Gelin Leydi Montagu'nun ilk hamam tecrübesine birlikte göz atalım

KÜLTÜR

Garp ile Şark’ın Çok Cinsel Hikâyesi VI: Hamama Giren Terler yahut bir İngiliz Leydisini Hamamda Soymak…

Lady Mary Montagu, babasının kızı, kocasının karısı, Alexander Pope’un aşığı, hatta çocuklarının annesi olarak anılmayı reddeden bir kadındı. Her zaman açıkça yapmasa da davranışları bunu ima ediyordu. Her mektubunda dolu dolu ben diyen bir kadın. Ben gittim, ben yaptım, ben yazdım. İlk mektuplardan birinde Galler prensesine seslenirken “Madam” diyordu “şimdi Rum İmparatorlarından sonra hiçbir Hıristiyan’ın yapamadığı bir seyahati yapmış bulunuyorum.” Ve ardından da Londra’da hemen hiç kimsenin bilmediği bu memleketi anlatarak karşısındakinin ilgisini çekmek istediğini ekliyordu. Benzer şekilde Türkiye Mektupları’nda çok özel bir konumu olmadığı sürece –kendisinin vardı- hiçbir sıradan seyyahın kibar bir Türk’ün evine, hele hele hareme, asla giremeyeceğini sık sık tekrar ediyordu. Lady Montagu’nun mektupları bu iddia ve bilinçle kaleme alınmıştır. Hem seçtiği konular muhatabına göre değişir hem de cümleler ileride daha büyük bir kitle tarafından okuma ihtimaline göz kırpar. Zaten muhtemelen gönderdiklerinin yanı sıra kendisine sakladığı birer kopyaları üzerinde çalışmaya, değişiklikler yapmaya, cilalamaya devam edip yayına hazırlıyor mektupları.

 

Elden geçirdiği bu mektupların elyazmalarını, ailesinden birine değil de Rotterdam’daki İngiliz kilisesi rahibi Benjamin Sowden’e teslim ediyor ölümünden sonra yayınlanmak üzere. Kızının, annesinin günlüklerini yakmaya kalkıştığı düşünülürse doğru bir tercih bu. Ama iş bununla da bitmiyor. Kızı Lady Bute annesinin ölümünün ardından elyazmalarını geri almayı başarıyor bir şekilde. (Bir leydi yazmaya kalkışsa, gör başına neler gelir demiştik değil mi geçen yazıda.) Gelin görün ki bir kez yazılmış olanın gizlenmesi mümkün olmaz bu kez ve kimin yayınladığı bilinmese de mektuplar ortaya çıkar.

 

Üstelik ortaya çıkan metin iddialı bir metindir. Mektupları feminist bulanlar, şarkiyatçı söylemde bir gedik açtığını düşünenler, kadınların dünyasını kadın gözü ile anlattığı için doğulu kadına atfedilen erotizm çağrışımlarından uzak bir dil kurduğunu söyleyenler, bunun aksini iddia edip Lady Montagu’nun özellikle doğulu kadını gözlediği anlarda kendisine adeta bir penis takarak ve gözünü eril göze ödünç vererek bu sahneleri eril bir dille temsil ettiğini iddia edenler, neler neler… Aslında bu yorumların hepsine bir parça hak vermek mümkün, çünkü çoğu zaman bu tavırlar birbirini dışlamaz zaten. İnsan doğulu kız kardeşleri ile dayanışırken de onlara yan gözle bakabilir. İnsanız sonuçta. (Bir kaç kez evinde ziyaret ettiği Fatma Hanım’ın tül gömleğinden görünen boynunun güzelliğini anlatırken, “en güzel heykelden ziyade Fatma’nın güzelliğini seyretmekten zevk aldım” diyen Leydimiz biraz yan gözle bakıyor sanki, ya da en azından okur kitlesinin bakışı biraz çarpılsın istiyor.)

 

Doğulu kadınlarla Batılı kadınlar arasında bir fıtrat farkı olmadığına işaret ettiği aşağıdaki alıntıda örneğin, bir yandan ontolojik fark esasına dayanan söyleme itiraz ederken (onlar da aynı bizim gibi diyor işin Türkçesi) o söylemin çok sevdiği peçe mecazına başvurmaktan ve kadınları anonimleştiren bu giyinme biçiminin her türlü yalan dolana imkân verdiği genel kanısını tekrar etmekten geri durmuyor:

 

Kadınların âdetleri ve tavırları için (…) ‘tıpkı bizdeki gibi’ diyeceğim. Onlar da bizimkiler kadar günahkârlar. Burada kadınların tavır ve hareketlerini gördüğüm için Türk kadınlarının saffetinden bahseden yazarlara ben hayret ediyorum. Bunlar bizimkilerden çok daha serbest. Hangi sınıftan olursa olsunlar iki yaşmak örtünmeden sokağa çıkamıyorlar. Bu örtülerin biri gözler açıkta kalmak üzere yüzü örtüyor, diğeri saçlarını örtüp vücutlarının yarısına kadar arkalarından sarkıyor. Bir ferace ile de vücutlarını kapatıyorlar. Feracesiz sokağa hiçbir kadın çıkamıyor. (…) Bu kadınlar feraceyi giydikleri zaman o derece değişiyorlar ki, en kıskanç koca bile eşini sokakta tanıyamıyor. (…) İşte bu maskeli kıyafet sayesindedir ki, kadınlar hiç yakalanmadan bütün ihtiraslarını tatmin etmekte tamamen serbest oluyorlar. (…) Kadınları, aşıklarının kendilerini ele vereceklerinden, öbür dünyada uğrayacakları cezalardan korkmayan bir memlekette, eşine ihanet edenlerin ne kadar fazla olacağını tahmin edebilirsiniz.

 

Anonimleştiren bir maske olarak görülen peçe o güne kadar çoğu seyyah tarafından karşısındakine görünmeden görme imkânı/gücü verdiği için sinir bozucu bulunmuş. Ama Lady Montagu için öyle değil. Feracede bir imkân görüyor Leydi. Feracenin arkasında gördüğünüz ya da göremediğiniz bu kadınların bizden farkı yok derken varoluşsal bir fark olmadığını –ki bunu iddia eden seyyahlar hiç nadir değil- anlatmaya çalışıyor. Yine de bu giyinme biçiminin sunduğu özgürlük imkânını anlatırken, ilk aklına gelen kocalarını kolaylıkla aldatan kadınlar. Burada, ihtiraslarını kolaylıkla tatmin ettiklerini sandığı/düşündüğü/hayâl ettiği bu kadınlara gıpta mı ediyor yoksa kendini şarkiyatçı geleneğin fantezi çarkına mı kaptırıyor söylemek güç. Ama bence bir parça ah ben de görünmez olarak her istediğimi yapabilsem arzusu sezmek mümkün. İstanbul sokaklarında dikkat çekmemek için çarşafla gezerken belki de bu arzusunu bir parça gerçekleştirmiştir.

 

Ama gelin biz şimdi örtüleriyle sokaklarda tanınmadan gezen bu kadınları bir de hamamda gözetleyelim, tabir yerindeyse. Malum şarkiyatçı jargonun vazgeçilmezlerinden biri o yüksek duvarların ardındaki kapalı haremi ve gözlerden ırak kim bilir neler oluyor diye merak edilen hamamı dikizlemek. Bizim Lady Mary bu konuda da daha önce bahsettiğime benzer ikircikli, belki de hakkaniyetli bir tavır sergilemeye çalışıyor. Yani hem o çıplak kadınları anlatıyor hem de onların kendisini soymalarını. Ama yine de ısrarla güzelliklerini anlattığı –ne hikmetse oralarda yani bizim buralarda çirkin kadın yokmuş, hepsi, hepimiz çok güzelmişiz- bu yüzlerce kadını temsil ediş biçimi ister istemez hükümran ve gözetleyen özne pozisyonunu akıllara getiriyor. İlk hamam tecrübesine (uzun mimari tasvirleri atlayarak) bir göz atalım:

 

Onları birbirlerinden ayıracak kıyafetlerini çıkarmışlar, hepsi de güzellikleri ve çirkinlikleri ile meydanda çırılçıplaklar. Fakat dürüstlüklerini ve namuslarını bozacak en küçük bir hareket ve tebessümleri yok. Bazıları tıpkı Milton’un Havva’da tasvir ettiği o muhteşem zarafetle dolaşıyorlar. Bir kısmı ise Guido’nun veya Titian’ın fırçasından çıkan ilâhe resimleri gibi boylu poslu ve orantılı. Tenleri hemen hepsinin, göz alacak kadar beyaz. Hepsi güzellik perilerine benziyor. İnsanların çırılçıplak gezmeleri adet halini alsa, yüze pek az ehemmiyet verilir fikrinin doğruluğuna bir kez daha inandım. Vücudu güzel, tenleri güzel kadınları, yüzleri fevkalade olanlardan daha fazla seyrediyordum.

 

Görüldüğü gibi leydimiz hamama yıkanmaya değil izlemeye gitmiş. Gözlerini çıplak ve güzel kadınlardan alamıyor. Belki dolaylı olarak da başka gözlerin, okur gözlerinin zevkini düşünüyor (Evet her devirde seks, o da olmadı çıplaklık geçer akçe. Kendi yazdıklarımdan biliyorum.) Peki “O sırada Mösyö Gervase kimse görmeden gizlice gelseydi, çeşitli pozisyonlardaki çırılçıplak bir yığın güzel kadını seyrederek sanatını daha fazla ilerletirdi şeklinde günahkâr bir düşünce geçti aklımdan” diye devam eden Leydimiz burada Meyda Yeğenoğlu’nın ileri sürdüğü gibi kendi bakışını -Lady Montagu’nun portresini de yapmış olan- ressam Charles Jervas’e vererek erkeksi bir bakış mı sergilemiş oluyor? Yoksa erkek ressamı kendi yerinde hayâl etmekten, bu erkeksi fallik konumdan günahkâr bir zevk mi alıyor? Ya da belki bir başka yazıda sırlarına vakıf olacağımız Renée Vivien gibi kadınları sırf kendi hazzı için estetik buluyor ve arzuluyor. (Şehrazat’ın arkası yarını varsa, yazarınızın da ufak teaserları var.) Tüm bu ihtimaller tartışılabilir ama mutlak olan bir şey var ki Lady Montagu’nun anlattığı tüm hamam sahneleri müthiş estetik detaylarla dolu. Pornografik bir bakış olmayabilir ama anlatımdaki lezzetli dile, süslemelere bakınca batılı kadın seyyahların doğulu kadının o güne dek batılı erkekler tarafından yazıla gelmiş erotik tasvirlerini nötrleştirdiği fikrine katılmak mümkün değil. Lady Mary alenen kadınların yüzlerine değil bedenlerine ve tenlerine baktığını söylüyor ve bu bedenleri detaylandırıyor.

 

Jervas'in Ladt Montagu portresi, 1716.

Jervas’in Ladt Montagu portresi, 1716.

 

Bu arada Leydimizin, ressam dostu Jervas’ı hamama sokma fantezisi gerçekleşmese de hamam tasvirlerine ilgisiz kalamayan başka bir ressam olur: Lady Montagu’nun bakışlarını ödünç alarak hamamı hayâl eden ve resmeden Fransız ressam Ingres. 1862’de yaptığı meşhur Le Bain Turc tablosunun ilhamının Lady Montagu’nun satırları olduğu söylenir. Ama şimdi Ingres’in ve Doğulu kadının çıplaklığını çeşitli biçimlerde hayâl eden başka ressamların dertlerini bir başka geceye bırakarak hamamda hayran hayran doğulu kadınları izleyen leydimize dönelim isterseniz.

 

Leydimiz çıplak kadınları izlerken onlar da bu yol kıyafeti içindeki kadına -Lady Montagu’nun sözleriyle “nezaketli bir biçimde”- bakmaktadırlar. Aslında tuhaf olan elbette diğer kadınların çıplaklığı değil, onun hamamda giyinik olmasıdır. Bir süre sonra bu tuhaf eşitsizlik bozulmaya başlar ve kadınlardan birisi ona soyunması için yardım teklif eder: “Soyunmam için ısrar etti, hatta yardım teklif etti. Ben bir müddet çekindim, fakat bütün diğerleri de aynı şekilde ısrar edince elbisemi çıkardım. Korsemi görünce eşimin beni oraya hapsettiğini zannedip daha fazla zorlamadılar.”

 

Sahne ilginçtir. Çünkü her daim Doğulu kadını soymuş Batılı göz, bu defa kendi soyuluşunu aktarmaktadır. Ancak elbette onun ortalığa dökülmesinin bir sınırı (korsesi) vardır. Bir yanda korseyi bir tür bekâret kemeri gibi yorumlayan Doğulu kadınlar. Diğer tarafta bu korse mecazıyla içine sıkıştığı toplumsal kodlara –ki buna kıyafet kodları da dahildir- işaret eden bir İngiliz leydisi.

 

Mektuplarda peçenin, çarşafın yanında beliriveren korse anlatımı sadece kendi zamanına değil, bugünün okuruna da ne çok şey söylüyor, değil mi? En azından her daim kadının ne giyip giymediği ile uğraşan tüm sistemlere bir nanik yapma ihtiyacı hissettiriyor. Örtündün suç, soyundun o da suç. Ee peki belin yeterince ince değil, o da olmaz. Vücut hatların belli oldu, onda da var bir sorun. İyisi mi kocan seni korseye kilitlesin, sen de al üstüne örtüleri, çarşafları, çık kimselere görünmeden aşnanı fişnanı yap. Binlerce yıllık fantezi. Aynı mektuplarda bazen şarkiyatçı fanteziye kaptırıp gider bazen hiç beklenmedik şekilde peçenin, çarşafın yanına korseyi eklerken, belki de Arap Geceleri adı altında okuduğu 1001 Gece Masalları’nın sandıklara sığmayan kadını gelmiş midir acaba Lady Montagu’nun aklına? Sonuçta kilit bu. Bazen sandık. Bazen peçe. Bazen korse. Açılmazsa kırılır elbet.

 

Ana görsel: Le Bain Turc, Ingres.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YGarp ile Şark’ın Çok Cinsel Hikayesi V: Sınır Tanımayan Leydiler
Garp ile Şark’ın Çok Cinsel Hikayesi V: Sınır Tanımayan Leydiler

18. yüzyıl İngilteresinden bir kadının yazdıkları, Lady Mary Montagu’nun "Türkiye Mektupları."

SANAT

YGarp ile Şark’ın Çok Cinsel Hikayesi IV: Şehvetin Esiri Erkekler ya da “Dominatrix”ler
Garp ile Şark’ın Çok Cinsel Hikayesi IV: Şehvetin Esiri Erkekler ya da “Dominatrix”ler

İpek uzun çorapları, parlak çizmeleri ve mini mini kamçısı ile Şadan’a emretmekten memnun bu hayal kadının (batılı kadın) karşısında Şadan (doğulu erkek) titreyerek ve tapınarak onun emirlerini bekleyecek ve itaat eden bir esir olacaktır.

KÜLTÜR

YGarp ile Şark’ın Çok Cinsel Hikayesi III: Osmanlı Romanının Şehrazatları ve Tehlikeli “Box Woman”ları
Garp ile Şark’ın Çok Cinsel Hikayesi III: Osmanlı Romanının Şehrazatları ve Tehlikeli “Box Woman”ları

Doğulu erkek yazarımız bir taraftan uzaklardaki Avrupalı kadını idealize etmekte ve arzulamaktadır öte yandan eleştirmekte.

KÜLTÜR

YGarp ile Şarkın Çok Cinsel Hikâyesi II: Binbir Gece’nin Güya Özgür Şehrazatı
Garp ile Şarkın Çok Cinsel Hikâyesi II: Binbir Gece’nin Güya Özgür Şehrazatı

Yani yas tutacaksak bu hem öldürülen genç kızların hem de kadın libidosunun yası olmalıdır.

Bir de bunlar var

Dediği Hiçbir Şey Anlaşılmayan Adam
Korku Ortaklığımız
Türk Medyası Kokuyor

Pin It on Pinterest