Başbakanımızın kızlı-erkekli gündemine yeni bir soluğu, konunun birincil öznesi olan bir öğrenci olarak, konunun gizli öznesi kadınları ne kadar önemle ilgilendirdiği ve kimsenin görebildiğim kadarıyla bahsetmediği yanlarını açığa çıkarmaya çalışacağım.
Fikirler ideolojileri belirler, aksi değil. Zira muhafazakar-demokratlığından dem vuran Sayın Başbakan’ın, nasıl ”İslami değerlere sahip çıkmadığını” Anti-Kapitalist Müslümanlar, nasıl demokrat olmadığını da cümle alem dillendiriyor. Mesele toplumsal değerler üzerinden de tartışıldıkça (hakikaten de kabul edelim, bu ülkede kadın-erkek nikahsız birliktelik çok mu zor ne?), işin ekonomik ve siyasi yanları es geçiliyor.
İlkönce başbakanın hareketlerini ve sebeplerini iyi okumak lazım. Başbakan -sırf- muhafazakar bir insan değil – ilk öncelikle pragmatik birisi. ”Yol için gerekirse cami yıkarız!” deyişi bile aslında değerlerinin ne kadar kaygan olduğunu gösteriyor. ”Değerlerini” gerektiğinde yok saymaktan, gerektiğinde de (kızlı-erkekli mevzusunda olduğu gibi) kullanmaktan geri kalmıyor.
Ev tartışmaları ortaya çıktığında paralel bir kaç gelişme daha yaşandı, kamuoyunda bu kadar yankı bulmayan – özellikle evlenen öğrencilerin Kredi ve Yurtlar Kurumu (KYK) borçlarının silinmesi, faizsiz 10.000TL kredi hakları tanınması (ve bu kredinin ödemesi, ilk sene çocuk yapan gençler için ileriki tarihlere uzatılacak) ve diğer bir yandan da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in son dönemdeki açıklamaları. Boşanmayı güçleştirme çalışmaları bir yana, üç çocuk politikası bir yana, kürtaj üzerinde denetlemeler bir yana… Neler oluyor?
Olay aslında çocuk yapmak – nüfusu genç tutmak amacıyla agresif bir ”çok/üç çocuk” politikası seyrediliyor, bunun için de dört bir yandan saldırılar ve toplum mühendisliği uygulanıyor. Ama biz İngiltere, Fransa gibi nüfusu yaşlı, genç nüfusu kaybolmak üzere toplumlar değiliz – peki nereden çıktı bu acil panik?
Üniversite.
Toplumun çoğunluğunun kent değil kırsal alanda yaşadığı zamanlarda, her çocuk ekstra iş gücü, aileye ekmek getirecek birisi olarak görülüyordu. Şehirleşme arttıkça işler tersine dönmeye başladı. Çocuk ekstra bir kazanç getirecek yatırımdan çok masrafa dönüştü. Aileler de zar zor yetiştirdikleri tek tük çocuklarını adam olsun, para kazansın diye üniversitelere göndermeye başladı. Üniversitelilerin sayısı git gide artıyor. Gençlik ve Spor Bakanlığı verilerine göre 2013’te 3 milyon üniversite öğrencisi var.
Üniversite öğrencisi, aile politikaları bağlamında ne demektir? İşi gücü okumak olan, ”Aman oğlum/kızım sevgili filan edinme, aklını derse ver, iyi not getir,” diye baskı yiyen kişi demektir. Üniversite öğrencileri evlenmiyor, geç evleniyor, evlenirse de kredi borçları var, asgari ücretle girdikleri dandik işler var, eh tabi akıllı da çocuklar, korunma filan biliyorlar, bu yüzden üremiyorlar. Yani eskiden olsa 16’sında çalışmaya başlayacak, 18’inde evlendirilecek gençler, 20, 22, 26 yaşına kadar, ”mezun olana, iş-güç sahibi olana kadar,” evlenmiyor. Bu muhafazakar genç için de, laik genç için de, hippi genç için de böyle. Bu durum da ülkenin neo-liberal ekonomi politikalarını tehdit ediyor.
(Burada bir parantez de açmak istiyorum. Erken yaşta evlenmeyen, evliliği de mezuniyete kadar düşünmeyen insanlar sevgililer ediniyor, ayrılıyor, ilişkiler üzerinde fikir sahibi oluyor, ilişki kavramını, evlilik kavramını sorgulamaya başlıyor, ”Çocuk yapmasam mı?” ya da ”Evlenmesem mi?” gibi radikal fikirlere kapılabiliyorlar. Yani iş sadece evliliğin mezuniyet sonrasına saklanması ile bitmiyor – bu bireyler, aile ve çocuk kavramlarını yeniden ele alıp, düşünüp, sorgulayacak vakit buluyorlar.)
Sonuç olarak da iki farklı ancak birbirini tamamlayan politika ile üniversite öğrencilerinin tekrardan erken yaşta evlenip çocuk yapmasına teşvik ediliyor.
Bir tarafta kötü polis: Kızlı-erkekli kalamaz! Bundan kim korkuyor? Nikahsız birliktelikleri olan gençler. ”Acaba komşu bizi ihbar eder mi?” korkusu bile yeter. Yasal düzenleme çıkmasın ve bu konu gündemden tamamen düşsün, diyelim. Ee ama, mesajı alanlar zaten aldı, ihbarlar çoktan başladı. ”Aşkım ya bizi de ihbar ederlerse?” diye gerilmiyor mu insanlar? Geriliyorlar. Buradan da ileriki aşamaya geçiyoruz.
İyi polis: Ee kızım, oğlum, seviyorsanız, aynı evde de kalıyorsanız evlensenize! Evlenirsen 10binTL kredin cepte. KYK borçların sıfır. E hazır evlenmişken çocuk da yapın bari, kredini de daha geç ödersin. Bundan iyisi şamda kayısı!
Amaçlanan budur – bu şekilde hükümet, kendi agresif ”genç nüfus” politikalarını desteklemeyen, kendisine biat etmeyip de hiç bir şekilde oy vermeyecek kitleyi bile kendi istediği toplumsal yapı içerisine hapsedebilir.
Asıl mesele muhafazakar yapımız, toplumsal yapımız v.s. değil işte – ha, başbakan işin o yönlerini kullanarak kendi argümanını destekleyip, göz dağı verip, rövanşist bir keyif alıp da oy toplamıyor mu, hepsine evet. Ama asıl mesele, kadınların çok da iyi bildiği, mücadele ettiği genel geçer kanı: (Ülkemizin ekonomisi için) Kadınların doğum makineleri olarak görülmesi!
Bu yüzden bu mesele, öncelikle üniversiteli gençleri ilgilendiren bir konu gibi gözükse (ki bir erkek olarak bile beni geriyor) aslında tüm kesimden ve yaş grubundan kadınları ilgilendiriyor, çünkü anlıyoruz ki kadının esas görevinin çocuk doğurmak olduğu fikri hala yaygın, birbirine paralel politikalarla altı sürekli çiziliyor, baskı ve teşvik programları ile ”Hayatlarını kurtarmak” isteyen insanlara da başka bir çözüm bırakılmıyor.
Bu yazıyı, evliliği ve birlikte yaşamayı düşündüğüm sevgilimi de göz önünde bulundurunca biraz buruklukla yazıyorum. Bunca zaman ”Ah dostum, evlilik kurumu dediğin ata-erkil toplumun kadını metalaştırmasının sonucudur!” diye ahkam keserken ben, bana ”ANAM!” dedirtip de yüzük verdirten, ”Bu dünyaya bir çocuk getirme sorumluluğu…” gibi cümlelerimi ”Senden boy boy bebekler yapmak istiyorum!”a bıraktıran güzide kadınla birlikteliğimin bile bu tartışma yüzünden kirlendiğini hissediyor ve tiksiniyorum. Sürekli yatak odamda baş veren, ”Gençler, hadi lan, evlensenize hadi, bak hadi” diyen başbakan resmen keyfimizi kaçırıyor. Resmen cockblock (bkz: ”Kızlı erkekli yaşıyoruz da orgazm mı oluyoruz sanki Sayın Başkanım?” yazısı).
Aslında en güzel cevap Gezi Parkı’nda bir pankartta verildi beyefendilerine: ”Tayyip, bizim gibi üç çocuk istediğine emin misin?”
(En yukarıdaki görsel Giger – Birth Machine’den ayrıntı)