Şarkiyatçı söylemin seksistliği hepimizin malumu. Aklını hem peçeyle hem çıplaklıkla aynı anda bozmuş, doğuyu da kadınını da en iyi ben bilirim demeyi şiar edinmiş batılı eril söylemi yıllardır herkes eleştirip durdu. Ama gel gör ki bu garbiyatçıların, doğulu heriflerin de nazik Avrupalı beylerden aşağı kalır tarafı yokmuş meğer. Onlar da ille de Evropa’nın teknolojisi diye ahkam keserken resmi ortamlarda, çaktırmadan Evropalı kadının dekoltesini hayal etmektelermiş gündüz düşlerinde. Eee ne yapacaksın meslek hastalığı; bu adamların fikrini zikrini ifşa etmek de bana düştü. Hem sadece adamların değil kadınların da fikrine zikrine bir göz atacağız bu yazı dizisi ile.
Batılı erkek doğulu kadını nasıl hayal etti? Ya doğulu adamlar batılı kadını nasıl tasavvur ettiler? Kadınlar kendi alanlarını yarattılar mı? Doğu ve Batı kavuştu mu, birbirlerinin oldular mı? Peyami Safa’nın tabiri ile kavuştularsa zifaf döşekleri neresiydi? Kim erkekti, kim kadın? Kim kimi aldı? Kim kime vardı? Coğrafyanın cinsiyeti olur muydu? Onlar bizden başka türlü mü sevişiyorlardı? Bir tür kim, kimi, kiminle oyunu. Tekmili birden bugünden itibaren 5Harfliler’de.
Bin Bir Gece Masalları ile başlayacağız serüvene. Neden derseniz, öncelikle, hem doğuya dair pek çok imajın kaynağı olduğu için hem de farklı çeviri ve eklemelerle aslında masalların coğrafyası da son derece belirsiz olduğu için. Ama bundan da önemlisi dizi boyunca anlamaya çalışacağımız iki kadın modelinin prototipi tam da en kaba hatları ile masallarda karşımıza çıktığı için: akıllı, kültürlü, eğitimli ve elbette edepli kadın versus aklından fikrinden söz açılmayan, en büyük kusuru arzularının peşinden gitmek olan şehvetli kadın. Ortak özellikleri? Her ikisi de güçlü kadınlar. Bakalım ne oluyor bu gücün bedeli?
Kadın kutuya kapatılır mı? Ya da sen öyle san…
Bin Bir Gece Masallarını bilmeyen en azından duymayan yoktur. Masalları sarıp sarmalayan, masalları kimin neden anlattığını açıklayan çerçeve hikaye de az çok bilinir ama nedense Şehrazat ne kadar meşhursa, ne denli kahramanlaştırılmışsa ne idüğü belirsiz bir cin tarafından kaçırılıp bir kutuya kapatılmış olan diğer kadının adı bir o kadar anılmaz. Oysa sonradan, Şehrazat geceler boyunca masallarını anlatırken, bu kadının adı duyulmasa da en başta adeta Şehrazat ve O iki farklı kadın modeli gibidir. Erkeklerin korktuğu, ölümüne korktuğu kadın modeli kutuya kapatıl(ama)mış olan o kadındır.
Masalların çerçeve hikayesi de aslında bu korkunun nedenlerini gayet grafik bir biçimde anlatır. Cinin sandıklara, kutulara mühürlediği kadın –tahmin edileceği üzere adı da yoktur- tüm bu engelleme girişimine rağmen kutudan çıktığı her anda erkeklerle birlikte olur, üstelik dizlerinde uyuyan cinin ruhu bile duymadan. Hem de erkekler istediği için değil kendi arzusu doğrultusunda. Nedense hikayenin kötü kadını o ilan edilir. Oysa cin –kimi versiyonlarda ifrit ya da dev diye de adlandırılır- kadını düğün gecesinde rızası olmadan kaçırmıştır ve ona olan takıntısı yüzünden onu sandıklara mühürleyerek saklamaktadır. Hem de denizlerin yedi kat altında. (Benzer durumları aşk kisvesi altında meşrulaştıran türe günümüzde çoğunlukla erkek denmektedir.) Hikayenin vermek istediği mesaj “ne yaparsanız yapın kadınların arzularını kontrol edemezsiniz” minvalindedir.
Anlatılanlar bu kontrolsüzlüğe işaret eder. Bu durumu olumsuzlamak, hatta lanetlemek için işaret eder. Parmakla göstermek için ve okuyucu bu kontrolsüz kadını ayıplasın diye vurgu yapar, hatta abartır. Kutudan çıkan kadın o güne dek birlikte olduğu erkeklerden aldığı mühürleri biriktirmiştir, bu abartının bir cilvesi olarak kadının kesesinden tam 570 adet mühür çıkar. Hikaye bunu ayıplayalım ister. Oysa mühürleri cebinden çıkartan bir erkek olsaydı ne biçim hava atardı eşe dosta ve okura! Ama metin bu! Kağıtta durduğu gibi durmuyor. Nasıl cin de rakı da şişede durduğu gibi durmuyorsa kutudaki kadın da ne kutuda, ne metindeki hikayede, içine sıkıştırıldığı kalıplara sokuşturulduğu gibi duruyor… Hele de okur denen baş belası varken eyleyenler, söyleyenler ne etse boşuna. Hikayeyi feminist gözlerle okuyan bizler “vay be” diyoruz “bravo”. Her ne kadar ders vermek için aktarılmış/uydurulmuş olsa da aşağıda alıntılayacağım satırlar paha biçilmez oluyor:
“Kız onları karşılamak için ayağa kalkmış ve onlara “Gelin mızraklarınızla sert ve zorlu bir biçimde beni delin! Yoksa ifriti uyandırırım!” demiş. Korku içindeki Şehriyar, Şahzaman’a “Kardeşim onun istediğini ilkin sen yap” demiş. Kardeşi de ona, “Ağabeyim olarak sen örnek olmadıkça hiç bir şey yapamam!” demiş. Böylece ikisi de göz kırparak birbirlerini kandırmaya çalışmışlar. Bunu görünce kız, “Niye öyle gözlerinizi kırpıştırıp duruyorsunuz? Hemen gelip istediğimi yapmazsanız, ifriti şimdi uyandırırım demiş” *
Gerçi durumu dengelemek isteyen anlatıcılar hemen araya kadınların güvenilmezliğine dair satırları sokup, “Dostum kadınlara inanma! Vaatlerine gül geç. Çünkü onların iyi ya da kötü halleri ferçlerinin** hevesine bağlıdır” diyerek dikkati sultanların acizliğinden çekmeye çalışsalar da sahne aynı sahne.
16. yüzyıl Mısır elyazması 1001 Gece Masalları’ndan bir sayfa.
Düşünsenize bir kadın onlarla sevişmek istiyor –(kadına atfedilen sözlerle) mızrakları ile onu delsinler- diye korkudan ağacın dallarına tünemiş iki erkek kardeş, üstelik iki büyük memleketin sultanı iki erkek kardeş: Şehriyar ve Şahzaman. Zaten kolları kanatları kırık. Süngüleri düşmüş. Her ikisini de karıları aldatmış. Hem de bir değil bin defa. Onlar da kendilerini dağlara bayırlara vurmuşlar vurgun yemişler misali. Sonra birden bu cine ve kadına rastlıyorlar. Cin, ifrit ya da dev, neticede doğa üstü güçleri olan bu varlığın bile kendine köle edip özel bir sandığa kapattığı kadınını elinde tutamadığını gördüklerinde haince bir sırıtışla evlerine geri dönüyorlar. “Demek ki” diyorlar “bizden daha kötü durumda olanlar da varmış”. Aynı dertten muzdaribiz diye dayanışacaklarına cinin haline gülüp demek ki kadının doğası bu diye bir karar verip eve dönüp, her gece bir bakire ile evlenip ertesi sabah da onu öldürmeye karar veriyorlar. Ne dahiyane bir çözüm. Bedenlerini ve mühürlerini sandıktan çıkan kadına teslim ederek yitirdikleri iktidarlarını ancak her gece bir kadın öldürerek yeniden tesis ediyorlar. Düşük süngüleri, “box woman”ın karşısında zoraki kalkan erkeklikleri, bu defa şiddetin şehveti ile şaha kalkıyor adeta.
Hatırlanacak olursa küçük kardeş karısı onu aldatıyor diye yemeden içmeden kesilmiş bir halde ağabeyini ziyaret ederken aynı şeyin ağabeyinin de başına geldiğini görünce adeta mutluluktan havaya uçmuştu. Duruma üzülmek şurada dursun aniden iştahı açılmış yüzüne renk gelmişti. Şimdi de ikisi birlikte cinin felaketinden medet umarak yeniden hayata döndüler. Ne diyordu eril söylem? Kadın kadının kurdudur mu? Yok canım, adam adamın kurdu olmasın o sakın?
Gücünden ve arzusundan korkulan kutudaki kadını anlatacaktım mevzu bizim sultanların sahte iktidarına bağlandı. Bu durumda hem kutudaki kadının işlevini hem de adeta onun anti tezi olan dünyalar güzeli Şehrazat’ın hikayesini deşmeyi bir sonraki yazıya bırakıyorum. Bakalım o herkesin hayran olduğu akıllı, güçlü Şehrazat ne olmuş da kafese kapatılmış?
*Bin Bir Gece Masalları – Cilt 1, Afa Yayınları, (Çev: Alim Şerif Onaran), s.30
**Ferç: Arapça kadın cinsel organı. Latince Vulva diye not düşmüş Türkçeye çevirenler yani ayıya ayı dememek için her yolu denemişler…
Ana görsel: 18. yüzyıl Mısır elyazması 1001 Gece Masalları’ndan bir sayfa.