“!!!!!!!!”
Hislerim on gündür bu şekilde. Kelimeler manasız ses kümeleri oluyor, yazı denen nane kargacık burgacık bir icat, dizi/film/kitaplar toptan ulaşamadığım bir dünya, gündelik hayat akışı bir muamma. Olayların ilk üç günü zannediyorum ikişer saat uyku aralıklarını saymazsak ya buralardaki eylemlerde ya da yaşadığım şehirden tamamen soyutlanmış şekilde facebook ve twitter başındaydım. Öyle ki direnişin ilk pazar günü, bir arkadaşın kedisine bakmaya diye sokağa çıkmamla, hangi şehirde, hangi ülkede yahut hangi -ileri- demokraside yaşadığımı toptan unuttuğumu fark ettim. İnsanlar ölüyordu, arkadaşlarım “Sıkıştık yardım edin!” diye mesaj atıyordu, gaz durmuyordu ve bir pazar günü Berlin sokakları her zaman olduğu gibi pazarları evinde geçiren Almanlar sayesinde ıssız, ılık ve sakindi. Çok fazla ağaç vardı, insanı sinirlendirecek, gözlerini acıtacak kadar çok. Burada yaşayanlar ne kadar şanslı olduklarını biliyor muydu, zaten böyle bir düşüncenin hiçbir geçerliliği var mıydı bilinmez, öyle ya, hep birileri daha zor durumda olacaktı ve “Sizin tuzunuz kuru” diyerek ileri bir adım atmak mümkün değildi. Ama o çok derinden gelen, çok acıtan, “Keşke biz de…” hissi yıkıcıydı bu kez.
İnsanın genetik kodlamaları acayip işler. Bir insanı sırf kokusundan, irrasyonelce sevmek gibi, “bir şey yapma” mefhumu da çok fiziksel olarak bir yerlerimize kazınmış (burasını genetikçiler açıklasın). Facebook başında, twitter’dan iletişimde kalarak zannediyorum birilerinin işine yaradım, on senedir görmediğim, konuşmadığım insanlarla mesajlaştım, bilgi birleştirdik, fikir ürettik, var olduk. Mecburen sosyal hayata karışmak zorunda kaldığım anlarda, kendi yazdığım oyunun provalarında yaptığım işe yabancılaştım. Orada birilerinin ciğerleri acı içindeydi, mesajlaştığım arkadaş “Yazamıyorum polis kovalıyor” yazıyordu ve ben bir dizi yüzünden uyuyamayan insanları dinleyip başımı sallıyordum. Arkadaşımın düğününden “Ece Temelkuran konuşacak, gitmem lazım” diye kaçtım. Sadece okuyarak, yazarak ve fikir alışverişi yaparak da olsa, birilerinin işine yarıyor elbet insan. Ama fiziksel temas öyle güçlü bir şey ki, olmayınca idrak edilmiyor durum. Arkadaşlarım gazdan yorgunken, burada polisle güle oynaya eylem yapmanın ilkel suçluluğu üzerime çöktü. Şimdi yavaş yavaş sıyrıldım biyolojimin bana attığı bu kazıktan, gazsız da olsa eylemlerde bağırma adrenalininin bir yanılsama olduğunu, iletişim ağı içinde muhtemelen daha önemli işler yaptığımı içselleştiremesem de biraz anladım. Yine de, kırk yıllık long distance ilişki insanıyım, mesafeler hiç bu kadar koymamıştı.
Bir çocuğum olur da ileride “Sen Gezi Direnişi’nde ne yapıyordun anne?” diye sorarsa, “Tivitiyordum yavrum” cevabını verecek olmak artık içimi kemirmiyor. Sizinle gaz yiyemedik buradan, ama sağ olsun eyleme deodorant getirip üzerimize sıkan Türk amca biraz boğulma deneyimi yaşattı (100% gerçek). Gezi’de, Dolmabahçe’de, Kızılay’da, Dersim’de barikat kuramadık, ama bir masa dolusu insan oturup saatlerce cep telefonlarımızdan gelen bilgilere bakıp durduk. Zira başka her şey manasızdı; iyi veya kötü olduğundan değil, ama başka meselelerle uğraşmak mümkün değildi. Sabah altıda köprüyü geçişinizi izledik, ağladık, uyumadan kalktık eylem düzenledik, elimizden geleni yaptık. Herkes kendine yakın bulduğu işleri yaptı, kimimiz gazete ilanını organize etti, kimimiz tişörtüne çapulculuğunu ifşa edip okula gitti, kimimiz basın açıklamasını yazdı. Şimdi ne olacak bilmiyoruz. Herkes gibi bekliyoruz.
Sokakların sanatla, espriyle, güzellikle dolduğu bir zamanda yazı yazmak da zormuş. Ama bilin ki, ayak ucumuza basarak yaşıyoruz. Her an, bir haber ile bir eylem düzenleyebilir, yardıma koşabilir, insanlara haber verebilir haldeyiz. Sağ gözümüz işini yaparken sol gözümüz twitter’da, sokakta mail kontrol ederek yürümeyi ve direklere çarpmamayı öğrendik, hocalarımızla ders konuşurken laf arasına Türkiye’yi sıkıştırıp bilgi almalarını sağladık. Çok gaza geldik, ama koşullar dolayısıyla şimdilik gazsız direniyoruz. Vazgeçmeyin, yılmayın, solmayın, biz yanınızdayız.
[Berlin’deki gelişmeler için bu yazının daha önce yayımlandığı berlinpostasi.blogspot.com‘u takip edebilirsiniz]