Her güne bir yumurta... Kötü zamanlar dostlar... Çok kötü zamanlar!

MEYDAN

Fatma Şahin’den Tokat Tokat Üzerine

Yatıp kalkıp AKP’nin yeni yumurtalarını konuşmaktan içime fenalıklar geldi. Ama Fatma Şahin dün Milliyet’e bir röportaj vermiş. Okumanız lazım. ‘Yuvaların kurtulması’ için arabuluculuk ve uzlaştırma politikalarından çocuğunu babasına göstermeyen annenin suçlu sayılmasına, şiddetin erkeklerin rehabilitasyonuyla çözülebileceği safsatasından istihdam ve 4+4+4 yasa tasarılarına… Tokat tokat üzerine maşallah, okurken başım döndü. Şöyle bir beraberce üzerinden geçelim dedim:

 

Tokat 1: Avrupa’da aile çöktü, ağlıyorlar… 

 

Beraber çalıştığım Avrupa Birliği (AB) ülkelerindeki mevkidaşlarımın bize şunu söylüyor: ‘Biz hep bireyi güçlendirdik, öne çıkardık. Aile temelli politikaları yok saydık. Ama şu anda görüyoruz ki yaptığımız çalışma bizi çok zorladı. Aile kurumumuz çok hızlı bir şekilde çöktü. Şu anda bir engelli, yaşlı, çocuk politikasında aile temelli yapamadığımız her çalışmayı başaramıyoruz.’

 

Demek istediği:

 

Çok çemkiriyorsunuz ama, biz ‘muhafazakar demokrat’ (bu ne demek, hala anlamadım) bir parti olduğumuzdan yapmıyoruz bunları. Aynısı Avrupa’da da var, bana kaynım söyledi… Bütçeleri tam takır, sosyal politikayla ilgili sorumluluklarını ailenin (aile diye yazılır, siz kadın diye okuyun) üzerine yıkmazlarsa iflas edecekler.

 

Gerçekte olan:

 

Kulislerde neler dönüyor, Fatma Şahin boşanmanın yasak olduğu Malta’yla filan mı konuşuyor Avrupa’yı temsilen bilemeyeceğim, ama çoğu Avrupa ülkesinde aile denince akla gelen, bize sunulduğu gibi, mutlaka evlilik bağıyla birbirine bağlı, heteroseksüel bir erkek ve bir kadının 5 çocukları ve geniş ailelerinin bütün yükünü kadının üstlendiği o cennet bahçesi değil. Alacaksak tam alalım, Avrupa’da 23 ülkede sivil birliktelik de evlilik kadar geçerli bir aile olma yöntemi olarak tanınıyor. Değil öğrenci evlerinde ava çıkmak…

 

Ayrıca evet, Avrupa’da kadınların giderek ücretli işgücüne daha fazla katılımıyla birlikte bir bakım yükümlülüğü krizi çıktı, ama Türkiye’den başka kimsenin bu sorunu ‘Hadi kadınlar, evinize çocuk pışpışlamaya’ diye çözmeye çalıştığını duymadım. Özellikle de OECD ülkeleri içinde kadınların istihdama katılımının en düşük olduğu ülke olduğumuzu (2011 yılında: %27,8) ve kadınların çoğunun ev işleriyle meşgul olduğu için (TUİK verilerine göre 2012 yılında evdışında çalışmayanlar kadınların %61,3’ü bu sebebi göstermiş) işgücüne dahil olamadığını düşününce, Türkiye’nin Avrupa ülkelerinden alacağı daha öncelikli dersler var gibi geliyor. Biz daha işgücüne katılmadan, çocuklara, yaşlılara kim bakacak, ev işlerini kim yapacak derdine düşmüşüz. Az yiyin de bir ev cini kiralayın her aileye bunlar için…

 

Tokat 2: Arabuluculuk kalmadı, yuvalar çok çabuk dağılıyor.

 

Evliliklerin yüzde 39’u ilk 5 yılda boşanmaya dönüşüyor. Araştırmalardan çıkan sonuçlara göre hazırlanan raporda, benim için hayret verici bir sonuç çıktı, inanamadım. Hatta ilgili birime talimat verip yeniden teyit ettirdim. Boşananların yüzde 17’si yeniden eski eşiyle evleniyor. Bu çok çok yüksek bir rakam. Bunun nedeni ne diye sorduğumuz zaman hızlı bir şekilde yuva dağılıyor. Küçük şehirlerde, daha çok komşuluğun güçlü olduğu yerlerde ailede sorun yaşanınca aile büyüğü, muhtar, imam devreye girerdi. Arabuluculuk yaparlardı. Şimdi büyükşehirlerde göçten dolayı yaşamdaki zorluktan kaynaklı böyle bir mekanizma kalmadı.

 

Demek istediği:

 

Tam anlayamıyorum. ”Eski günler ne güzeldi, arabuluculuk vardı. Şimdi her önüne gelen boşanıyor.” gibi bir şey sanırım…

 

Gerçekte olan:

 

Benim bu ‘eski günler’e tanıklık ettiğim zaman dilimi sınırlı. Ama biraz çocukluğumdan, biraz ergenliğimden hatırladığım, hiç de Hulusi Kentmen’e benzemeyen polislerin, ağzı burnu kırılmış kadınları, kocası tarafından ölümle tehdit edilenleri ‘Kol kırılır (gerçekten kırılmış o sırada) yen içinde kalır’ edebiyatıyla evlerine geri göndermeye ‘arabuluculuk’ dediği. O kadar çok haber çıktı ki şikayetleri ciddiye alınmayan kadınların acı sonlarıyla ilgili, artık polis böyle bir şeye cesaret edemiyor. Türkiye’nin ilk imzacısı olmakla her yerde hava attığı İstanbul Sözleşmesi de şiddet söz konusu olduğunda arabuluculuk ve uzlaştırma olamayacağını net bir şekilde ifade ediyor. Kadın örgütlerinin bütün ısrarlarına rağmen Şiddet Yasası’na konmayan bu maddenin şu anda şüpheli biçimde tekrar önümüze gelmesi çok korkunç.

 

Screen Shot 2013-11-05 at 10.49.34 PM

 

Diyeceksiniz ki, şiddetten değil, boşanmadan bahsediyor. Amma velakin, boşanmaların da sorumsuz ve ilgisiz davranmadan sonra en yaygın nedeni, şiddet… Yok, her gün duyduğumuz gibi şımarıklık değil; yine TUİK verilerine yansıdığı kadarıyla 2011 yılında kadınların %20,8’i şiddet yüzünden boşanmış. Geçenlerde televizyonda yakınıyorlardı, ‘Çalışan kadın yuvasını dağıtıyor’ diye, ‘Boşanmaların kimler arasında olduğunun bir istatistiği’ de istenmişti. Kadın bakış açısı böyle bir şey herhalde. Aynı sayılara baksak da farklı şeyler göreceğiz… Ekonomik özgürlüğü olmayan, destek de görmeyen kadın zaten nasıl boşanacak; kimbilir kaç kadın şiddete, aldatılmaya, cinsel tacize, kötü muameleye, saygısızlığa rağmen o evde, ona bunları yapan adamla oturmak zorunda kalıyor diye düşünmüyorlar da, zaten yerlerde sürünen kadın istihdam oranları boşanmaya yol açıyor diye gözlerine batıyor. Herkesin derdi başka: Devlet paracıklarının, kadınlar canlarının, haklarının derdinde.

 

Tokat 3: Erkekleri rehabilite edeceğiz…

 

AB’nin ilerisinde bir kurumsal alt yapıyı oluşturduk. Şu andaki sıkıntımız mağduru koruyoruz ama aynı zamanda şiddet uygulayan erkeği rehabilite etmemiz lazım. Üniversite ile çalışma yaptık. Failin öfke kontrolünü önleyerek şiddetle baş etmesini önleyemezseniz gidip mağduru buluyor, şiddet devam ediyor.

 

Demek istediği:

 

Üç kuruş bütçemiz var, onu da kadınlara harcamak zul geldi. O da erkeklere gitsin istiyoruz. Yeter ki şiddetin kökenindeki gerçek nedenlerle, yani ataerkil toplum yapısı, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayrımcılıkla uğraşmak zorunda kalmayalım. Hatta bunları ağzımıza bile almayalım. Çünkü başbakanımız eşitliğe inanmıyor.

 

Gerçekte olan:

 

 

Yalnızca AB’nin değil, ‘zamanın ötesinde’ bir kurumsal altyapımız var şiddetle mücadelede maşallah. Şimdi kurulduğundan beri bağımsız sığınakları kontrol etmek ve kadınları eskisinden beter kapı kapı dolaştırmak haricinde ne iş yaptığını anlayamadığım, sanki kadınlar gitmesin diye dağ başlarına kurulmuş, personelsiz, donanımsız ŞÖNİM’lere (Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi) girersem çıkamam. Ne yapıyorlar bilmiyorum, ama şiddet gören kadınları koruyamadıkları kesin. Özellikle de aynı mekanda onlara şiddet uygulayan erkeklere de ‘eğitim’ verilmesinin öngörüldüğünü düşününce…

 

Fakat elimizdeki kuş kadar kaynağın kadınların güçlenmesi yerine (çünkü o boşanmaya yol açacak zannediyorlar), işe yaradığıyla ilgili hiçbir kanıt bulunmayan ‘erkeklerin eğitim’ine ayrılması kabul edilecek gibi değil. Şiddetin nedeni eğitimsizlik, alkol, cinsel tatminsizlik, parasızlık, hastalık, öfke kontrol edememek filan değil; bunlar yalnızca işin bahanesi… Erkekler şiddet uyguluyorlar; çünkü varolan eşitsizliği devam ettirmenin tek yolu kadınları korkutarak sindirmek. Sınıf mücadelesi gibi bakalım. İşçisinin hakkını yiyen patrona, ‘Gel canım, sen aslında isteyerek yapmıyorsun, biz seni bir eğitimden geçirelim’ diyor muyuz? Çok saçma değil mi? Patron, o eşitsizliği sürdürmese fabrikası batacak; akşam kotrasına ekmek götüremeyecek.

 

Erkeklerin eğitimi de böyle… Şiddet uygulayan erkeklerin çok büyük çoğunluğu bu eğitimlere kendi arzusuyla gitmiyor. Hiçbir eğitim de insanların kafasına zorla bir şey sokamıyor. Yine çoğu son derece manipülatif olan bu erkeklerin, ‘iyileşmiş’ gibi görünüp sonra kadınlara saldırması da az rastlanan bir durum değil. Oysa kadınların güçlenmesini hedefleyen programlarda çok daha yüksek bir gönüllülük ve çok daha elle tutulur sonuçlar var.

 

Tokat 4: Kadınlar için esnek çalışma getireceğiz

 

Esnek çalışma ve kreş desteğinin yaygınlaşması, hem kadının ekonomik hayatın içinde olmasını sağlıyor hem de Allah’ın ona verdiği görev ve sorumluluk var; analık. Ne kadını hapsetmek istiyoruz ne de kadını bir doğurganlık makinesi gibi görüyoruz. İş dünyası rahat olsun, onlara yük getirmeyeceğiz.

 

Demek istediği:

 

Bizim derdimiz iş dünyasıyla değil, kadınlarla. Doğurganlık makinesi olmasın, ama her nasılsa 5 çocuk yapsın, sonra da tek başına büyütsün istiyoruz. Arada iş veren bulursa, belki başka bir işle de ilgilenecek vakit bulur.

 

Gerçekte olan:

 

KEİG’in istihdamla ilgili taleplerini dün yayınladık. Kadın istihdamının yerlerde süründüğü, ekonomik bağımsızlığı olmayan kadınların, insan haklarının ihlal edilmesine göz yummak zorunda kaldığı bir ülkede çalışma hayatına esnek değil, tam ve eşit katılım gerekiyor.

 

Çocuk bakımı o kadar kutsalsa, sevaplarımızın birazını da devletle ve babalarıyla paylaşmaya çoktan hazırız.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YSMS’leriniz Google’ın Yasaklı Kelimeler Listesiyle Güvende
SMS’leriniz Google’ın Yasaklı Kelimeler Listesiyle Güvende

Android, büyük aşkım, gel birbirimizin kelimelerini tamamlayalım.

TARİH

YNezihe Muhiddin Hanım Ne Alemde?
Nezihe Muhiddin Hanım Ne Alemde?

Seçme ve seçilme hakkını kazanmamızın 79. yıldönümünde 1935 yılından bir Nezihe Muhiddin röportajı...

MEYDAN

YAraba Aldığım Gün Kadın Oldum
Araba Aldığım Gün Kadın Oldum

'Çok güzelsin yavrum' dedi. O güne kadar sadece sakattım. Araba alınca birden kadın olmuştum. Güldüm, teşekkür ettim.

MEYDAN

YKadının Adı Devletten Siliniyor: Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kapanıyor mu?
Kadının Adı Devletten Siliniyor: Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kapanıyor mu?

27 Kasım 2013 günü haber ajanslarının yayınladığı haberlere göre AKP hükümeti, Meclis'teki Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nu (KEFEK) kapatıp, Aile ve Sosyal Politikalar Komisyonu’na dönüştürmek istiyor! Eşitiz basın açıklaması:

Bir de bunlar var

Ailenin Yüz Karası
Evet Bebek… yani Yeah Baby
SEGBİS arası, kodların şiiri, Ahmet Şık sessizliği

Pin It on Pinterest