalkınma Partisi olmamız hasebiyle”)… TOKİ’lerle ördük ana yurdu dört baştan ya da Yozgat’a girerken TOKİ’leri göreceksin, sakın şaşırma… İETT müdürünün TCDD’nin başına getirilmesi gibi TOKİ Başkanı inşaat mühendisinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın başına getirilmesi… TBMM sitesinde bu bakanın iki ayrı üniversiteden fahri mimari doktorası olduğu yazıyordu. Fahri mimari doktorası! AKP’nin K’si, o K’nin büyük Türk sağının anlayışına uygun olarak inşaat olarak tezahür etmesi… Hilkat garibesi mi diyorduk?

 

Yine de bu sağcı imar zihniyeti ile Nazi mimarisi arasında bir benzerlik var. Geleceğe kalacağını zannederek bir iz bırakma çabası aynı. Çamlıca’dan daha simgesel bir örnek geliyor mu aklınıza? Fakat daha önemlisi, insanların kendi küçüklüklerini her daim hissetmelerine yol açacak devasa binalar inşa etmeye yönelik tutkuları aynı. Beştepe nedir? Fakat daha da iyi bir örnek memleketin dört bir tarafındaki trafik tabelalarında isimlerini görmeye başladığımız Adalet Sarayları. (Sarayda adalet tesis edilir mi?)

 

Kafamda bölük pörçük dolaşan tüm bunlar 24–28 Temmuz arasında Çağlayan Adalet Sarayı’nda görülen Cumhuriyet duruşması vesilesiyle bir araya geldi. Çağlayan Adalet Sarayı. Avrupa’nın en büyüğü. Hani şu merdivenlerinde kolluk gücünün yargının esas bileşenlerinden biri olan savunma mensuplarını dövmekte herhangi bir beis görmediği; bir süre evvel bir kadın avukatın belini kırdığı saray. Hani tepkinizi dile getirmek için avlusunda toplandığınızda varlığınızı hissettirebilmek için 20 bin kişi olmanız gereken saray. Güç bela içine girmeyi başardığınızda o devasa boşluğun içinde kendinizi hiçmiş gibi, yokmuş gibi hissettiğiniz; o devasa boşluğa rağmen klostrofobinin tüm varlığınızı esir aldığı saray. Bunun arkasında bir siyasi akıl yok mu?

 

O devin içinde esasen kamuya açık olarak görülmesi gereken duruşmalar için tek bir uygun salon yoktur. Binlerce metre kare ama 150 kişinin bile rahatça sığacağı bir mekân bulamazsınız. Mimari bir tasarım kusuru mu? Bilakis. Fakat zaten lütfetmezlerse o salona da giremezsiniz. Koridorlarında çelik bariyerlerle tahkim edilen turnikeler vardır. O devin iç avlusunda gigantomanik iki Themis duruyor. Duruşları kendi varlıklarını inkâr eder gibidir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Evet Bebek… yani Yeah Baby
Harvard’da Cinsiyet Ayrımcılığının Kısa Bir Tarihi
Bir “Ev Hanımı”nın Emeklilik Rüyası

Pin It on Pinterest