Bazen bazı anlar bir arada geliyor insanın aklına, ya da çok da şaşırtıcı olmayan tesadüflerle art arda sıralanıyor. İnsan, bu anların arasındaki bağlantıyı kurarken hatta fark ederken buluyor kendisini. Nedensellik ya da olağanüstülük gibi iki uç değil bahsettiğim, kendiliğinden gelişen bir yan yana gelme hâli.
Bunun hayatımdaki son örneği, beni bu yazıyı yazmaya itti. Birkaç hafta önce Rosi Braidotti’yi canlı dinleme fırsatı bulmak ve ardından bir seminer dersi için Donna Haraway’in son kitabından bir bölüm okuyup tartışmamız, uzun zamandır takip etmeye çalıştığım ama bir kılavuzun/birlikte düşünmenin eksikliğini hissettiğim «Antroposen» ve «İnsan Sonrası» tartışmalarıyla derli toplu bir şekilde tanışmamı sağlarken, eşzamanlı akan akademi içi-dışı birtakım tartışmalar da bu tanışıklığa türlü yerlerden bağlanıverdi.
İçinde bizim olmadığımız, bizim yüzümüzden olamayacağımız bir dünyayı tahayyül etmek ve esamemizin okunmayacağı bir gelecek, torunlarımızın bile olmayacak bir gelecek için mücadele etmek… Bunu kim yapar, bunu önerene kim enayi gözüyle bakar, kim nerede nasıl mevzilenir, hepsi bu yazıda! Değil tabii ki. Kafamda bağlanan anları ve düşünceleri sıraladığım ve tartışmaya açmak istediğim bir metin sadece bu.
Braidotti, bir söyleşide diyor ki: «Sol kanattakiler değişemiyorlar çünkü ne feminizmden alınacak dersleri ne sömürgecilik sonrasını ne de ırkçılık karşıtlığını içselleştiremiyorlar. Eleştirel teorinin günümüzdeki karşılığı beyaz adamların birbirlerine ölü beyaz adamlardan söz etmesi biçiminde».
Aldığım bir dersin profesörü Carl Schmitt’ten bahsederken «onunla aynı fikirde olmak zorunda değiliz ama onu anlamak zorundayız» dedi geçenlerde. Makul. Sonra bir başka derste Haraway’in fikirleri ütopik bulundu, farklı olmak için yazmış dendi, «tehlikeli bir yol öneriyor» dendi. Bu olayla birlikte aklıma Türkiye’de ve dünyada kuir aktivizme kimilerince bir türlü sıra gelmemesi ve sistem dışı tüm pratiklerin gerçekçi olmamak, halka inememek ve benzeri eleştirilerle karşılanması geldi. Kimileri için tüm anlam dünyası yeniden yazılmaya hazırken kimimizin anlaşılmak için önce bir güzel törpülenmesi gerekiyor. Önce o tornadan geçmeliyiz ki neden tornadan geçmek istemediğimizi anlattığımızda ciddiye alınabilelim.
Bahsettiğim mesele Haraway veya başka bir isim ile sınırlı değil. Kuir-feminist külliyattaki yılların birikimi, aslında herkesi ilgilendiren bir sürü konuda yazılan onca metin, neden sadece feminizm üzerine açılan derslerde okutuluyor? Birtakım ölü beyaz erkekleri anlamak ve başkalarına anlatmak için derviş sabrı olabiliyor da akademide, diğer metinleri harcamak veya en iyi ihtimalle «bana hitap etmiyor» diyerek konuşmaya değen akademik bilgi dağarcığının dışına itmek niye bu kadar kolay?
Haraway’in önerdiği yolu tehlikeli bulurken hâlihazırda gittiğimiz yolun yeryüzündeki tüm canlılara her saniye ölüm getirdiğini görmüyor muyuz? Tehlikeli denen şey, aslında kimimizin ayrıcalıklarıyla bezenmiş yolu terk etmemiz gerektiğinin açık ilanı olabilir mi? Rahatsız ediciliği de tam bu yüzden belki? Yaşamın düz patikası kimilerinin konfor alanı olup kimimize nefes aldırmıyorsa buna nasıl göz yumabiliyoruz?
Yaşamı savunmak küçük görülüyor. Aslında tablo bu kadar net! Sonra kafam yine karışıyor. ‘Kadın doğası’ diye bir boş gösterene dayanmadan, karşımıza bir düşman yerleştirip ikiliklerle konuşmaktan kaçınarak, bir şeyler demek istiyorum. Üstümüze üflenen ölümün ölü beyaz erkeklerle, yaşamak ve yaşatmak için emek vermenin feminizmle bir ilgisi olmalı… Kimin kimi dinlemeye açık olduğunun, kimin neye emek vermeye ve neye yaşamını adamaya açık olduğunun bir şeylerle ilgisi olmalı…
Görsel: Geraldine Javier