Peki aradan yüz yıl geçmesine ve o günden bugüne psikoloji, çocuk gelişimi, iletişim gibi alanlarda kaydedilen tüm gelişmelere rağmen çocuklar okullarda neden hâlâ resmi ideolojinin taşıyıcısı birer nesne gibi görülmeye devam ediyor?

MEYDAN

Gayrimilli Çocukluk Mümkün mü?

 

“Milli”, millete ait olan demek. Millet kavramı da bilindiği üzere biz Türkiyelilere Osmanlı’dan yadigar. Fransızca nation sözcüğünü karşılayan ve dini referansını giderek geride bırakan anlamı, 1920’lerde yaygınlaşmış.[i] Cumhuriyetle beraber, ulus devletin kuruluş amacına uygun şekilde, diğer etnik ve dini kimlikleri kendinde eriten bir üst kimlik olarak kurgulanan Türklüğe ait olanları çerçevelemeye başlamış. Aynı yıllarda dünyada sanayileşme, ardından uluslaşma süreçlerini takiben eğitim kurumları çoktan bir çeşit üretim bandı gibi işlemeye başlamıştı. Bu kısa etimolojik ve tarihsel bilgiyle “Türk milli eğitimi”nin ülke sınırları içindeki her etnisite ve kültürden çocuktan tek tip ve sistemle uyumlu Türkler üretmek temel hedefinin adında saklı olduğu sonucuna ulaşmak mümkün.

 

Peki aradan yüz yıl geçmesine ve o günden bugüne psikoloji, çocuk gelişimi, iletişim gibi alanlarda kaydedilen tüm gelişmelere rağmen çocuklar okullarda neden hâlâ resmi ideolojinin taşıyıcısı birer nesne gibi görülmeye devam ediyor? Akla ilk gelen cevaplardan biri, toplumun hâlâ devletin bekasını garanti altına alacak kadar Türk ve sistemle devleti rahatta tutacak kadar uyumlanmış olmayabileceği. Eğer cevap burada bir yerlerdeyse soykırımla, katliamlarla, zorla yerinden etmelerle, işkencelerle, çocukların sokakta oynarken tankın altında kalabildiği, evlerinde otururken başından vurulabildiği bir düzenle sağlanamayan o nihai Türkleştirme yolunda, eğitimde çocuğun üstün yararı gibi ilkelerin taliliği son derece anlaşılır görünüyor.

 

Öte yandan bir durumun kaynağını anlamak, analiz etmek ile bir durumu kabul etmek, kabullenmek eş anlamlı değil. 2023 yılında, dünyada çocuğun bireyselliği, kendiliği, hakları, özgürlüğü, duygusal gelişimi gibi konularda zengin bir literatüre ve hızla artan bir toplumsal farkındalığa ulaşılmışken Türkiye’de çocukların devlet eliyle, ailelerin ve toplumun büyük çoğunluğu buna rıza gösteriyor diye bunca nesneleştirilmesini, birer resmi ideoloji maskotu gibi muamele görmesini kabul etmek durumunda değiliz.

 

Bugün hem bakanlığın hem de ona bağlı özel okul öncesi kurumlarının hemen hepsinin sosyal medya hesaplarından bu kreşler/anaokulları hakkında genel bir kanaate varmak mümkün. Çoğu ebeveyn gidip okulla görüşmeden önce bu hesapları inceleyerek yapıyor ön elemesini. Buralardaki paylaşımlara şöyle bir göz atarak bile 2-6 yaş arası çocukların uğratıldığı bilişsel ve duygusal istismarın boyutları hakkında fikir sahibi olunabilir. Aynı hesaplarda sıkça “pedagog”larla yapılan ortak yayınlara, seminer duyurularına, kitap tanıtımlarına da rastlanıyor. Ancak, oradaki evrensel, bilimsel, çocuk yararına bilgi bir türlü milliyetçiliği, Kemalizmi, hatta bazen ırkçılığı aşabilen bir pedagojik uygulamaya dönüşemiyor. Çocuğa kakasını beze değil tuvalete yapmasını öğretirken travmatize olmaması için kitaplar yazan, tuvalet eğitimi/iletişiminin yollarını gösteren psikologlar, onları okuyan, pür dikkat dinleyen anne babalar, çocuk gelişimciler, okul yöneticileri, aynı çocukları daha bezleriyle (yani ölümden ve diğer her türlü soyutluktan bihaberken) bir büstün, fotoğrafın karşısında nizami sıralandırıp, onlara siyahlar giydirip anma, aslında bir çeşit yas töreni yaptırıyor.

 

İlkokul çağına gelmiş, dolayısıyla belirli bir metni/ezgiyi kolaylıkla ezberleme, on dakikadan uzun süre aynı şeye odaklanabilme becerisi gelişmiş çocuklara ise, artık marş öğretmek, savaş müsamereleri sundurmak, şehitliği kutsayan şiirler okutup başka ülkeleri düşmanlaştıran kurmaca tarih bilgisini ve mitsel anlatıları zihinlerine boca etmek imkânı doğduğu için, daha da heyecanla yaklaşılıyor okullarda. Milli bayram ve anmalardan haftalar önce başlayan bir tür seferberlik hali hakim oluyor okullara. Akranlarıyla ortak bir çalışma yapmak dışında duyusal, duygusal ve bilişsel hiçbir getirisi olmayan, pedagojik uygunluğu sorgulanmadığı için çocukta hasar bırakmaya aday etkinlikler için saatler boyu provalar yapılıyor. Müzik, görsel sanatlar, spor gibi branşların içerikleri de tamamen bayrak, Mustafa Kemal, savaş, kahramanlık, şehitlik temalarına ayrılıyor.

 

Ne var canım bunlarda, çocuk tarihimizi öğrenmesin mi? Evet, öğrenmesin. Çocuklar tarihi, bilişsel kapasitelerini aşan savaş gibi korkunç bir noktadan başlayarak ve onlardan birer şehit adayı ya da en iyi senaryoda ırkçı birer yetişkin yaratmayı hedefleyen “milli” anlatılarla öğrenmesin. Okul öncesi ve ilkokul çağı çocuklar evrenin, yeryüzünün, tarih öncesi canlıların ve insanlığın tarihi hakkında somut, evrensel, onları şaşırtan ve merak duygularını, öğrenme heveslerini geliştiren bilgileri coşkuyla karşılarlar. Bu alanlarda yaşlarına uygun hazırlanmış içeriklerle duygusal ve bilişsel hasar almaları da pek olası değildir. Kan güzellemeleri eşliğinde haftalarca bayrak boyatmak, “düşmanları kovduğu, hepimizi kurtardığı” söylenip çocuğun varlığını borçlanması umulan mitleştirilmiş kurucu figürlerinin türlü fotoğraflarıyla kolajlar yaptırmakta amaç, çocuğun yaratıcılığını beslemek ya da bir sanat dalıyla tanıştırmak gibi görünmüyor. Amaç çocuğun yararına olduğunda boyalar, atık malzemeler, kil, seramik, doğa ve bunlar eşliğinde tanıştırılacak insanlık kadar eski bir külliyat var. Milli içerikli marşların müzikalite bakımından da şaheser oldukları söylenemez. Nadir iyi bestelerin de sözlerinin çocuklara göre olanına rastlamak zor. Diğer yanda ritmin oyunla ve hareketle buluştuğu, çocuğu duyusal olarak doyururken çok da eğlendiren Orff adında bir yöntem, blok flüt kadar ulaşılabilir hale gelmiş pek çok yaygın perküsyon aleti ve enstrüman varken, milli duygusu yüksek marşlarla çocuğun zamanını ve enerjisini çalmakta ısrar, istismardır.

 

Eğitimde evrensellik ve çocuk yararından önce millilikten, vatandan, Atatürk ilkelerine bağlılıktan dem vuran ve böylece çocuğun ideolojik suistimaline baştan yol veren 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, ikincil önemde de olsa, çocuğun duygusal sağlığından, özgür bilimsel düşünceden, geniş bir dünya görüşünden, insan haklarına saygıdan da söz ediyor.[ii] Oysa Genel Amaçlar başlığının öncelikli hedeflerine sıkı sıkıya bağlı eğitimcilerin elinde, bu hedeflere uygun uygulamalarla ikincil olanlara ulaşmak imkânı yok. Yine aynı kanunda Genellik ve Eşitlik İlkesi açıklanmış. Tüm çocukların ölümüne Türk olması beklenen okullarda ırk ayrımı yapılmaması ilkesine uyulması olası bile değil. Aynı ilkeyle din ayrımı yapılmayacağını da güvence altına almış kanun ama en başta insan haklarına, anayasaya aykırı ve pedagojik uygunsuzluğu tartışılmaz din dersleriyle Sünni İslam’ın kitabi ve pratik eğitimi başlı başına bir istismar alanı.

 

Sorunlardan biri şu ki okullarda din eğitiminin çocuk hak ve özgürlüklerine ve anayasaya aykırılığının ayırdında olabilen zihinler, söz konusu öğreti Kemalizm ya da milliyetçilik olduğunda çocuğun hak ve özgürlüklerini, duygusal ve bilişsel sağlığını gözeten filtreleri tıkalı refleksler gösteriyor. Başına Hz. Muhammed yazılı bandana takıp coşkuyla menkıbe anlatan küçük bir çocuğu tek saniye izleyemeyecek laikler, Kemalistler, sözde demokratlar, Mustafa Kemal tişörtüyle marş söyleyen, asker kıyafetiyle içli içli Çanakkale şiiri okuyan çocukları tüyleri diken diken, gözleri yaşlı izleyip avuçları patlarcasına alkışlayabiliyor.

 

Türk milli eğitim bandının üretim başarısı, bu törenlerin heyecanlı tertipçileri ve gözleri nemli izleyicileriyle doğru orantılıdır. O sahnelerdeki istismarı tespit edebilen “sakıncalı” yetişkinler, her şeye rağmen özgürleşmenin ve gayrimilli çocukluğun sahiplerine iadesinin birer umudu.

 

 

[i] Nişanyan Sözlük, “millet” maddesi.

[ii] Milli Eğitim Temel Kanunu, 1973: Madde 2. Bkz. https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.1739.pdf

 

 

Ana görsel: Volksschule Haynrode, Schulanfänger, 1940. Kaynak: Wikimedia Commons.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YAnne Müzesi: Hürmetli, romantik, kutsal bir unutturma faaliyeti
Anne Müzesi: Hürmetli, romantik, kutsal bir unutturma faaliyeti

“Hafıza sahası”ndaki mücadelede, bir müze, unutturmanın, silmenin enstrümanı olarak iş görürken bize düşen, onun sustuklarını tekrar tekrar söylemek: Bu coğrafyada sadece Türk anne ve çocuklar yok. Burada yaşamış, sürülmüş, zorla kaybettirilmiş, soykırıma uğramış, katledilmiş, planlı saldırılarla kovulup arkalarında kalan her şeye el konulmuş, yetim bırakılmış, kuyulara atılmış, yakılmış, köy meydanlarında kurşuna dizilmiş, kentlerin orta yerinde arkasından vurulmuş, tanklarla ezilmiş, cenazesi sokakta bekletilmiş, cenazesi buzdolabında saklanmak zorunda kalmış, kuşaklar boyu taşıdığı acıyla ve yine de diliyle, kültürüyle hâlâ var olma mücadelesi veren ve böylece yaşayacak anne ve çocuklar var.

Bir de bunlar var

Benim Beynim, Benim Kararım
“Bedenlerimiz İçin Özür Dilemeyeceğiz”
Gece ve Tehlike – Andrea Dworkin’in “Geceyi Geri Al” Yürüyüşü Konuşması

Pin It on Pinterest