Cumhuriyet Duruşmasından Çizilmemiş Mahkeme Resimleri 3

MEYDAN

Florasan adaleti, cezaevi kapıları, Turhan Abi’nin kitapları

“Bu hiçbirimizin istemediği bir yol arkadaşlığı” dedi mahkeme başkanı. “Keşke iddianameler, davalar olmasa…” Bir yargı mensubundan, böylesi bir davanın ara kararı öncesi işitmesi tuhaf bir cümleydi. Salon her santimetrekaresine kadar insan dolu… Karar duyulmaz diye biri diğerinin hızlıca nefes alışını uyaracak neredeyse. “Keşke iddianameler, davalar olmasa…” “Ah keşke” mi diyecektik, “kader” miydi yani bir terör örgütünün üyesi olarak yargılanmakta olan bir savcının yürüttüğü soruşturmayla, gazetecileri yaptıkları haberler vesilesiyle o örgüte üye olmakla, yardım etmekle suçlamak? Yazar, çizer, yönetici, 11’i tutuklu 17 Cumhuriyet çalışanı karşısında “Ah şu iddianameler olmasa…” diyordu mahkeme başkanı. Gökten mi iniyordu bunlar, yerden mi bitiyordu? Bir tabii afet miydi, neydi?

 

Türkiye’nin gündemini -kusura bakmayın bir kısmının- gündemini beş gün doldurduktan sonra ara kararı verilen bir mahkemeden çizilmemiş resimler anlatmak kolay değil. Üstelik misal tutukluluğuna devam kararı verildikten sonra Ahmet Şık’ın yaptığı konuşma, ses hızında tarihe kaydolmuşken, herkes bu “resimleri” biliyorken…

 

Tutuklu ve tutuksuz sanıkların ifadeleri ve sorguları bitmişti. Perşembe öğleden sonra avukatlar savunmalarını yaparken, diğer günlere göre kalabalığı görece azalmış salondan birkaç defa tarifi güç bir gürültü geldi. Dev bir makine mi kükrüyor, bir canavar mı üfürüyor, ne? Birkaç dakika sonra fısıldaşmalarla malûmat toparlandı: 35 derece sıcaklıkta bir yaz günü girmiştik duruşma salonuna, oysa dışarıda hava birden gece kadar kararmış, fırtına çıkmış, tarihin en iri dolu taneleri şehrin tepesine polisin plastik mermisi şiddetinde yağmaya başlamıştı. Salondan gelen o garip sesler de sosyal medyaya yüklenmiş fırtına-dolu videolarını izleyenlerden geliyordu. Onları gören olmasa, Çağlayan Adalet Sarayı’nın dünyaya bakmayan penceresiz bir salonunda, yalandan gün ışığı süsü verilmiş çiğ florasan ışıklarının altında bizim hiçbirinden haberimiz olmayacaktı. Açıkta yakalanmadığımıza sevinmemiz gerekirken huzursuzduk; Çağlayan Adalet Sarayı’nda -ve sanki sarayın dayattığı adalet anlayışında- mahsur kalmıştık. Bu hissin resmini görmeyi ne çok isterdim.

 

Günler içinde hukukçu, gazeteci çok kişiyle bu ara karara ve davanın gidişatı üzerine sohbet ettik adliye koridorlarında. Ne olabilirdi? Duyduklarımın çoğu, içinden çok az hukuk geçen “tahmin” cümleleriydi. İç siyaset kimi nereye götürüyor, dış siyaset, uluslararası camia neyi ne kadar zorlayabilir, bilmem kimin paşa gönlü ne çeker, filankesin gıcığı kimedir… Böyle dava mı konuşulur? Hukuk bilmediklerinden boş boş cümleler kurdular haliyle. Ya da işte biz hepimiz hukuksuzlukta mahsur kalmıştık.

 

Silivri çok daha hoş şeyleri meşhur bir beldemizken, distopik bir kasaba markası olup çıkıverdi. Artık hepimizin aklına Silivri Cezaevi geliyor önce. 1.035.247 m²’lik Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’de sekiz cezaevi dışında, personelin lojmanları, halı sahadan hastaneye, ilköğretim okulundan AVM’ye hakiki bir kasaba var. Bu beton rengi kasaba kartpostalının ortasında da “ah şu iddianameler” yüzünden güneşsizlikte, florasan kasvetinde ve bu adalet tahayyülünde mahsur kalmış bir dolu insan duruyor.

 

Çizilmemiş mahkeme resimlerinden, cezaevi önü resimlerine geldik. Tahliye kararı çıkanların, Mustafa Kemal Güngör’ün, Önder Çelik’in, Turhan Günay’ın, Musa Kart’ın, Hakan Kara’nın, Güray Öz’ün, Bülent Utku’nun yakınları geçen dokuz ay içinde Şişli’den Silivri’ye otobanı avuçlarının içleri gibi öğrenmiş. Haftada bir görüşe giderken geçtikleri yol, bu kez Çağlayan’da aldıkları tahliye haberi sonrası bir başka görünüyor muhtemelen gözlerine. Kentin Blade Runner makamında büyüyen çeperleri, bu beş yüz katlı cam dikitler ve ilçe büyüklüğünde çirkin alışveriş merkezleri, cuma akşamı kimi kavşaklarında düğümlenen trafik kimbilir güzel bile geliyor onlara. Yakınlarıyla dönecekler.

 

Gazetenin İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Yayın Danışmanı Kadri Gürsel ve muhabir Ahmet Şık ise haklarında yeteri kadar delil toplanamadığı ve var diye ileri sürülenleri (haberleri) karartabilirler gerekçesiyle o beton kasabada rehin hallerine bir süre daha devam edecekler. İçinden hukuk geçmeyen cümleler gerekiyor bu resmi tasvir edebilmek için.

 

Gece yarısını geçmişken alkışlarla cezaevinin kapısının önüne getiriliyorlar. Koğuş arkadaşını içeride bırakmak belki bizim anlatmaya hiç yeltenmememiz gereken bir burukluk. Verdikleri kiloları alırlar, sırtlarındaki yorgunluğu atarlar ama hayattan çalmanın cezasını veren yasalar da yapılmalı. Bu zorbalığın, bu kötülüğün bir hesabı olmalı. Kaç sene evvel Ahmet’i almıştık bu kapıdan. “Bu kumpası kuranlar buraya girecek” demişti cezaevini göstererek. Girdiler, ama o cümlesinden de yargılanıyor hâlâ. Ve yine içeride. Bu zorbalığın, bu kötülüğün bir hesabı olmalı. Ahmet Şık RT’lemenin istemeye yetmeyeceği bir hesap.

 

Fotoğraf flaşları azalıyor, Silivri Cezaevi önünde bir onunla bir bununla sarıla sarıla otobüslere varılıyor. Çizilmemiş bu resmin önünde bunlar yaşanırken, arkada sürekli omuzlarına karton koliler taşıyan birtakım insanlar göreceksiniz. Merak ettiyseniz, onlar Turhan Abi’nin aylardır cezaevinde biriken kitapları…

 

Çizer: Berrin Simavlıoğlu

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YCumhuriyet Duruşmasından Çizilmemiş Mahkeme Resimleri 1
Cumhuriyet Duruşmasından Çizilmemiş Mahkeme Resimleri 1

"Duruşma salonunda resim çekmek, video ve ses kaydı yapmak kesinlikle yasaktır."

MEYDAN

YErkek şiddeti, evine yapılan baskında kıskıvrak yakalandı
Erkek şiddeti, evine yapılan baskında kıskıvrak yakalandı

Saniye saniye görüntülenen film gibi operasyonda “erkek şiddeti” yaralı olarak ele geçirildi. T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı öncülüğünde yürütülen operasyona hükümete bağlı Bayan Akademileri de büyük destek verdi.

MEYDAN

YFeminizmle Mücadele Derneği Ya Da Siz Bu İstanbul Sözleşmesi’ni Neden İmzaladınız?
Feminizmle Mücadele Derneği Ya Da Siz Bu İstanbul Sözleşmesi’ni Neden İmzaladınız?

Kadın avukatların, savcıların, hâkimlerin, tüm kadın yargı çalışanlarının mesleki sorunları da akla gelir de I. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi tertip edilip kadınlar için “Adalet mi, eşitlik mi?” konuşulacağı aklınıza gelir mi?

Bir de bunlar var

Sokak Tacizlerine Karşı: Tebeşirden Hollaback! Protestoları
Nası derler… boyu devrilesice…
feministin sömürgecilikle imtihanı

Pin It on Pinterest